Pasarofça Anlaşması ile 21 temmuz 1718 tarihinde başlayıp 28 Eylül 1730 tarihinde Patrona Halil İsyanı ile sona eren Lale Devri ‘zevk ve sefa’ devri olarak da bilinir.Lale Devri yaşam biçimini değiştirme etkinliklerinin yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemde yapılan çeşmeler yanında, İbrahim Müteferrika da Avrupa’dan matbaayı getirmiştir. Ayrıca yine bu dönemde tulumbacılar adı verilen itfaiye ocağı kurulmuş ve çiçek hastalığına karşı aşı uygulaması yapılmıştır. Bunlar olumlu gelişmeler.
Ancak halkın büyük kısmı zor durumda iken bazı devlet büyüklerinin İstanbul’da rahat bir yaşam sürmeleri eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep teşkil etmiştir.İran savaşı sonrası Sultan'ın fethedilmiş kaleleri para karşılığı sattığı söylentisi üzerine alınan tüm tedbirlere rağmen yeniçeri Patrona Halil öncülüğünde isyan başlatılıp asilerin isteği üzerine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilmiş, dönemin padişahı III.Ahmet ise tahttan indirilip yerine I.Mahmut getirilmiştir.
Helva ziyafetleri,musiki şölenleri,hanedan mensuplarının sünnet ve evlilik düğünlerinin şatafat içerisinde haftalarca sürüp zevk ve sefaya dönüşmesi, lüks tüketimin artması, sarayın ölçüsüz harcamasına kaynak temini amacıyla konulan aşırı vergiler,başta ulema olmak üzere halkı gerip isyana altyapı hazırlamıştır.Sadrazamın akrabalarından oluşan bir ekip kurup bunları önemli görevlere getirmesi de tepki çeken nedenlerden birisi olmuştur.
Lale Devrinde başlayan gösteriş eğlence düşkünlüğü ve ısraf uzun yıllar devam edip Tanzimat devrinde de varlığını sürdürmüştür.Üretimsizlik ve aşırı tüketim eğilimi Osmanlıyı içinden çıkılmaz bir borç batağına sürüklemiş yabancı kaynağa mahkum etmiştir.Hatta bir kısım devlet varlıklarının satışı dahi öngörülmüştür.Nitekim iktisat tarihimizde özelleştirme teşebbüsünün ilk ciddi örneğide Tanzimat dönemi sadrazamlarından Ali Paşa olmuştur. Ali Paşa; o gün itibariyle;devletin elindeki sınırlı tesis ve işletmelerin satılmasını hatta yabancı sermayeye açılmasını gerekirse bedava verilmesini böylece finansman ve teknoloji temin edilerek üretim ve kalitesinin yükseltileceği inancını taşıyordu.
Hatta bir ülkenin bağımsızlık haysiyetiyle bağdaşması mümkün olmayan yeni çözümler öneriyordu.Bu çözümler içinde vergi gelirlerinin özel teşebbüs tarafından toplanması yanında,ağır savaş gemilerinden oluşan donanmanın özelleştirilerek devlete yük olmaktan kurtarılmasını öneren Ali paşa, devletin savaş gücünü özel şirkete devredecek kadar özelleştirme yanlısıydı.
Hatta özelleşme düşkünü Ali Paşa'nın askerin kışlasını satıp, ordu tarafından kiralanmasını bazı çevrelerde dile getirdiği bilinmektedir. Şimdi de devletin binaları satılıyor, bazı devlet daireleri yeni ve lüks binalara yüksek meblağlı kiraya çıkıyor.
Ali Paşa Osmanlı donanmasının özelleştirilmesini isterde; o günlerin özlemini çekenler,tank-palet fabrikasının işletme hakkını yabancılara devretmez mi. Ali Paşa zihniyeti devam ettiği müddetçe stratejik varlık ve tesislerimizi yabancı sermayeye peşkeş çekme süreci devam etmektedir ve edecektir. Nitekim son yıllarda devletin çok önemli tesisleri olan Sümerbank, Etibank, TEKEL, Tüpraş, Petkim, Tügsaş, SEKA, Çitosan, Alüminyum ve Demir Çelik İşletmeleri, Bakır İşletmeleri, ORÜS, bir kısım enerji tesislerinin dağıtım işlemlerinin vb. de yok pahasına özelleştirme ve yabancılaştırma suretiyle elden çıkarıldığı bir gerçektir. Bu uygulamaların önüne geçebilecek gerekli birikim,mantık, düşünce,duygu ve milli hassasiyete sahip kadrolar ülkemizde ziyadesiyle vardır. Önemli olan bu kadrolara gerekli fırsatın verilmesidir.