UYKU HALİ

Çidem Ayözger Ergüvenç

Sakın korkmayın, size rüyalarımı anlatacak değilim. Bilirim anlatan için ne kadar keyifliyse, çok ilginç değilse dinleyenler için aynı derecede sıkıcıdır.

Bütün bu girişten sonra kendimi tutamayıp yine de bir düşümü paylaşmam lâzım. Eşim Cengiz’in dayısı İstanbul Güzel Sanatlar Fakültesinde içmimar olduktan yıllar sonra Mimarlık diplomasını almak için yeniden eğitim yaşamına döndü. Her şey yolunda, yalnızca İngilizce barajını aşması sorun. Bana rica etti; memnuniyetle ders vermeğe başladım. İşler iyi gidiyor; yazılı sınavı cepte, ancak sözlü sınavı için diksiyon sorunları var. Bir hayli sorunu atlattıktan sonra lâf arasında “telephoned” “telefon etti” deyimi araya girdi. Ben ısrarla “telefound” demesini istiyorum, o inatla “tefoun et ” diyor. Epey uğraşmışım ki bilinçaltıma girmiş. Gece Cengiz’le yatıyoruz. Ben uykumda adamcağızdan ”lütfen” sözcüğünü İngilizce olarak söylemesini istiyorum ve uykum arasında “dayı öyle değil “lütfiiin” diyeceksiniz diye sayıklayınca Cengiz uyanda; ne olduğunu sordu “ben artık dayına İngilizce öğretemiyorum, “lütfiiin” diyemiyor” deyip arkamı döndüm uyudum. Ancak izleyen sabah ne olduğunu anlatabildim.

Yeni evliyiz. Salonumuz ve yatak odamız tümüyle Kuzey’e bakıyor ve sıvama cam. Hava kirliliği yüzünden yakıt kısıtlaması var; evimiz güneş de almadığı için kaz damı gibi soğuk. Gece oldu yattık; yorgan, battaniye ısıtıyor ama başım donuyor. Birden aklıma geldi. Ankara’nın soğuğuna karşı kendime tavşan tüyünden bir şapka yaptırmıştım. Isınabilmek için usulcacık kalktım şapkamı giyip yatağa girdim.

Yeni evliyiz ya; ben çalışıyorum, Cengiz çalışıyor, ben daha güç uyanan bir tipimdir, o da benim saçımı okşayarak ilk uyanışa geçmeme yardımcı olur. Elini usulcacık başımda gezdirmesiyle “Anam, yatağımızda bir kedi var!” demesiyle hemencecik uyandım, kedinin benim kafam olduğunu anlattım, o da kendi gözleriyle görmüştü zaten…

Ben zifir karanlıkta uyuyamam. Uykum hafif sayılmazsa da etraf zifir karanlık olunca hemen uyanırım. Televizyonun pilot ışığı, kapı aralığından sızan gece lâmbası falan benim için yeterlidir.

Evlenmeden önce küçük ablam Nurdan’la aynı odayı paylaşırdık. Onun uykusu epey maceralıdır, gece konuşmalarını, uykuda yürümelerini falan epey iyi bildiğim için gece beklenmedik bir şey olduğunda hemen onu sakinleştirmek isterim. Bir gece güzel, güzel uyuyoruz, birden ben zifir karanlık bir odada gözümü açtım. Panikledim. Birden Nurdan’ın da kendini rahatsız hissedeceğini düşündüğüm için başucumdaki lambaya yöneldim. Büyücek yuvarlak bir düğmesi var; sağa ya da sola döndürünce yanıyor, bu arada ortayı geçince tıkırdıyor; ortada ise sönüyor. Lâmbanın söndüğünü sanarak hemen düğmeye sarıldım, sola çevirdim, çok yumuşak; sağa çevirdim yine yumuşak ve bir türlü tık etmiyor. “Nurdan’cığım merak etme şimdi lâmbayı yakacağım” diye söylenirken avucumun içinden davudî bir ses yükseldi. “Başlayacağım Nurdan’a da sana da! Burnumu kıracaksın!” Meğer uyku sersemliğiyle evli olduğumuzu unutup ışığı yakmaya çalışıyorum ve bu arada Cengiz’in burnu el altımda ya onu abajur lâmbası sanıp sağa sola büküp duruyormuşum.

Ben Pakistan Sefaretinde çalışıyorum, Kaan küçük bir çocuk, Cengiz her zamanki gibi iş gezisinde. Evimizin arkasında Mısır Büyükelçiliği var, basıldı. Ben yavrumla iki ayrı odada yalnız yatacağız. Cengiz o günlerde gelecek gibi değil ama anahtarı var, tut ki geldi açar kapıyı girer. Sokak kapısını kilitlemekte bir sorun yok. Ama mutfağımızın balkon kapısı kilitlenmiyor. Ne olur ne olmaz, önüne bir dolap çektim; kapı dışarıdan açılır da baskıncılar eve girmek isterse diye bütün kaşık, çatal, kepçe falan ne varsa dolaba koydum ki dolap devrilirse gürültüden uyanayım. Yetinmedim dolabın üstüne de beş litrelik bir su şişesi yerleştirdim. Her şeye karşın yine eve girecek olurlarsa diye oğlumun odasını kapattım kendi odam açık. Ne olur ne olmaz, nasıl olsa önce açık kapıya girerler diye düşünüyorum. Tedbiri elden bırakmamak için de Cengiz’in yatacağı tarafa ütü, büyük bir makas ve bir kasap bıçağı bir de oklava koydum. Bir gelen olursa kendimizi emniyette hissederek yatıp uyudum.

Cengiz’de evin anahtarı var. Nasıl olduysa gelmiş, kapıyı açmış girmiş. Gecenin bir vakti.Bizim uyuduğumuzu anlamış, mutfağa falan da gitmeden oturma odasında üstünü çıkarmış, yatacak. Ben hiç duymadım. Mışıl, Mışıl uyuyorum. Cengiz beni uyandırmadan yatağa girince önce ütünün sivri tarafı beline batmış,

elini uzatınca makas, kasap bıçağı ve sonra oklava ile karşılaşınca beni uyandırdı. Neden böyle yaptığımı anlattım; ister istemez hak vermişken dışarıdan şiddetli bir rüzgâr balkon kapımızı zorladı ve su bidonu yere düştü. Kalkıp dökülen suları temizleyecektim ama eşim “Bu gece için bu kadar saçmalık yeter, sabah yardımcımız gelince temizler” diye bana engel oldu. Allah razı olsun.

(Nurdan’ın uyku maceralarını anlatsam ikimizi de Bakırköy’e yollarsınız o nedenle bu konuda sessizliğimi koruyacağım.)

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.