NGazete Özel
Yüksek Askeri Şura kararları tartışma yaratmıştı. Tayin ve terfilerde liyakatin gözetilmediği, teamüllere uyulmadığı öne sürülmüştü. Bu durumun TSK içinde de rahatsızlık yarattığı anlaşılıyor… İdlib'den sorumlu tümenin komutan ve komutan yardımcısının da aralarında bulunduğu 5 general istifa etti.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar konuyla ilgili olarak, ''Arkadaşlarımız hizmetlerini tamamlamasına müteakip hizmetlerimizin akışı sırasında kendi istekleri iradeleri doğrultusunda emekli olabilirler, bu doğal bir durum” dedi.
Soru: Siz bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluç Gürkan – Bu doğal bir durum değil…
Öncelikle, tek adam rejimi olarak yaşam bulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilince Yüksel Askeri Şuraları doğallığını yitirdi. Sivilleşme adına yapısı değiştirildi ve siyasetin güdümüne alındı.
TSK'yı şekillendiren YAŞ toplantıları geçmişte doğal olarak 3 gün sürerdi. Cumhurbaşkanlığı sistemi ile önce 1 günde bitirilmeye başlandı. Bu yıl ise 1,5 saatte tamamlandı.
Bu konuda kimse devletin sivilleştirildiği, askeri vesayetin sona erdirildiği edebiyatı yapmasın...
Her ne hikmetse, ordu komutanlıklarının seviyesi düşürüldü. Terfi, tayin mekanizması da bozuldu. Son atamalarla, üst rütbelilerin alt rütbelilerin komutasına girmesinin yolu döşenmiş oldu..
Görünen o ki, istifalar TSK’nın emir-komuta zincirini alt üst eden siyasi müdahaleden duyulan rahatsızlığı yansıtıyor.
Bu da, Türkiye’yi bölgesinden aldığı güçle bir dünya oyuncusu konumuna taşıyan askeri caydırıcılığına Fetö kumpaslarının sonrasında yeni bir darbe olma potansiyeli içeriyor.
İstifaların arkası gelecek mi, 5’de mi kalacak, bilemiyoruz. Ancak kamuoyuna yansımış olan 5 istifanın 4’ünün Suriye'de faaliyet gösteren birimlere yeni atanmış generaller olması düşündürücü…
Soru: TSK’nın emir-komuta zincirinin siyasi müdahaleyle alt üst olması, bu vurgunuzu açar mısınız?
Uluç Gürkan: Atatürk’ün bir öğüdü var. Şöyle:
“Komutanlar, askerliğin görev ve gerekleri düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasi görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar.”
Günümüzde bu öğüt geçerli değil. Tayin ve terfi kararlarıyla TSK’nın yapısını biçimlendiren Yüksek Askeri Şura’nın sivilleşme, sivil denetim adına siyasallaştırılması, askerlerin beyinlerini ister istemez siyasi görüşlerin etkisi altına sokar.
Bu gelişme son Yüksek Askeri Şura kararıyla ortaya çıkmış da değildir. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle buna uygun bir TSK alt yapısı da gerçekleşmiş bulunuyor. .
Anımsanacaktır, Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, AB İlerleme Raporlarında Türkiye’den israrla talep edilmekteydi. Bu talep, Cumhurbaşkanlığı sistemi ile bu gerçekleştirldi. Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları ile birlikte Milli Savuma Bakanlığı’na bağlandı.
Bununla da yetinilmedi… Jandarma ve sahil güvenlik TSK’dan koparılarak İç İşleri Bakanlığı emrine verildi.
Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları ile Astsubay Meslek Yüksek Okulları dışındaki bütün askeri okullar kapatıldı. Açık kalanlar da Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan Milli Savunma Üniversitesi'ne bağlandı.
Harp Akademilerinde verilen kurmaylık eğitimi de Milli Savunma Üniversitesi bünyesinde kurulan enstitülere devredildi.
GATA Eğitim Hastanesi, askeri hastaneler ve TSK sağlık hizmet birimleri Sağlık Bakanlığı'na bağlandı. GATA'ya bağlı Tıp Fakültesi ile yüksekokul ve meslek yüksekokulları Sağlık Bilimleri Üniversitesi'ne devredilmiştir.
Askeri fabrika ve tersaneler, kuvvet komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı teşkilatlarından çıkartılarak Milli Savunma Bakanlığı'na bağlandı.
Askeri hâkimlerin alımı, mesleğe kabulü, disiplin ve özlük işlemleri ile emeklilik işlemleri kuvvet komutanlıklarından alınarak Milli Savunma Bakanlığı'na verildi…
Nihayet, TSK’nın profesyonel orduya geçirilmesi sürecinde askerlik süresi 6 aya indirilirken bedelli askerlik uygulaması da kurumsallaştırıldı.
Bütün bu değişimin anlamı ordu-millet düzeninin yıkılmasıdır. Bu düzende hiçbir komutan askerlerine ölmeyi emredemez. Bu da Türkiye’nin bölgesinde caydırıcı güce sahip sözü dinlenen bir ülke olma konumunu yıpratır.
Soru: Nasıl?
Uluç Gürkan: İngiltere’de The Independent gazetesinin ünlü dış politika yorumcusu Rubert Comwell, 18 Şubat 1999 yazısına şu çarpıcı başlığı koymuştu:
“Türkiye’nin başlıca bir dünya oyuncusu olarak yükselişi…”
Comwell yazısında, o tarihlerde Türkiye’nin “kırılgan bir geçici hükümetle” yönetilmesine, terörün “acısını yaşamasına” ve ciddi ekonomik sorunları olmasına karşın, “bir dünya oyuncusu” olarak ortaya çıktığını şöyle vurgulamıştı:
"Evet, bütün bu sorunlar doğru. Ama Mustafa Kemal’in 1923’te kurduğu devlet, komşuları için yeterince güçlü ve etkili. Bunu Kıbrıs, Yunanistan ve Suriye’ye sorabilirsiniz..”
Yazıda verilen Kıbrıs örneği ile 1997 yılının S-300 füzelerinin Kıbrıs’a yerleştirilmesinin engellenmesi ve Girit adasında depoya kaldırılmasına atıf yapmaktaydı. Suriye değinmesi ise PKK terör örgütünün lideri Abdullan Öcalan’ın bu ülkeden sınır dışı edilmesi ve Rusya, İtalya ile Yunanistan’da barındırılamayarak Amerika’nın aracılığıyla Türkiye’ye teslimiyle ilgiliydi.
Rubert Comwell’in yazısında, Kıbrıs Rum kesimi ve Suriye’yi Türkiye’nin bir dünya oyuncusu olarak yükselişine tanık gösterirken, bu ülkelerin yanında Yunanistan’ı da sıralaması, hem füze krizinde hem de Öcalan’ın Türkiye’ye tesliminde, bu ülkenin işin içinde olmasından kaynaklanmaktaydı. Ötesinde, Türkiye bu iki olaydan önce de Yunanistan’ı Ege’de dize getirmişti. Hem karasularını 12 mile çıkartmasını engellemiş hem de Kardak kayalığını işgal etmesine izin vermemişti.
Rubert Comwell’in Türkiye için yaptığı “yükselen başlıca bir dünya oyuncusu” tesbiti, Washington Orta Doğu Politka Enstitüsü tarafından 1 Ağustos 2000’de yayınlanan Turkey’s New World: Changing Dynamics in Turkish Foreign Policy adlı kitapta yer alan 12 bilimsel makaleyle de doğrulanmıştır.
Amerikan İlerleme Merkezi (CAP) adlı düşünce kuruluşunda kıdemli uzman olan Alan Makovsky ve Türk akademisyen Prof. Dr. Sabri Sayarı’nın editörlüğünü yaptığı bu kitap, Türkiye’nin Yeni Dünyası adıyla Türkçe’ye de çevrilmiştir.
Dönemin Washingyon Orta Doğu Politika Enstitüsü Başkanı Fred S. Lafter ile Yönetim Kurulu Başkanı Michael Stein, birlikte kaleme aldıkları kitabın önsözünde, “Türkiye’nin durağan siyasi bir aktörden daha iddialı bir ülkeye dönüştüğünü” belirtmiş ve kitapta yer alan makalelerin Türkiye değerlendirmelerini şöyle özetlemiştir:
“(…) Türkiye bölgede tek başına üstün özelliklere sahip pivot bir devlettir. Kasım 1999’da Başkan Clinton “Türkiye’de Avrupa ve Müslüman dünyasının barış ve uyum içerisinde buluşabileceğini” belirtmiştir. Türkiye Batı ittifakı içinde Müslüman çoğunluğa sahip tek ülkedir… Türkiye’nin komşu ülkelere yönelik politika yaklaşımları, ABD’nin, sadece Ortadoğu değil başka bölgelere ilişkin politikasını da etkilemektedir…”
Kitabın editörleri Alan Makovski ve Sabri Sayarı, birlikte kaleme aldıkları giriş yazısında, Türkiye’nin “dünya politikasında gerçek bir bölgesel güç ve pivot devlet olarak gün geçtikçe daha fazla ortaya çıktığını” özellikle vurgulamıştır.
Türkiye’nin 1990’lı yıllarda bölgesel bir güç olarak dünya oyuncusu konumuna yükselişi, ekonomisi ve insan gücüyle öne çıkmasının yanında TSK’nın caydırıcı gücüyle de yakından ilgiliydi.
TSK'da terfi ve tayinlere siyasi müdahale Türkiye'nin konumunu ister istemez zayıflatacaktır. Son Yüksek Askeri Şura kararlarında bu müdahale ortaya çıkmıştır.
TSK emir komuta zincirinin yeniden bütünleştirilmesi yanında, okulları ve hastaneleri, sanayi kuruluşları ile birlikte siyasetin dışında kendi gelenekleriyle buluşturulmalıdır.