Yazımı yazmaya başlayacağım saatlerde, Ankara’da olan Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ile Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kameralar karşısına geçti. Ve o sert toplantı gerçekleşti.
Öncelikle kendim ve tüm Türkiye adına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na teşekkür ediyorum ve kendisini kutluyorum.
Aylardır Yunanistan’ın haksız ve küstahça yerleştiği adalardan tutun da, ABD’yi arkalayarak şımaran ve bugüne kadar birbirine düşürülen iki komşunun , aslında nasıl kullanıldığını anlamayan Yunan Bakan’a aynı tonda kameralar önünde hatta tüm dünyanın önünde gerekli cevabı verdi.
Birbirlerine ismiyle hitap edebilecek samimiyette olan iki bakanın, bu sert açıklamaları, eminim hepimizin gururunu okşadı.
Mevlüt Çavuşoğlu’nu bir siyasi gibi değil de devlet adamı olarak gördük.
Tam herkes, bundan sonra ne olacağını merak ederken söyleyeyim:
Her şey çok güzel olacak!
Karadeniz’deki olası savaş önlenmek üzere. ABD gemileri geri dönüyor. Bu toplantı sonrası diyebileceğim şu ki; Akdeniz’deki olası bir Türk -Yunan Savaşı bu toplantıdan sonra ortadan kalkmıştır.
Bu konudaki gelişmeleri hep birlikte göreceğiz ve değerlendireceğiz.
Şimdi yazımın başlığına dönelim.
Ve başlayalım:
Aslında bugün bölgedeki belirsizlik, henüz daha netleşmedi.
Kim kiminle yol yürüyecek? Kimin gücü kime yetecek? Kimin hangi planı var?
Bu sorulara elbette değişik cevaplar verilebilir. Seçenekler de tartışılabilir.
Ya batı gelip Ortadoğu’ya yerleşecek. Ya büyük devletler kendi planları doğrultusunda Türkiye’yi kullanmak isteyecek. Ya da doğu ülkeleri devreye girecek.
Sonuçları ise şimdiden kestirmek zor. Zira savaş söz konusu olunca, nerede nasıl biteceği bilinmez.
Ama nelerin ve nasıl olabileceğini anlayabilmenin bir yolu var:
Bölgeyi ve geçmişi bilmek. Ve geçmişten gelen tecrübe ve bilgi ile bugünü anlayabilmek.
Ve ulus devletin devamı noktasında kendi planımızı yapabilmek.
Tarih , her şeye ışık tutan en önemli materyal ne de olsa…
Bu çerçevede dünya tarihine bakmakta fayda var.
Milattan önceki dönemlerde , nüfusun artışına göre çeşitli bölgelerde toplumların ortaya çıktığını görürüz. Bunlar, daha sonra devletleşerek varlıklarını sürdürmek yoluna gittiler.
Milattan Önceki dönemlere, İlk Çağlar adı verildiği için, bu dönemin devlet yapısı da ilkel devlet modeli adını aldı.
Ama Ortadoğu’da Hz. Musa’nın ortaya çıkıp Tek Tanrılı Din ortaya koyması , devlet modellerinin de sonraki dönemde , ‘ Din Devleti ‘olmasına giden yolunu açtı.
Başlangıçta, milattan önceki dönemlerinde ilkel devlet modelleri, otorite- baskı ve güce dayanıyordu.
Milattan sonraki dönemde ise, tek tanrılı dinin öne çıkmasıyla birlikte gerek Yahudilik , gerekse Hristiyanlık çerçevesinde konu ele alındığında; dinin kural ve kutsal değerlerinin esas alındığı, bunların özünde korunarak geleceğe dönük korunma ve düzenin oluşturulması, devlet modellerini baskı ve otoriteden kurtardı. Artık devletlerde, tek tanrılı dinlerin özünün esas alındığı, bunların korunarak geleceğe dönük, kalıcı, sosyal ve siyasal yapılara gidildiği görülür.
Tek tanrılı din olan Yahudilik, evlilikler sonucu oluşan aileler üzerinden yani nüfus yaratılarak, ana erkil bir toplum yapısını ortaya çıkartarak, gelecekte ortaya çıkan modern devlet anlayışının ilk belirtilerini ortaya koydu.
Ancak;
Yahudilik, anneden kaynaklanan ve anneden geçen bir ırki yapılanmaya sahip olduğu için, hem bir ırk , hem de bir din olarak örgütlendiğinden dolayı, Yahudi nüfusun artması evliliklere dayanarak geliştiğinden, bu nedenle Yahudi nüfusu hızlı gelişemedi.
Diğer din Hristiyanlık ve tek tanrılı diğer din Müslümanlık, böyle bir şarta sahip olmadığı için hızlı geliştiler. Müslümanlığın kabulünde kelime-i şahadet getirmek, Hristiyanlığın kabulünde hac çıkarmak, sonradan yapılabilecek küçük hareketler olduğu için, bu iki din çok hızlı gelişti.
Milattan sonra Hz İsa olayının yaşanması ve bunun Yahudi-Hristiyan çekişmesine neden olması , Ortadoğu’ da çıkan tek tanrılı dinlerin daha sonraki aşamada dünya kıtaları üzerinde yayılmaya başladığını ortaya koymuştur.
Yahudilik başlangıçta Ortadoğu’da tek tanrılı din olarak çıktığında , putperestlik hakim. Roma İmparatorluğu’ nda Yahudilik ve putperestlik arasında çekişme çıktığında; Hz. İsa’nın ortaya çıktığı ve ikinci tek tanrılı din Musevilik ortaya çıktı.
Bu süreç içerisinde Ortadoğu’ da, çekişme ve çatışmalar devam etti. Roma İmparatorluğu gelip her şeyi yıktığında, Hristiyan bir devlet gündeme geldi. Bu coğrafyada diğer Hristiyan devletler; Ermenistan ve Gürcistan tek tanrılı din olarak Hristiyanlığı kabul etti. Daha sonra Ortadoğu’ da Yahudiliğin yıkılmasıyla, Yahudileri Ortadoğu’dan ; Yahudilik Akdeniz kıyıları ve Avrupa şehirlerine yayıldı. Ama Yahudilikle birlikte , Hristiyanlık da yayıldı. Ama Yahudiler sınırlı kaldı. Yahudiler sahil şeridinde kalıp ticareti yönetmeyi seçti. O nedenle Yahudilik Ortadoğu’ dan dışlanırken, Akdeniz sahillerine yerleşti. Mesela Kartaca, Lidya, Finike… Yahudi devletleridir.
İslamiyetin çıkışından sonra , dünya tarihi yeniden şekillendi. Üç tek tanrılı dinin çekişmesi ile birlikte, dünyadaki sosyal ve siyasal yapı geleceğe dönük yeni bir oluşum içine girdi.
Bu sürecin ilerlemesi noktasında; İslamiyet Ortadoğu’dan çıkıp doğuya doğru Ortadoğu ve Orta Asya’ yı kucakladı. Hristiyanlık, Anadolu ve Karadeniz üzerinden yapılan göçlerle, - 7. ve 8. Yüzyıldaki göçlerle- Doğu Avrupa’da Hristiyan devletler kuruldu. Böylece milat sırasında ortaya çıkan Hristiyanlık, gelişmelerle ilk bin yıl içerisinde bütün Avrupa kıtasındaki ülkeleri kapsamı içine aldı.
Hristiyanlık böyle bir yayılma gösterirken; Museviler Endülüs Devleti ile Hristiyanlığı önlemeye çalışırken, Müslümanları Endülüs’ e götürüp orada Museviler ile Müslümanların kaynaştığı bir devlet tipi olan Endülüs’ü kurdular.
7. yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar 800 yüzyıl Avrupa’da İberik Yarımadası’nda din savaşları devam etmiş ve sonunda 15. Yüzyılda Hristiyanlık tüm İberik’i ele geçirince Endülüs yıkılmıştır.
Endülüs Müslümanları da , Fas ve Güney Afrika ülkelerine dağılırken, Seferad adını alan Endülüs Musevileri, gemilerle Akdeniz’in doğusuna taşınmışlardı. Bu Akdeniz’ in doğusundan daha sonra Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu bölgeleri, Müslümanlarla beraber Musevilerin de yer aldığı ortak yaşama aşamasına geçmiştir.
Bu noktada Hristiyan Avrupa, Vatikan önderliğinde Avrupa’dan Müslüman ve Musevileri kovarken, tüm Avrupa’da tek bir din olarak Hristiyanlığı geçerli kılmıştır.
Ancak Musevilerin bir kanadı ile Doğu Akdeniz’e gelen Müslümanların işbirliği sonucunda; Balkanlarda Osmanlı imparatorluğu altında yeni bir devlet kurularak Müslümanların gücü ortaya konmuş. Vatikan merkezli Hristiyanların Doğu Avrupa’yı fethetmeleri de engellenmiştir.
Endülüs Devleti sona ererken, Müslüman Osmanlı devleti aynı dönemde Anadolu’da kurularak, Doğu Avrupa’ya yönelik bir gelişme göstermiş ve zaman içerisinde Osmanlı’nın fetihleri Viyana kapılarına kadar geldiği noktada; Hristiyanlığın Doğu Avrupa’ya yayılması önlenmiş ve böylece ikinci bin yılda Hristiyanlığın Asya Kıtasına yayılmasının önü kesilmiştir.
Asya’ya girmesi merkezi coğrafya üzerinde bir İslam devletinin kurulması ile önlenen Hristiyanlık , bunun üzerine sırtını Asya’ya dönmek zorunda kalmış ve Avrupa üzerinden 15. Yüzyılda denizlere açılma olgusu ortaya çıkınca, İspanya, Fransa ve İngiltere’ den kalkan gemilerin hepsi, kuzey ve güney Amerika’dan kalkan gemiler Güney Afrika’ya da ulaşmışlardır.
Böylece ikinci bin yıla gelirken , Batı Avrupa sömürgeciliği dünya kıtalarına Hristiyanlığı tek tanrılı din olarak taşımıştır. O nedenle bugün, Afrika’nın güney yarısı, Avrupa ve Amerika Hristiyan dünyanın parçalarıdır.
Atatürk , Türkiye Cumhuriyetini kurarken, Fener Rum Patrikhanesi’ni Yunanistan’a geri göndermek istemiş ve Türkiye için her türlü kötülüğün merkezi olarak ilan etmiş ve bu doğrultuda Patrikhaneyi Bizans’ın eski toprakları olan Yunanistan’a göndermeyi gerçekleştirmiştir.
Ama…
Ama Vatikan devreye girmiş, Anadolu’yu Bizans’ın eski toprakları olarak kabul edip yeni kurulmakta olan Türk Devletine Patrikhane’nin yerinde kalması için baskı yapmış ve maalesef Hristiyanlığın simgesi Patrikhane İstanbul’da kalmıştır.
Bugün Hristiyan- Ermeni – Rum- Gürcü -Bulgar Kiliseleri , Anadolu’yu yeniden Bizans’a dönüşü için çalışırken, Türkiye Cumhuriyeti laik devlet yapısını korumakta zorlanmaktadır.
Devamı yarın…..