2013 yılında bir yaz günü Eskişehir’den Ankara’ya giden hızlı trende başörtülü bir hanım ile CHP’li üst düzey bir adam arasında yaşanan tartışma, basına yansımış; mezkûr hanım, sosyal medya hesâbından şöyle bir mesaj yayınlamıştı:
“Hızlı trende vatan hâini! Beni de linç edeceklerdi ama Allah, ayaklarına dolandırdı.”
Haber7.com ve Yeni Akit gibi gazetelerin haberlerine göre, sözlü saldırıya uğrayan kadın, tren personelinin müdâhalesiyle fiili saldırıdan kurtulmuştu.
İktidara muhâlif medyada ise haber, tam tersiydi. Mezkûr hanım, CHP’li şahsı dinlemek için yer değiştirip önündeki sıraya geçmiş; koltukların arasından kulak kabarmıştı. Sonra ayağa fırlayıp telefonda Gezi olayları hakkında konuşan adama, “Yalan söylüyorsun! Polis, kimseye zarar vermiyor! Hem bunları söyleyeceksin hem de bizim yaptığımız hızlı trene bineceksin. Git, kara trene bin!” diye bağırmıştı. Bununla da yetinmeyip akşam haberlerine şov hazırlığı yapınca CHP’li isim ve yanındakiler, Sincan’da trenden inmişlerdi. Daha sonra sözlü ve fiili saldırı sebebiyle dâva açan hanıma saldıranlardan birinin o gün trene binmediği de ortaya çıkmıştı.
“Bunların yaptığı Marmaray’a binmem” diyen Yılmaz Özdil, konu hakkında kaleme aldığı köşe yazısında, hızlı trenin niye hepimize âit olmadığını anlayamadığını yazmış ve yandaş medyaya şöyle bir çağrıda bulunmuştu:
“Başörtülü bacımıza trende saldırdılar fiyaskosundan bi şey tutturamayacağınız belli. Sincan’da indiklerine göre, kesin 28 Şubatçıdır bunlar. Bence ordan deneyin!” (24 Temmuz 2013-Hürriyet)
Anlattığım hâdisenin kahramanları, o zaman TBB Başkanı olan Metin Feyzioğlu ve AK Partili bürokrat Mehmet Ceylan’ın eşi Zâhide Ceylan’dı.
Trenden kovulan Metin Feyzioğlu, Halk tv ekranında da yayınlanan bir panelde “O zaman Cumhuriyet’i biz kurduk” diyerek Zâhide Hanım’ı, ülkeden kovmuştu.
İlginç değil mi? Şu özgüvene bakar mısınız? Biri, hızlı trenden kovuyor; diğeri ülkeden.
Yılmaz Özdil’in, “Büyük adam olmaya özenen zihniyet cücelerinin ülkesinde adam gibi adam kalmayı başaran adam.” diye övdüğü (22 Ocak 2014-Hürriyet) Feyzioğlu, 10 Mayıs 2014’de Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada sözü uzatıp siyâsete getirince Başbakan Erdoğan, “Böyle edepsizlik olmaz!” diyerek salonu terk etmişti. Erdoğan’a destek olan Akşam yazarı Emin Pazarcı’nın Feyzioğlu’na hitâben sorduğu, “Kimsin sen?” (12 Mayıs 2014-Akşam) sorusuna Sabah gazetesi, “testereli dâvânın avukatı” olduğu cevâbını vermiş; Yeni Akit gazetesi ise Feyzioğlu’nu, testereli fotoğrafı eşliğinde “kâtilin avukatı” ilân etmişti:
“Testerelinin şimdiye kadarki vukuatları ile kim olduğu zaten ortada değil mi? Kâtilin avukatlığı için 1 milyon dolar alan biri, “Van’daki konteynır” diye başlayıp oradakiler üzerinden hükümete ayar vermeye kalkabiliyor. Bunun ne olduğunu daha önce bu sayfada belirtmiş, tiynetini geçmiş târihlerde ortaya koymuştuk. Karşı çıktığı ‘hızlı tren’e binmekten utanmadığı gibi o trende başörtülülere karşı edepsizliğinden tutun da ‘avukatlık yapıyorum’ diyerek yaptığı içki tellallığına kadar çeşitli hukuksuz davranışları da ortada.” (13 Mayıs 2014-Yeni Akit)
Şimdi…
Köprünün altından çoooook sular aktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine edepsizlik eden; avukatların başörtüsüyle dâvâlara girmesine Danıştay’ın izin vermesini sindiremeyen Feyzioğlu’nu Lefkoşe Büyükelçisi atadı.
Feyzioğlu’na hakâret dâvâsı açan ve önce vekil, sonra bakan yardımcısı eşi olan Zâhide Ceylan’ın gıkı çıkmadı.
Emin Pazarcı’nın gıkı çıkmadı.
Yeni Akit’in, Haber7’nin, Sabah’ın gıkı çıkmadı.
“Bizi mahvettiniz, hayattan kovdunuz. Tabuta giren arkadaşlarımız oldu” diye CHP’nin başörtüsü teklifini reddeden Kültür Bakanlığı müşâviri ve Star yazarı Avukat Sibel Eraslan’ın gıkı çıkmadı. (Bir hayli hayatttan kovulmuş dediğinizi duyar gibiyim.)
Elbette Yılmaz Özdil’in de gıkı çıkmadı. Hepsi, lâl ü ebkem kaldı.
İBİŞLİK DE BAŞA BELÂ
Eskiden ahmakça işler yapanlara çok rahatça, “geri zekâlı!” derdim. Sonra zekâ geriliğinin Allah vergisi olduğuna kafam bastı. Ayrıca âilesinde böyle bir sıkıntı olanların bu lafı duyduklarında nasıl incindiklerini fark edince dilime sâhip olmaya başladım. Yalan yok, ahmakça işler yapanlara geride yine böyle söyleniyorum. Özellikle bir kısım köşe yazarlarını okurken kendimi tutamıyorum.
“Tenhâda söylemesi kolay. Yiğitsen yaz!” derler adama. “Neme lâzım! Niye ağrısız başıma çaput sarayım?” desem de dil gibi, kalemi kontrol etmek de bâzen imkânsızlaşıyor. Mübârek nesne, ele alınca masada durduğu gibi durmuyor.
Kızınca suç olmayacak sıfatlar kullanmak, en kestirme yol. “Omurgasız Tufan”, “yalayut” zevkle kullandığım sıfatlar. Tufan, Gülse Birsel’in; Yalayut, Güldür Güldür’ün îcâdı.
Fakat bâzen bu sıfatlar da karşılamıyor, bir kısım yazarların hâl hareketlerini. Düşündüm düşündüm, “İbiş” geldi aklıma. Küçükken seyretmiştim. Konağın beyi, kıymetli şeylerin olduğu odanın anahtarını evden çıkarken çekmeceye koyuyor. Uşağı İbiş’e, “Aman kimseye söyleme!” diye tenbih ediyor. Eve hırsız giriyor. İbiş, hırsızı görünce, “Anahtar çekmecede değil” diyor.
Yeni Akit Ankara Temsilcisi Hacı Yakışıklı, Feyzioğlu atamasını savunduğu yazısıyla İbiş’i aklıma getirdi.
“Davutoğlu, Babacan, Gül gibi isimlerin kendi yolunu seçme hakkı var da Metin Feyzioğlu ve Mehmet Ali Çelebi’nin kendi yolunu seçme hakkı yok mu? Üstelik birileri size “siyâsî açıdan” muhâlefet etti diye onlarla sonsuza dek kötü olmak zorunda mısınız? Onlar sizinle yol yürümek isterse hayır mı diyeceksiniz? Onları terk mi edeceksiniz?... Feyzioğlu’nun başarısı, aynı zamanda hem Türkiye’nin hem KKTC’nin başarısı olacak.”
Adam, “zillet” diye karaladıkları Millet İttifakı’na hak vermiş ve başarısının Türkiye’nin başarısı olacağını müjdelemiş.
Helâl olsun!