Birçok ebeveyn çocuklarını ne kadar erken eğitirse o kadar iyi olacağını düşünür. Hayatın bir yarış
olduğuna inanır; çocuklarının erken konuşması, erken yürümesi, erken okula başlaması, sınıf
atlayarak üst sınıfa geçmesi onlar için bir övünç kaynağıdır.
Halbuki böylesi yetiştirilmiş çocuklar, çocuklukları olmayan, duygusal yoksun kişilerdir. Duygusal
yoksun bireyler, sürekli kendi başarılarını anlatan, çocuklarının dünyasına empati kuramayan
ebeveyne dönüşürler. Pedagog, Adem Güneş
Hep bir acelecilik… hep bir mücadele…
Telaşın çepeçevre her yanımızı sardığı bu yaşlı yer kürede dalga dalga kendimizi bir yarışmanın
içinde tahayyül ediyor, attığımız her adımın çevremizde yarışı kim kazanacak? sorusunu
cevaplamaya çalışıyor ve alabildiğine içselleştirdiğimiz bu endoktrinasyonu çocuklarımıza hayat
tecrübesi olarak yansıtıyoruz ve onların da birer yarış atına dönmesi için mücadele ediyoruz.
Komşu komşusuyla yarış halinde, evde karı koca yarış halinde doğal olarak kardeşler kıyaslanarak
yarışmaya zorlanıyor; toplum kendi katmanları içinde gizil bir mücadele içinde.
Benim en yadırgadığım eşlerin kendi aralarındaki rekabeti. Iki yetişkin insan evlenmeye karar
verdiyse, aile olmaya karar verdiyse okumuş-okumamış, zengin-fakir, becerikli-beceriksiz, vb. gibi
yarışa özendirici ihtilafların aile yapısını tahrip ettiği, bir kısmının bu mücadele sonucunda ayrılığa
gitmesi, masum çocukların bilinmezlik gayyasında cehenneme itilmelerini getiriyor. Eşlerin
rekabetçiliği ailenin altındaki dinamit gibidir, ne zaman paylayacağı belli olmayan. Demoklesin kılıcı
gibi hep bir huzursuzluğun sebebi olarak aile yapısının tepesinde sallanmaktadır.
Aynı yetişkin insanların kendi içlerinde yaşadığı bu mücadeleyi arkadaş-dost-komşu gibi toplum
kesimlerinde de “benim çocuğum daha zeki, yetenekli” gibi çocuklarını yarış atına çevirmeleri,
bitmek bilmeyen kıyaslamaların önü alınamazsa hırs oranında aile içi-toplumsal skalada uyumsuzluğu
getiriyor, sosyo-patolojik endikasyonlarıyla toplumun cinnetine kapı aralıyor.
Haberleri izleyemiyoruz. Adeta toplumun cinnet fotoğrafı çekiliyor ve her akşam yenileri
eklenerek toplumsal hazırbulunuşuk özetleniyor.
Kötü-iyi her zaman vardı ancak toplumun yarış atına döndürüldüğü ve kıyaslamanın nirvana yaptığı
bu dönemde illegalite prim yapıyor ve yasal yolların daralmasıyla adaletsizliğin hortladığı bir
dönemi idrak ediyoruz.
İdrakine varılmamış bir yalnızlık hakkında konuşabilirsin ama yalnızlığının idrakine varırsan sükut
etmekten başka çaren kalmaz. Dücane Cündioğlu
Adem Güneş’in dediği gibi çocuklarını araca dönüştüren ve yarış atı gibi kendi egolarına meze yapan
ebeveynlerin çocuklarıyla gönül birlikteliği kuramamaları sonucu çocukların büyüdüklerinde
ebeveynlerini benimsemedikleri için yaşlılıklarında sahip çıkmadıkları çok sayıda örnekle
mevcuttur. Huzur evlerinde olan ihtiyarların çoğunun çocuklarının çok iyi konumda oldukları ama
kendi anne babasına bakabilmekten imtina ettikleri malesef her yerde karşımıza çıkmaktadır.
Idrakine varılmamış bir çocuğun başarısı hakkında, geldiği konum hakkında çeşitli hayaller kuran
ebeveynlerin sonuç olarak hedeflediği konuma erişince kendilerine geri dönüşü olmayan ilgi ve
sevginin-saygının yokluğu karşısında derin hüzünlere ve hayal kırıklığına uğramaktadır.
Çocuklarını yarış atına çevirip bir an evvel bir yerlere yetiştirmeye çalışan ebeveynlerin mücadele
sonunda bir yere ulaşamadıkları görülmüştür.
Benim içimi ısıtan şu cümle hep kulaklarımda çınlamaktadır:
“Oğlum-kızım, biz seni sen olduğun için seviyoruz, sınavı kazansan da kazanamasan da sen bizim
evladımızsın ve seni koşulsuz seveceğiz.”
https://www.linkedin.com/in/bestamibozkurt/
BESTAMİ BOZKURT