Yılbaşlarının benim için ne kadar önemli olduğunu geçen yılki yazımı okuduysanız anlamışsınızdır. Bu yazımda birkaç yılbaşı anımı paylaşmak istedim. Nostalji yaşamayı severim.
Bin dokuz yüz yetmiş sekiz yılına giriyoruz. Kaan beş yaşında. Büyük ablam ve ben bir şeyler hazırlayıp onun da katkılarıyla küçük ablamın evinde toplanacağız. Cengiz, Kaan, (artık onları tanıyorsunuz sanırım) Rahmetli Beldan ablam, Doğan Ağabeyim, teyzem ve anneciğim Nurdan’lara gitmek için hazırlanıyoruz. Ben usta bir aşçıdan öğenmiş olduğum fırında hindiyi yapacağım.
Akşamüstü oldu, hindi artık hemen, hemen kıvamında; sosunu sürdükten sonra yarım saat daha pişecek. Fırının saatini ayarladım. Babam için yılbaşlarının çok önemli olduğunu daha önceki “Yılbaşı” yazımda zaten belirtmiştim. Onun ölümünden sonra ilk yeni yıl kutlaması; içime sinmedi babamın mezarına gittim. Duamı edip ayrılacağım ki birden takkeli, cübbeli bir hoca önüme çömeliverdi. Mır, mır bir şeyler okuyor ama ne dediğini ben anlayamıyorum. O duayı uzattıkça hava iyice karardı, ay çıktı, köpekler havlamaya başladı ve ben korkuyorum. Ayrıca hindi yanacak, ama neyse ki fırın ayarlı ama bu sefer de ailem telâşlanacak, gitmem gerek; ne var ki hoca bir türlü susmuyor. Adamın omzuna hafifçe dokundum, artık tamam işaretleri yapıyorum oralı değil, bir de üstüne “olur mu” dercesine başını sağa sola sallıyor. Ben bekliyorum; tekrar omzuna dokunuyorum, nafile. Etraf zifir karanlık. “Ne iş” diye düşünürken birden aklıma geldi çantamı açtım, tabancam varmış izlenimi uyandıracağım ki adam korkup kaçsın, ama hoca korkacağına birden durdu ve cebini açtı. Meğer para istermiş! Cebine biraz para koyup koşarak uzaklaşırken baktım hoca da kara cübbesini uçuşturarak koşuyor. Besbelli o da evine gitme telaşında. Koyun can derdinde kasap et.
Eve geldim. Çekirdek aile olarak hindimizle birlikte Nurdan’lara gittik ve maaile toplandık. Babacığımı anarak tatlısı acısı karışık bir gece geçiriyoruz. Kaan susamış, buzdolabından su niyetine rakı şişesini boğazına dikmiş. Sarhoş oldu. Nurdan’ların yatağına yatmış, ayağını havada çeviriyor ve “ayağım mı dönüyor yoksa tavan mı dönüyor” diye naralar atıyor.
Alt, yedi yaşlarındayım ve yine anjin olmuşum, ateşler içinde yatıyorum; yatağım bana alınmış olan armağanlarla dolu. Arada bir gözümü açıp onlara hayran, hayran bakıp neden bugünü buldum hasta olmak için diye kendime kızıyorum. Evimiz iki katlı. Alt kattaki salonda aile bireylerimiz konuklarımızla birlikte toplanmış yılbaşını kutluyor; ablalarım, annem, babam, teyzem sırayla yanıma çıkıp beni oyalamaya çalışıyorlar. Ben yarı uyur yarı uyanık olarak onlarla güya eğleniyorum; sonra gidiyorlar ama benim armağanlarıma bakacak halim bile yok. Gece ilerledi, herhalde hem uykumu almışım hem de ilaçların etkisiyle biraz açılmışım. Dışarı çıktım, yere oturdum merdivenlerin arasından ayaklarımı sarkıtıp içimgiderek aşağıyı izliyorum ki birden beynimden vurulmuşa döndüm! Benden küçük kuzinim benim en sevdiğim ve kendime etek yapıp ortalarda dans ettiğim masa örtüsünü beline sarmış ve onunla dans ediyor! Birden kendimi tutamayıp “Çıkar benim eteğimi” diye haykırdım. Delirmiştim. Neyse ki annem taşa oturuyorum diye daha çok delirip beni hemen kucağında aşağı indirdi. Nefrit geçirmişim ve o soğukta taşa oturmam olacak iş değil. Aşağı inince annemin kucağından şöyle bir eğilip kızcağızın üstünden örtümü çektim, ama büyükler “sen ablasısın bırak eğlensin” dediler. Kendimden küçük kardeşim olmadığı için abla olma fikri pek hoşuma gitti ve de soyluğum tuttu, benim örtümü takmasına izin verdim. Yaptığım iyiliğin ödülünü de aldım; gece bitene kadar kucaktan kucağa dolaşıp keyif yaptım. İyi ki kuzinin benim örtümü üstüne takmıştı.
Üç ya da dört yaşındayım; yılbaşı sofrasının çevresinde tüm aile ve gelen konuklar toplanmışız. Usulcacık masadan aşağı kaydım; insanların bacaklarını gıdıklayacağım. Şeytanın kör taşı annem de tabaklara servis yapmak için ayağa kalkmış ve tam isabet alıp sol elimin küçük parmağına basıverdi. Çığlık atıp yerimi belli etmek istemedim yoksa kimseyi gizli, gizli gıdıklayamayacaktım ama bir baktım parmağım kopuyor ve kan revan içinde. Ağlayarak ortaya çıktım; başta annem herkes hem çok şaşırdı hem de üzüldü. Parmağımı sardılar, babam kucağına oturttu, herkes benimle ilgilendi. Canım çok acımıştı ama gecenin de baş artisti olmuştum.
Otuz, otuz beş yaşlarında zayıf bir kadının. Üyesi olduğumuz kulüpte yılbaşını kutluyoruz. Herkes neşeli,eş dost hep birlikte eğlenirken ara sıra da dansakalkıyoruz. Tam dans ederken bir anda kendimi davulun içinde buldum, ben şaşkın, herkes de en az benim kadar şaşkın. Dans sırasında iri yapılı bir arkadaşımız şaka olsun diye etrafındakilere poposuylavururken ben de nasibimi almışım ama bana biraz hızlı vurmuş anlaşılan.
Yıllar önce yine kulübümüzde yeni yıla giriyoruz. Cengiz başkan, yılbaşı piyangosu hazırlandı. Genellikle üyelerimizin katlılarıyla zengin bir çekiliş olacak; büyük ikramiye de bir tam Cumhuriyet altını. O yıllarda tam lirayı almak için iki, üç aylık gelirinizi kullanmanıza gerek yoktu. Ben ve birkaç hanım kâh emrivaki yaparak kâh yalvar yakar bütün biletleri sattık. Başkanın eşi olduğum için çekilişi bana yaptırdılar. İlk talihliyi açıklamak için torbaya elimi daldırdım, numarayı anons etmeden “Cumhuriyet altınını kim kazandı bakalım” diyerek numarayı okudum. Bizim masadan Kaan elini kaldırmaz mı? Tam o sırada yanımda duran kulüp müdürü, “Çiğdem Hanım en küçük ikramiyeden başlayıp devam edilir ve en son büyük ikramiye çekilir” diye kulağıma fısıldamaz mı? Çok doğru! Büyük ikramiye çıkınca diğer biletlerle kim ilgilenecek ki. Çok utandım ve salondaki konuklarımızla üyelerimize, “Özür dilerim büyük ikramiyeden başlamışım; şimdi oğluma rica ediyorum lütfen biletini saklasın ben de çektiğim numarayı tekrar torbaya koyup karıştırıyorum. İkramiyeler için çekilişe yeni baştan başlayacağım” dedim. Kısmetinde varsa yine ona çıkar, yoksa da başkasının kısmetine engel olmuş duruma düşmeyi asla istemem. Bütün salon çocuğumun hakkını yemememi ve kendilerinin memnunlukla bu çekilişi kabul ettiklerini dile getirdiler. Israr ettim ama kabul görmedi. Kaan altınını aldı. Ben piyangoya öyle devam ettim. Herkes kendi kısmetini yer lâfı bir kez daha doğrulanmış oldu.