Bu hafta salgın sürecine denk gelen 3.köşe yazımı kaleme almak için bilgisayarın başına oturuyorum, dikkatinizi çekmiştir bundan önce COVID-19’u ele aldığım 2 yazıda da iş iyice yoldan çıkmadığı takdirde insanların canıyla uğraştığı bu zamanda sert bir eleştiri yazısı kaleme almayacağımı özellikle vurgulamıştım. Yaşanan son olaylarla hepimiz gördük ki ne zaman siyaset konuşulup konuşulmayacağı, ne zaman aklı selim davranıp davranılmayacağı veya ne zaman konuşulurken sözcüklerin seçilip seçilmeyeceği iktidarın zerre umurunda değil. İş buraya geldikten sonra madem iktidar kanadından herkes dilediği gibi atıp tutma hakkını kendisinde buluyor, madem ben ve benim gibi düşünen belki milyonlarca insanın sağduyu daveti bu devleti yönetenleri zerre kadar ilgilendirmiyor o halde biz de yazacağımızı yazar, konuşacağımızı konuşuruz. Kriz günleri yaşıyorken toplumumuzun beraberlik duygusu zarar görmesin diye getireceğimiz eleştirileri getirmedik, kendimize sakladık ama buna cevaben trollerin saldırılarını, bakanların taraflı açıklamalarını, çalışan belediye başkanlarına baskıyı gördük. Böyle bir zamanda bile iktidardakiler ve onların paralı trolleri, iktidar tetikçileri, iktidar yandaşları hiç çekinmeden bireyler arasında kopmaya sebebiyet verebilecek hassas bağları kurcalamaktan geri durmuyorlar. Böyle bir zamanda bile olur da muhalefetin söyledikleri ulusu memnun eder de oy kaybederiz diye elden sopayı düşürmeyi ihmal etmiyorlar. Muhalefet partileri sürece müthiş hassasiyetle yaklaşıp samimiyetle çözüm önerisi peşinde koşarken bu toplumu, makamların menfaati için 3-5 oy için birbirine düşürenlere ben 20 yaşında bir genç olarak yazıklar olsun diyorum! Uzatılan zeytin dalını kırmaktan başka, kavga çıkarmaktan başka, kaostan beslenmekten başka bir şeyden anlamıyorsunuz! Ne kadar yazık bu hastalıklı düşünce yapınızı gördükçe sizin için üzülüyorum, size acıyorum!
Yavuz hırsız ev sahibini bastırır atasözünü çocuklara Erdoğan VTR’siyle anlatsınlar
Küresel ölçekli bir krizle karşı karşıyayken, insanlığın geleceğini şekillendirecek ciddiyette, insanlık tarihinin sayılı olayları arasına adını yazdıracak böyle bir süreç yaşanırken bu devletin vatandaşları belki de uzun süre sonra ilk defa iktidardan bir şey istediler. Ne iktidardan ağzıyla kuş tutmasını istediler ne de altın yumurtlayan tavuk istediler en temel vatandaşlık haklarını talep ettiler. Bu istek neydi biliyor musunuz? Bu istek 18 senedir oy vererek iktidara taşıdıkları ve orada tuttukları yöneticilerden bu olağanüstü hal durumunda destek görmekten ibaretti. 10 Sene boyunca hangi motivasyonla ülkemize kabul edildiği halen belli olmayan mültecilere milyarlarca dolar parayı harcayan iktidar bugün resmen koltuğuna yaslanıp ulusunu kaderine terk etmiştir. Dışarı çıkmayın diye ikaz edip durduğunuz ama evde evlatlarının karnını doyurmak için her gün çalışmak zorunda olan vatandaşlarınıza mültecilere baktığınız kadar bakamadınız. İşte tek millet, tek devlet, tek din diyenlerin Türkiye’ye getirdiği hal ortada; dünya alarma geçmişken devletinden uzanacak eli bekleyen vatandaşların karşısına avuç açan ‘’3-5 Demeyelim, boş geçmeyelim.’’ diyen bir Cumhurbaşkanı çıktı. İnanın bunun eşi benzeri hiçbir yerde yaşanmadı, geçin Avrupa ülkelerini falan o beğenmediğimiz Afrika ülkelerinde bile Cumhurbaşkanı çıkıp kriz yönetebilmek için halkından para istemedi. Bundan 2 sene önce IMF’e borç verdiği yalanlarıyla toplumunu kandırıp oylarını tutmakla meşgul olan Sayın Cumhurbaşkanı belki de ilk kez vatandaşları bu kadar çaresizken ve ondan yardım beklerken kolonyayla duayı icraata yeğlemiş bir şiir okuyup bir de yardım kampanyası başlatmıştır. Evet vatandaşlardan aldığı vergilerle kendisine yazlık, kışlık, baharlık diye ayrılmak üzere onlarca saray diken Sayın Cumhurbaşkanı tüm bunlar yaşanırken sarayında altın kadehlerde su içen, altın işlemeli tabaklarda yemek yiyen, altın işlemeli yastıklara başını koyan Sayın Cumhurbaşkanı kriz anında vatandaşlarının en temel ihtiyaçlarını karşılamak yerine ekranlara çıkıp vatandaştan para istemeyi yeğlemiştir. Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır diye boşuna söylememişler. Şimdi TRT EBA’dan uzaktan eğitim yapılıyor biliyorsunuz ben Türkçe dersinde Atasözleri konusunda alıştırmalar yapılırken ‘’Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır.’’ atasözünün anlamını daha kolay kavratabilmek için Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir VTR’sinin hazırlanıp yayınlanmasını ilgili makamlara öneriyorum. Umarım dikkate alırlar böylece hem çocuklar bu atasözünün anlamını tam anlamıyla muhatabını izleyerek kavrar hem de Sayın Cumhurbaşkanı sonunda bu bahaneyle rahat rahat çocuklara propaganda yapar ve rahatlar.
Uzlaşı İttifakı artık bir seçenek değil zarurettir
Daha önce defalarca kez yazdıklarım giderek anlam kazandığı için bir kez yazmak istiyorum AKP planlı olarak düşünmemeyi, sorgulamamayı, konuşmamayı öğütlüyor vatandaşlara bu durum da AKP döneminin, Türk ulusunun ikinci istibdat dönemi olarak kayıtlara geçmesine neden oluyor. AKP bu toplumun yumuşak dokularını iyi biliyor, buralara zarar vermenin toplumu berbat edeceğini bile bile oy konsolide edebilmek için toplumun hassasiyetlerini, mukaddesatını kampanya unsuru haline getiriyor. AKP, vatan sevgisini, dini, milliyeti ve bunun gibi pek çok siyaset dışı kalması gereken kavramı miting meydanlarına taşıyarak insanların temiz duygularını sömürüyor. Tüm bunların yanında baskıcılık ve partizanlık toplumun her kurumuna yansımış durumda medya sektörü özgürce çalışamıyor, çalışamadığı için de vatandaşlar yandaşlığın da ötesinde tarifi zor tablolarla karşı karşıya kalıyor. Devlet dediğimiz tüm toplumun kuşatıcısı olan aygıt AKP’nin teşkilatının bir parçası haline gelmiş durumda iktidar partisinden birilerinin referansı olmadan insanlar devlet kadrolarına gelemiyorlar gelseler dahi rahatça çalışmaya fırsat bulamıyorlar. Bu iktidar bu kısır döngüyü işin başından beri kurgulasa da son 7 senedir zirvesini yaşıyor ve her gün daha da rezalet bir hal alıyor diyebiliriz. 2016 Darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL akabinde gelen referandumla birlikte OHAL iklimini ülkenin normali haline getiren bu sistemle demokrasi geleneğimize de mil çekilmiş oldu. Tabii bu sürece gelirken muhalefetin yakın zamana kadar akıllıca hareket etmeyi bir türlü başaramayıp sürekli AKP’nin oyun kurucu rolü üstlendiği arenada sayısız defa tongaya düşmesini de göz ardı etmemeliyiz. Tüm bunlar yaşanırken halen AKP’yi çözüm olarak gören eğitim düzeyi düşük vatandaşlarımızın yanında nemalandığı nimetlere uzandığı kanal kesilmesin diye bu iktidarın Türkiye’ye neler kaybettirdiğini, Türkiye’yi ne hallere düşürdüğünü göre göre değirmene su taşıyanları da aynı şekilde göz ardı etmemeliyiz. Bu sayıp dökmelerin neticesinde diyorum ki bu saatten sonra daha demokratik, daha adil, daha insani, daha akılcı, daha ilerici, daha çağdaş ve daha yaşanabilir Türkiye için hayal kuran tüm siyasetçilere düşen ödev acilen teferruatı bırakarak bir araya gelmekten başka bir şey değil. Toplumdaki tüm kesimleri, tüm düşünceleri, tüm inanışları, tüm renkleri, tüm bireyleri temsil eden geniş tabanlı bir Uzlaşı İttifakı kurulmalı ve bu ittifakın tartışmasız hedefi de temel birkaç prensipte birleşip ülkeyi normalleştirmek olmalı. Bu prensipler de toplumu barıştan dil, güçlendirilmiş parlamenter sistem, adalet, liyakat, şahsi fantezileri değil devletin ikbalini hedefleyen akılcı dış politika, siyaset üstü eğitim politikaları, israfı ve dışa bağımlılığı reddeden üretime dayalı ekonomi modeli olmalı. Bu prensipler etrafında sağlanacak geniş bir uzlaşım artık ülkemizin geleceği için bir seçenek değil zarurettir. Ekonomi yönetimindeki başarısızlık, dış politikadaki anlamsız yalnızlık, işsizlikteki tarihi artış, insan hakları endeksindeki çakılma derken COVID-19 sürecindeki başarısızlığı da göz önüne alırsak önümüzdeki seçimlerin iktidar için tehlikeli ve muhalefet için de avantajlı olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz. İş bu raddeye gelmişken anlamsız detaylara takılıp kalan muhalifler istemeden de olsa bu memlekete kötülük yapmış olacak. Bu bahsettiğim uzlaşmanın sağlanmasıyla kurulacak Uzlaşı İttifakı vatandaşın karşısına sadece kuru söylemlerle değil ciddi eylem planlarıyla ikna edici bir biçimde çıkarak Türkiye’nin yarınlarını şekillendirebilir, Türkiye’yi bu beladan kurtarabilir. Biz de 3-5 sene sonra bugünlerimizi talihsiz anılar olarak nitelendirip yaralarımızı sararken Türkiye’nin yüzünü yeniden aydınlık yarınlar istikametine dönüşünü keyifle kutlayabiliriz, inanır mısınız sevgili dostlar ben bu anı iple çekiyorum! Şu zihniyeti yolcu edeceğimiz anı iple çekiyorum! Değişimi iple çekiyorum, iple. Ama merak etmeyin yakındır, yakın…