Yanılgılar

Çiğdem Ergüvenç'in yeni yazısı...

Yanılmak insanlar için, insan olduğumu en çok böylesi durumlarda anlarım. Yanıldığım kadar, hiç de kötü niyetim olmadan yanıltırım da. Okul yıllarında çok sevdiğim bir arkadaşım sözlüye kalktı. Bizim zamanımızda öğrenciler sözlü sınav için tahtaya kaldırılırdı. En ön sırada oturuyorum ve sözlüdeki arkadaşlarıma yardım için onlara kopya veriyorum. Bir arkadaşımız sınavda bir soruda takıldı, yanıtı ben de bilmiyorum ama hemen notlarıma baktım ve hocamıza hissettirmeden fısıldadım. Heyecanla sorulan rakamı bir sıfır eksik okumuşum, öğretmen arkadaşımıza kötü not verdi. Çocukcağız yalvar yakar bir hak daha istedi, öğretmen kabul etti, ben kendisinden binlerce kez özür diledim. İzleyen ders tekrar tahtada, konumuz İç Anadolu Bölgesi. O vakte kadar sular seller gibi soruları yanıtlayan öğrenci bir soruda yine takıldı. Hatamı telâfi etmem lâzım, hemen yine notlarıma başvurdum, yavrucak yine bana inandı ama ne yazık ki bu kez de Doğu Anadolu Bölgesinin yanıtını vermişim. Neyse ki öğretmen not kırmadı ama dersten sonra arkadaşım yanıma geldi, “Çiğdemciğim iyi niyetinden hiç kuşkum yok ama bir daha sakın bana kopya verme” dedi. Rahmetli anneannemin sözüdür, aptal dostum olacağına akıllı düşmanım olsun.

İyi niyetli insanları severim, bazen hoş yanılgılara düşerler. Cengiz’le yeni evliyiz, bir gün tartıştık, birkaç saat karşılıklı surat astık. Derken bir arkadaşımız uğradı onun yanında küslük olmaz, Cengiz dedim bu yüzden boşanmayacağımıza göre bari barışalım, ilk adımı ben atıyorum. Arkadaşımız, Çiğdem ne kadar uysalsın demişti. Bu lâfı bilmem bir daha duydum mu?

Her zaman bilmeyerek değil bazen de bilerek insanları yanıltmam gerekir. Can dostlarımız, ailemizin birer parçaları Tamay Hanım ve eşi rahmetli Erdoğan Berker’le Brezilya’ya gittik. Bitki örtüsü nedeniyle karayolu taşımacılığı yok, en uzak yerden en yakınına kadar uçakla gidiliyor. Varik Havayolları o günlerde en iyi yemek servisini veriyor. Uzunca bir yolculuğumuzda yine kalabalık bir menü önümüze geldi. Mikropluğum tuttu, biraz da arkamızda oturan dostlarımıza duyuracak biçimde, galiba domuz eti ikram ettiler ama çok da lezzetli dedim. Dostlarımız esas yemeklerini bize verdiler. Cengiz bana kızdı, ama olan olmuştu; bizim güzelim yemeklerimizin geri kalanını onlara verdi ama neyse ki hepsini almadılar.

Ellili yaşlarımdayım, tulumumu giydim, sırt çantamı aldım, lâstik pabuçlarım ayağımda yürüyüşe çıktım ki on sekiz yirmi yaşlarında bir çocuk baktım peşime takılmış. Yolda oyalanıyorum o da duraksıyor, vitrin bakıyorum oralı değil. Epey önlü arkalı gittikten sonra bir optik mağazasının önüne geldik, ben içeri girmek üzere davranınca o da vitrine yapıştı. Kapıyı açtım, delikanlıyı göstererek içeri seslenip, bu genç beye uygun bir gözlük verebilir misiniz, sanırım beni genç biri zannediyor dedim. Çocuk koşar adım uzaklaştı, bizler gülüştük.

Buna benzer bir şey daha olmuştu ama sonu benim için hüsran oldu. Yine gençten bir delikanlı yanılıp peşime düştü; bir süre sonra yanıma gelmesini beklemek için durakladım, oğlum ne iş? diye soracağım, fırsat kalmadı, ayol koca kadınmış dedi yanımdan kaçar adım uzaklaştı.

Küçük ablam da ben de henüz evli değiliz, bir bayram günü İstanbul’dan kuzinim ve eşi ziyaretimize gelirken iki paket çikolata getirdiler, biri bize diğeri bizden sonra gidecekleri yere. Ben mutfakta kahve yaparken Nurdan geldi ve getirdikleri paketi açıp onu da ikrama eklememiz gerektiğini söyledi gitti. Benim kıyafetim uygun değil ki gidip alayım. Konuklarımızın vestiyere koyduğu paketi bizim sanarak şemsiyenin ucuyla ve kendimi hiç göstermeden çekerek aldım. Meğer annem o arada bize gelmiş olanı açıp ikram etmiş bile. Ben öbür çikolataları da alırken kuzinim görmüş, çok şaşırmış ama rahmetli kadıncağız kibarlığından bir şey söylemeye çekinmiş. Tam ben paketi açarken Nurdan canhıraş mutfağa geldi paketi açmamamı, bizim olmadığını söyledi. Bunun üzerine ben aynı şemsiye ile paketi yerine gönderdim. Kadıncağız bu kez hem aynı biçimde şaşırmış hem de herhalde ferahlamıştır sanırım.

Bazı yanılgılarım şaşkınlık mertebesine ulaşmıştır. Pakistan Büyükelçiliğinde çalışıyorum, sefir ünlü gazetelerden birinin ziyarete giderken beni de çevirmen olarak yanında götürdü. Pür dikkat çeviri yapıyorum, grup biraz kalabalık. Çay ve yanında ufak tefek atıştırmalıklar ikram edildi, benim ne bir lokma yemeğe ne de bir yudum çay içmeğe fırsatım var; onlar yiyip içerken ben baktım. Tavuklar gibi iki işi birden yapamadım. Eziyetim bitip Büyükelçiliğe döndüğümüzde çaylarımızı yapan arkadaşa kupamı götürdüm ve bana çay göndermesini rica ettim. İşim çok, çaycı arkadaş beni arayıp bir şeyler söyledi ama başımı kaşıyacak vaktim yok, dinlemeden geçiştirdim. Çayımdan içtikten sonra da telefon açık, az önce kısa kestiğimden mahcup, içtiğim en güzel çayı yolladığı için teşekkür ettim. Ama sana telefonda söylemiştim çay bitti sana sıcak su yollamıştım, kahveni koy öyle iç diye demez mi? Kupam kahverengi içindeki suyu da çay sanmışım. Olsun, siz niyete bakın.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri