Gazetemiz / haber sitemizde aynı zamanda köşe yazarlığı yapan Eğitim Yöneticisi ve Araştırmacı Yazar Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU yurt çapındYazarımıza İl il ilçe ilçe kurum kurum dolaşarak sürdürmekte olduğu “İnsan İnsana Emanettir” Projesi pandemi nedeniyle aksayınca bu kez “Gençlik için el ele” projesi ile şu ana kadar yayımlamış olduğu 30 kitaptan oluşacak tüm eserlerini başta Ortaöğretim Kurumları olmak üzere Halk Eğitim merkezleri, Mesleki Eğitim Merkezleri, Ceza ve Tevkif evleri olmak üzere ülke geneli tüm kurum kütüphanelerine ücretsiz yollamaya başladı.
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Sadıkoğlu şöyle dedi;
“2017 yılından beri il il ilçe ilçe kurum kurum dolaşarak başta gençlerimiz olmak üzere insanlarımız yeniden milli ve manevi dinamiklerle buluşturmak ve mevcut olan bu dinamiklerin üzerindeki kiri pası kaldırmak gayesiyle sürdürdüğümüz İnsan İnsana Emanettir projemiz malum pandemi süreciyle sekteye uğradı.
Ancak özellikle ziyaret edilen 21 il ve 196 ilçedeki gençler tarafından söyleşi ve konferanslar esnasında imzaladığım eserlere yoğun ilgi var. Yaşadığımız çağa olan borcumuzu ödeme gayesiyle şu süreçte ne yapabilir, bu eserleri gençlerimize nasıl ulaştırabiliriz diye düşündük ve şu ana kadar yayımlamış olduğumuz eserlerin üzerine yeni eklenecek eserleri de ekleyerek toplamda 30(otuz) adet eseri okul ve kurum kütüphanelerine ücretsiz bir şekilde ulaştırma gayretine giriştik.
Konuya ilişkin bürokratik süreci atlattıktan sonra bu yükün altına elimizi sokup yürek teri dökecek ve en azından kalemimiz ve kelamımızın şükrünü eda etmiş olacağız.
Çalışma İl valilikleri ve İlçe Kaymakamlıklarımızdan alınacak onaylar ve vatandaşlarımızın desteğiyle umut ediyorum ki başarıya ulaşacak ve başta tüm liselerimiz olmak üzere Halk Eğitim Merkezleri, Mesleki Eğitim Merkezleri, Kadın sığınma evleri, Ceza ve tevkif evleri olmak üzere tüm kurum kütüphanelerine birer set kitabı Haziran 2021 tarihine kadar ücretsiz ulaştırmış olacağız.
Zira biliyor ve inanıyoruz ki hepimizin ortak amacı; sahip olduğumuz manevi mirasın altında güçlü temellere oturtulmuş kültürümüzü, bugünün teknolojisine entegre ederek çağdaş yaşamın baş döndürücü hızını ayak uydurabilecek bir eğitim sistemi kurmak olmalıdır.
Ama hepinizin malumudur ki; özellikle şu anki neslimiz milli ve manevi dinamiklerimiz ile anne ve babalarından daha az temas kurdu; hatta yeni neslin bir kısmı tamamen temassız ve rüzgârda savrulan yaprak gibi bitmek tükenmek bilmeyen bir değişimin, kulakları ve kalpleri sağır eden uğultusu içinde oradan oraya sürükleniyor.
Siyaset, ekonomi, sosyal medya, eğlence ve teknoloji gibi birçok alan, gösterdiği gelişmelerle sürekli dikkatimizi çekmeye ve kendine yöneltmeye çalışarak kalplerimize ve maneviyatımıza hücum eden birer düşman gibi kıyasıya yarışıyorken geleceğimizin sesi çocuklarımızı bu hengâmede kaybediyor; sessiz çığlıklarını bu koca kalabalık içinde duymuyoruz.
Bakış açımızı daraltıp, tüketme hırsımız arttıkça da hayata değmeden yaşamaya, dönüştürmeye, tepeden hayat tarzları dayatmaya, çocuklarımızı “adam” etmeye çalışıyor; dünya tarihini şekillendiren manevi dinamiklerimizi, mümbit coğrafyamızın ana vatanı olduğu medeniyet iddiamızı atlayarak köklerimizden uzak göklere yükselme sancısıyla kıvranıyor, köksüz ağacın meyve vereceği hayaliyle ömür tüketiyoruz. Üstelik ardımızda sayısı milyonları bulan ve kaderlerine terk ettiğimiz “kayıp nesiller” bırakarak.
Sahiplik arzumuzun “sorumluluk ihmaline” nasıl dönüştüğüne dair fikir üreten çok ama çözüm üretip bu çocukları yüreğinden yakalayacak, seslerine kulak verecek, frekanslarına uyacak adımları nedense bir türlü atamıyoruz.
Kabul edelim ki, dün bizi onurlu, üstün ve dünyanın gıpta ettiği insanlar konumuna taşıyan, bin yıla yakın bu dünyaya hükmetmemizi sağlayan değerlerimizin tümünü ‘suda pişen kurbağa misali’ ama farkındalıkla ama farkında olmadan adım adım yitirerek kendimizle kavgalı hale geldik.
Kalbimizi istila eden değerler yaşam biçimimiz haline geldikçe; elimizdeki gazete, neredeyse sabahlara kadar tüm vaktimizi başında geçirdiğimiz televizyon, kölesi haline geldiğimiz cep telefonlarından takip ettiğimiz ve herkesin kalbinin rengini kustuğu sosyal medya veya eş, dost, arkadaş, iş, ortam, sokak, mahallenin hep birlikte çaldığı bu senfonide kaynayıp gitti içimizdeki dünya. Ama kalbimize yön vermesi gereken aklımız başka söyleyip, aklımıza uyması gereken kalbimiz başka atmaya başlarken asıl kaybımız yüreklerimizdi.
Kim bilir belki de bu yüzden de yetimin mahsunluğuna yüzümüzü döndük; mazlumun gözyaşı içimizi kanatmadı. Kahkahalarımız, bırakın uzağı aynı binada yaşadığımız insanların acılarına bigâne kaldı. Üzerine güneş doğmayan, gönlü dualı yüreği insanlık adına yaralı ecdadımıza inat; Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Arakan’da ve daha sayamadığım birçok coğrafyada ölen, öldürülen, işkence edilen, ırzına geçilen, insanlık onuru ayaklar altında çiğnenen kardeşlerimiz için uykumuzu erteleyip gecenin bir yarısı ellerimizi açıp gözü yaşlı gönlü mahsun bir şekilde samimane dualar etmeyi unuttuk. Gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz, vicdanımızla şahit olduğumuz dünyanın herhangi bir yerindeki aç çocukları gördüğümüz halde mükellef sofralarımızda yemekler boğazımıza takılmadı.
Sonra “eyvah biz bitiyoruz” dedi birileri.
Bu sesle birlikte toplumdaki ahlaki çöküntüyü, yozlaşmayı, adaletsizliği, liyakatsizliği, bilginin şehvetinde kaybolan idraksizliğimizi dinsel terminoloji ile çözebileceğimiz inancını dirilttik. “Dindar nesil” yetiştirme sanrısıyla hareket ederek asıl terbiyenin kal ile değil hal ile olacağını unutup, gençler karşısında söylemlerimizin eylemlerimizi yalanladığını görmedik bile. Bu yüzden bu konuda da sınıfta kaldık.
Oysa bugün yapmamız gereken şey yaşadığımızı sandığımız dini bir paye olarak değil bin yıl boyunca dünya tarihine yön veren ecdadımızın izince bir ödev olarak görmeli; hakikati her daim göz önünde bulundurarak, bütün zamanlara ve mekânlara, bütün çağrılara ve çağlara ulaşmamızı sağlayacak 'yer’imizi iyi belirlemeli, belirginleştirmeli ve dünyaya bir şey söyleyeceksek, yerel değil küresel ölçekte konuşabilmeli, bütün insanlığı ilgilendiren evrensel cümleler kurabilmeliyiz.
Çünkü ceddimiz sadece tarihe yön vermekle kalmadı; başka dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin birbirlerinden beslenerek, birbirlerini besleyerek sulh ve selâmet, hak ve adalet düzeni içinde nasıl bir arada yaşayabileceğini ortaya koydu. Aşılamamış, anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış, yeniden keşfedilmeyi bekleyen evrensel bir medeniyet tecrübesi armağan etti insanlığa. Adalet, asalet, hakkaniyet, sulh, selâmet, fedakârlık, feragat, kanaatkârlık, kardeşlik gibi insanlığın insanca yaşamasını, insanca ve hakça bir dünya kurmasını mümkün kılan en kadim değerleri ceddimiz hayata geçirdi. Yetinmediler; batılıların bütün dünyayı sömürgeleştirdikleri, hiçbir kültüre hayat hakkı tanımadıkları, kültürlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde adalet, hakkaniyet ve kardeşliğe dayalı dünya düzenini onlar armağan etti insanlığa. Sulhun, silmin, selâmetin, hakikatin, dolayısıyla adaletin izini sürmüş bir medeniyetin çocukları olarak insanı insanlığından eden güç dünyasının değil, hakikatten süt emen yürek ülkesinin çocuklarıydı çünkü onlar.
İşte bu yüzden bugün söyleyeceklerimiz, bütün insanlığın ve varlığın sorunlarını ihata edecek nitelikte ve kapsamda, bütün insanlığın sorunlarına cevap verebilecek derinlikte ve çapta olmalı ki, yapacağımız köklü teşhis ve tespitlerin, sunacağımız uzun soluklu tahlil ve tasvirlerin, derinlikli tarif ve tekliflerin bir karşılığı olsun.
Bunu da “sorumluluklarımızın ihmali” sınav yorgunu takdirlik karnelerle değil, bu farkındalığı yakalamış takdirlik karakterlerle gerçekleştirebilir; her hâl ve şartta hakikatin izini süren, hayatın her alanında hakikatin, dolayısıyla adalet ve hakkaniyetin yaşam biçimi olacağı, herkes için güven adası olmayı sunabilecek bir dirilikle inşa edebilir; işte o gün “insan olma” şerefine nail olabilir ve dünyaya bin yıl hükmeden ceddinizin ruhunu şad edebilirsiniz.
Belki ciltlere sığmayacak bu tabloyu özetlemeye çalıştığımız birkaç satırlık tespitlerimiz bile aslında vermeye çalıştığımız bu kutsal mücadelenin karekodlarını önümüze seriyor ve bu mücadelede sadece gençlerimizi değil “öteki” ilan ederek dezavantajlı olarak nitelendirdiğimiz tüm insanlarımızı yeniden kucaklama, yüreklerine dokunma, onları vicdanları ile buluşturma çaba ve mücadelesi içindeyiz.
Bu mücadele şuuru ve yaşadığımız çağa olan borcumuzun farkındalığıyla 81 il ve 957 ilçemizdeki ortaöğretim okullarımıza; cezaevlerimize, kadın sığınma merkezlerimize, halk eğitim merkezlerimize tüm eserlerimizin ücretsiz ulaşması çabası içindeyiz ve takdir edersiniz ki bu büyük bir güç gerektiriyor ve başarıya ulaşmak için başta belediyelerimiz olmak üzere her kesimden insanın desteğine ihtiyacımız var.”
Çalışmaya destek vermek için Sadıkoğlu’na ait @ridvansadikoglu resmi instagram hesabından bilgi alabilir veya www.ridvansadikoglu.com web sitesini ziyaret edebilirsiniz.