Anadolu’da ‘Su akar yolunu bulur’ diye bir söz vardır. Belki de insanlık tarihinin bütün birikimlerinin ve tecrübesinin sonucunda ortaya çıkan bir sözdür. Her şeyde olduğu gibi siyaset de tabii seyrine göre akıp gidiyor.
Önüne koyulan hiçbir engel suyun yolunu bulmasına engel olmadığı gibi siyasetinde yolunu bulmasına engel olmaz. Suyun yolunu bulması geciktirilebilir ama uzun süre durduramazsınız.
Onun için siyasetin tabii seyrine göre hareket etmek, aktığı tabii seyrini zorlamamak gerekmektedir. Şu bir gerçektir; Türkiye değişiyor, Türkiye gelişiyor, Türkiye yenileşiyor.
Bu değişim, gelişme ve yenileşme her alanda gerçekleşirken siyasette de sosyal hayatta da ekonomide de kendini hissettiriyor.
İşte sıkıntıda bu noktadan sonra değişime, yenileşmeye ve gelişmeye karşı direnç ortaya çıktığında başlıyor.
Aslında ekonomide, sosyal hayatta yaşadığımız sıkıntıların nedeni de değişim ihtiyacına ayak uydurulamamasından kaynaklanmaktadır.
Her alanda olduğu gibi siyaset alanında da değişim, dönüşüm ve yenileşme döngüsünün tıpkı akan su bendi gibi süreklilik arz etmesi gerekmektedir.
Nedendir bilinmez Türkiye’de siyasal alanda değişim, dönüşüm, yenileşme her zaman çok zor oluyor. Bir nevi siyasi muhafazakârlık hastalığına çok çabuk tutuluyoruz.
Bu açıdan 1930’lar, 1940’lar, 1950’linin sonları, 1970’li yıllar ve 1990’lı yıllar bunun önemli örneklerini oluşturur.
Geçmiş yıllardaki bu dönemlere bakıldığında 10 yıllık aralıklarla Türk Siyasal yapısında aslında sürekli tıkanıklık olduğu görülüyor.
Siyasal hayatımızın en uzun süreli dönemi öyle görülüyor ki AK Parti dönemidir. Fakat bu dönem içinde de farklı fasıllar kendini göstermiştir. Sıkıntılar yaşanmıştır.
Öyle görülüyor ki AK Parti’nin ilk dönemlerinde karşılaştığı sıkıntılar değişime direnen statükonun engellemeleri idi.
Zamanla aşılan bu engellerden sonra bu sefer ise iktidar nimetine alışan kadroların oluşturduğu aşılamaz statükoları kendisi oluşturdu.
Oysa 2014-2015’lerden itibaren Türkiye değişimi, dönüşümü, yenileşmeyi AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’dan bekledi. Bu beklenti 16 Nisan Referandumu ile zirve yaptı.
Sonrasında metal ve mental yorgunluk ve buna karşı başlatılan değişim rüzgârı ile yeniden umut olma… Araya giren seçimler ve seçim telaşları değişim ve yenileşme hamlelerini boşa çıkardı.
Gözlemlediğim kadarı ile toplumun bugün için mevcut siyasi yapıların hiç birinden yenileşme, değişim umudu yoktur.
Tıpkı mecrasında akan suyun önüne konulan bentler gibi siyasi gelişmelerin ve değişimin önünde engeller hissedilmektedir.
1970’li 1980’li ve 1990’lı yılların hiçbir siyasi, sosyal ve ideolojik akımın etkinliği de kalmamış, toplum kendi içinde çok farklı argümanlarla bir araya gelebilmekte veya ayrışabilmektedir.
Öyle görülüyor ki Türkiye’de mevcut siyasi yapıların dışında çok farklı kadro ve anlayışta siyasi yapıların ortaya çıkması zemini oluşmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında ısrarla ortaya konulmaya çalışılan Davutoğlu, Gül eksenli arayışlar bu zeminin genişlemesini önler.
Bu yeni yapı içinde bir dönem siyasetin aktörleri arasında yer alan başarılı veya başarısız hiçbir oyuncunun işi olamaz.
Fakat halen güçlü bir aktör olan AK Parti misyonu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetin tabii seyrine göre atacağı adımları bilmiyoruz.
24 Haziran 2018’de işaretini veren 31 Mart’ta tamamen su yüzüne çıkan 23 Haziran İstanbul seçimleri ile birlikte çuvala sığmadığı görülen durumlara karşı nasıl bir çözüm bulunacağını önümüzdeki günlerde bekleyip göreceğiz.
AK Parti kararını içinde oluşan statükonun devamı için mi verecek yoksa metal ve mental yorgunluğu hesaba katarak yeniden dirilmenin kararını mı verecek göreceğiz.
Son İstanbul seçimleri bu konuda AK Parti’yi yol ayrımına sokmuştur. Toplumsal beklentilere cevap verememesi halinde yeni siyasal zeminde yeni kadro ve yeni anlayışlar kaçınılmazdır.
Cuma’nın hayrı üzerinize olsun…