Irmaklara egemen olan uygarlığa da egemen olur.
Geleceği Eskitmek ya da Geleceği Onarmak
Sümerler, uygarlık tarihinde buğday medeniyetinin öncüleridirler. Buğday medeniyeti yani yerleşik tarım toplumu.
Tarım toplumunun iki sermayesi ise işlenebilecek verimli topraklar ve sulama rejimidir. İnsanlık yerleşik tarım toplumu olarak bir yaşam biçimi kurmaya başladığında Irmakların stratejik önemi kendiliğinden doğmuştu. Ve böylelikle ırmaklara egemen olanın uygarlığa egemen olduğu bir tarih aralığı yaşanmıştı.
Şimdi size hepinizin bildiği sinema tarihinde bir kült film olan The Godfather filminden bir sahneyi zihninizde canlandırmanızı isteyeceğim. Don Corleone, filmin baş karakteri BABA' nın öldüğü gece koltuğun varisi Michael Corleone eski geleneğin temsilcisi tüm babaları öldürür. Ve böylelikle yeraltı dünyasında yeni bir çağ başlatır. Tıpkı tarihte olduğu gibi.
1.Dünya savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu, Alman imparatorluğu, Avusturya-Macaristan imparatorluğu ve Rus imparatorluğu yıkıldı.
Bu vakayı zamanının büyük dünya güçlerini akamete uğratan bir jeopolitik savaş olarak da okuyabiliriz.
Jeopolitik savaşlar büyük kırılımlar yaratarak eski geleneğin temsilcilerini yok ederler. Bu tip kırılımlar sonucu rüzgarın kuvveti karşısında yıkılmayanlar ise büyüyerek tarihte daha da büyük alana nüfuz etmeye başlarlar. Her jeopolitik kırılım bir de yeni Lider doğurur.
Vakayı daha iyi anlayabilmek için Dünya savaş tarihi üzerine araştırmalar yapanların ilgisini çeken büyük savaş dehası Clausewitz 'in o meşhur cümlesini hatırlayalım:
"Savaş, siyasetin farklı araçlarla (şiddet) devam ettirilmesidir".
Buradaki siyaseti tanımlamak için yine clausewitz'den yardım alalım:
"Savaş, düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eylemidir"
Öyleyse 1.Dünya savasındaki büyük güçleri tabiri caizse güçten düşüren iradeyi ve bu iradenin izlediği siyaseti inceleyerek iradenin bugüne yansıyan taraflarını da görebiliriz. Neticede tarih dediğimiz disiplin dünün bugünden okunmasi değilmidir. O halde yarını belirleyecek olan da bugün alacağımız kararlar ve eylemlerdir.
Şimdi gelin hepbirlikte bir dış göz olalım ve olup bitenleri sağlıklı görebilmek için kartalın kanatlarında tarihin akışını seyre dalalım.
Yerleşiklerin yıpratılması ve Egemen Devlet
Hepimizin bildiği gibi Aile olgusu 3 sac ayağından oluşmaktadır. Baba, anne ve çocuk.
Bu üç sac ayağının kendi kuralları ve özgürlük alanlarında yaşamını sürdürebilmesi için bir çatıya ihtiyaç vardır. Bu çatı evdir. Bir çatı altında yaşam alanını oluşturan her aile artık kendi egemenlik alanına sahip demektir.
Bu olguyu bir üst perdeye taşıdığımızda:
Anne-Baba, kuralları koyan ve yürüten Devlet formu.
Çocuk, devlet formunun belirlediği sınırlarda yaşamını sürdüren halk formu.
Çatı da belli sınırlarla korunmuş vatan formudur.
Her ailenin kendi kurallar bütünü olduğu gibi perspektifi büyüttüğümüzde devlet teşkilatında da bu kurallar bütünü Yasa adını alır.
Bu sac ayağını kurmuş devlet artık egemenlik sahibidir.
Egemenlik ya da bir başka tabirle Hakimiyet zorlayıcı süreçler sonucu kazanılan bir imtiyazdır. Ve her imtiyazda olduğu gibi korunmadıkça çeşitli riskler ile sıhhati tehlikeye girebilen bir olgudur hakimiyet.
Peki hakimiyet nasıl kurulur ve nasıl korunmalı derseniz şimdi gelin bu kavram etrafında tarihin seyrini inceleyelim.
Dünya karasının hakimiyeti.
Denizlerin hakimiyeti.
Uzayın Hakimiyeti.
HAKİMİYET TEORİLERİ
- Deniz Hakimiyet Teorisi
Alfred Mahan. Denizlerin Clausewitz’i, ABD' nin deniz stratejisinin oluşumunun en etkin belirleyicisi. Alanda önemli eserler bıraktığını da hemen belirtelim.
Tarihteki her gelişme kendisiyle birlikte yeni bir doktrin yaratır.
Gemi teknolojisindeki gelişmeler ile tarihte ilk kez Hollanda'dan Ümit burnuna deniz yoluyla ulaşımın sağlanması coğrafi keşifler çağını başlatmıştı.
Coğrafi keşiflerin yarattığı doktrin, ülkelerin dünyanın farklı kıtalarında yer alan zenginliklere ne kadar hakim olabilirseniz o kadar zenginlik ve güç sahibi olacağınıza dayanan bir anlayış doğurmuştu.
İşte bu noktada coğrafi keşiflerin yarattığı cazibe ile oluşan yeni dünyayı Deniz hakimiyeti üzerinden kontrol etme doktrinin en etkili savunucusu A.Mahan, ABD' nin stratejik dünya hakimiyetinin ancak deniz egemenliği üzerinden oluşabileceğini savundu.
Mahan'ın güç denizlere egemen olmakla kazanılır sözünü de not olarak düşelim buraya.
Denizin önemini anlayabilmek için Prof.Dr.İ.Hamit Hancı ve Av.Alp Aslan'ın Kamu Türk Dergisi, Mart 2019 sayısında yayınlanan Deniz taşımacılığı ve Terör başlıklı yazısı çok mühim doneler barındırmaktadır. İlgililerine incelemelerini salık veriyorum.
"Deniz taşımacılığı hava yoluna göre 14, kara yoluna göre 7, demiryoluna göre de 3.5 kat daha ucuz olması nedeniyle en çok tercih edilen ulaşım şeklidir. Dünya ticaretinin ithal ve ihraç yüklerinin %75 'inin deniz yoluyla taşınmakta olduğu yine ilgili yazıda bulunan kritik bir bilgi."
Uluslararası ticaretin bu denli yoğun kullanıldığı deniz yollarının egemenliği meselesi de böylelikle gün yüzüne çıkmaktadır. ABD 'nin dünyanın farklı stratejik deniz yollarında 7 Deniz Donanma filosu bulundurmasının gerekçesi de böylelikle ortaya çıkmaktadır.
Bu noktada, tarihimizden bir örnek olarak Osmanlı - Memlük Savaşı da deniz ticaret yollarına kimin egemen olacağını belirlemiş bir savastır. Zira ipek yolu ve baharat yolunun egemenliği noktasında denizden sağlanacak güvenliği ve egemenliği belirlemiş bir savaştır. Bu savaş sonucu ekonomisi ağır darbe alan memlük devleti yıkılmıştır.
Mahan'ın doktrini Alman imparatoru II.Wilhelmin de dikkatini çekmiş ve bu doktrin etrafında Alman devletini 1.Dünya savaşı henüz başlamadan yeniden teşkilatlandırmak istemişti. İttifak arayışındaki II.Wilhelmin Osmanlı imparatoru Abdulhamit' i İstanbul'da ziyaret ettiğini de tarihi kayıtlardan öğreniyoruz.
Almanlarla İttifak Yapmanın Hata Olduğunu söyleyen Padişah
Tarihin tektonik kırılma noktalarından olan bir Dünya Savaşı'nın yaklaşmakta olduğunu gören Aldulhamit' in Deniz gücü olmayan Almanlarla ittifak yapmanın hata olduğunu söylediğini de kayıtlardan okuyoruz.
Abdulhamit'in bu sözüyle Deniz Hakimiyetini önemsediği çok açık. Nasıl önemsemesin ki devraldığı imparatorluk tarihinde payitahtın, istanbul'un fethi dahi karadan yürütülen gemilerle olmuştu. Bu hafızalara kazınmış bir tarihi vakadır.
Gemi gücü ile bir şehri fethetmek. Ve Deniz gücünde yaşanan kıyımlar ile günden güne güçten düşen bir imparatorluk mirasını devralmanın yarattığı onarılmaz travmayı bugünden baktığımızda anlayamayan oluruz fakat düşünmek zorundayız.
Nitekim Osmanlı İmparatorluğu tüm tarihi boyunca dört kez Deniz Gücünde kıyıma uğramıştır.
1571 İnebahtında Haçlılar tarafından Donanmamız Yakılmıştır.
1770 Çeşmede Ruslar tarafından Donanmamız yakılmıştır.
1827 Navarin Faciasında Donanmamız yakılmıştır.
1854 Sinop'ta Ruslar tarafından Donanmamız yakılmıştır.
Deniz Hakimiyetinin etkisi o kadar önemliydi ki kimi tarih uzmanlarınca da belirtildiği gibi Osmanlı'nın gerilemesinin başlangıcı olarak 1571 İnebahtında Osmanlı Donanmasının haclılar tarafından yakılması görülmektedir.
Tarihte ilk defa Türk gücünün de yenilebileceği düşüncesi burada, İnebahtında ortaya çıkmıştı.
Bugün yine tarihin bir tektonik kırılım noktasında olduğumuz çok açık.
Bugünden geleceğe baktığımızda Türkiye-Libya denizcilik anlaşması veya Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasının stratejik öneme haiz olduğunu söylemeliyiz. Mavi vatanın ve Kıbrıs'ın da stratejik egemenlik alanımız olduğu gibi.
Hakimiyet teorileri ekseninde geleceğimizi ve Tarihin yeni tektonik kırılım noktalarını değerlendirmeye devam edeceğiz.