Aslında yazının konusunu ABD yeni yönetiminin dünyayı ateşe verme hazırlığı olarak düşünmüştüm. Önceki gece bir televizyonda epeydir görmediğim bir dönemin dış politika uzmanlarının katıldığı programa takılıp kaldım.
İçlerinde halen bir muhalefet partisinin milletvekilliğini de yapan tanıdığım da vardı. Programı gıpta ile izledim. Çünkü konu iç siyasetten arındırılmış gayet gerçekçi ve milli bir bakışla değerlendirilebiliyordu. Kaldı ki katılımcıların farklı dış kaynaklardan beslendiklerini biliyorum. Ama Türkiye’de artık milli menfaatler söz konusu olduğunda mandacılığı aşarak aynı gerçeklerde buluşma durumuna geldiğimizi görüyorum.
Konu ABD yeni yönetimi, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Çin-Rusya çerçevesinde Türkiye idi. Şahsen çok faydalandım. Özlediğim kıvamdaki bu tür açık oturumların bütün medya organlarına yayılmasında yarar var. Çünkü her gün gördüğümüz tiyatrocu simalardan gına geldi.
Not düşeyim ABD yeni yönetimi ülke içinde baş gösteren kaosu dünyayı ateşe sürükleyerek örtmeye çalışacak. Burada ana hedefinin ise Çin-Türkiye olduğunu gizlemedikleri görülüyor. Bu ateş bizi ne kadar yakar bilmiyorum. Ama ABD’yi kül edeceğinin garantisini verebilirim.
Dünya kaldığı yerden yürürken Türkiye’de ise yarım kalmış sistem değişikliklerine yönelik çok cılızda olsa çalışmalar var. Geçen hafta iki yazımızda iç siyasi gelişmeler ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem üzerine tartışmaları ele almıştık. Daha bu tartışmalar soğumadan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni Anayasa konusunu gündeme getirdi.
Türkiye garip bir ülke. 90 yıllık Parlamenter Sistemi değiştirip Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteme geçiyorsunuz. Fakat darbe dönemlerinin yamalı bohçaya dönmüş Anayasa hükümleri ile bu sistemi işlemeye çalışıyorsunuz. Hatta yürütmede Başkanlık Sistemi uyguluyorsunuz ama yasama görevini yürüten Meclis’in işleyişi halen Parlamenter Sistemi ile gidiyor.
Erdoğan’ın gündeme getirdiği yeni Anayasa konusunun neleri kapsadığını bilmiyorum. Ama öncelikli olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine uygun yeni bir Anayasa olacağı muhakkak. İşte bu noktada yeni Anayasa’yı kim hazırlayacak? Hangi Meclis’ten geçecek? Eğer bugünkü Meclis bunu yapacak denirse işte bu noktada acilen yapılması gerekenler var. Yok, yeni dönem Meclis yapacak deniyorsa yine acil yapılması gerekenler var. İşte bu noktada her halükarda öncelikle yeni bir Anayasa Meclis’in yeniden yapılandırılmasından geçmektedir.
Bugün Anayasa’nın el vermesine rağmen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre TBMM’deki yeniden yapılandırmayı bile hayata geçirememişseniz yeni Anayasa’yı hangi Meclis’ten geçireceksiniz? Sorusu akla gelir.
Yeni Anayasa’nın içeriğine çok girmiyorum. İçeriği tamamen bir başka tartışma konusu. 2023’e 2 yıl kaldı. Türkiye’de Cumhuriyettin ilanı Lozan Anlaşmasına dayanır. Türkiye’de bütün Anayasa’lar Lozan Anlaşması kodlarına göre işler. Bu kodların dışına çıktığınızda 1960’ta olduğu gibi, 1971’de olduğu gibi, 1980’de olduğu gibi, 1997’de olduğu gibi 15 Temmuz’da olduğu gibi önünüze darbeler ve darbe girişimleri çıkar.
Şimdi yeni Anayasa 2023’te Türkiye’yi tam bağımsız bir ülke durumuna ne kadar yaklaştıracak? Üzerimizde ağırlığı bulunan Lozan’ın kodlarından hangi derecede kurtulacağız? Lozan gereği içimizde yerleşik kurumsal yapıları hangi derecede bertaraf edebileceğiz?
Gerçekten yeni bir Türkiye’nin doğuşuna uygun yeni bir Anayasa beklentisini ne kadar karşılayacak? İnşallah önümüzdeki günlerde toplumun bütün kesimlerini memnun edecek bir Anayasa konuşuruz.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…