YOK EDİLEN TÜRKİYE  

Orhan Selen

Türkiye’nin doğal yaşam alanları devlet eliyle yıllardır yok ediliyor.
Doğal yaşam alanları insan eliyle yapılmamıştır ama insan eliyle ortadan kaldırılıyor.
İnsanın en bilinen özelliklerinden biri de  yapamadığı, yapmaya asla gücünün yetmeyeceği değerleri ileriyi düşünmeden yok etmesidir.

Doğa denge üzerine kurulmuştur. 
Doğanın dengesini bozan tek canlı insandır.
Elinin değdiklerini kirleterek, canlı türlerini yok ederek  sanki bu gezegene ait değilmiş gibi davranmıştır.
Suyun hayatın kaynağı olduğu yüz yıllardır bilinmesine karşın ülkemizin su kaynakları devletin kurumlarınca kurutuluyor.

Hatay’daki Amik Gölü 1968 de DSİ tarafından açılan 4 drenaj kanalıyla Asi Nehri’ne akıtıldı.
Bu bölgedeki doğal yaşam alanı  ortadan kaldırıldığı gibi Hatay’ın iklim yapısı da değişti.
75 bin metre karelik Amik Gölü 6 yılda boşaltılarak göl kurutuldu.
Burdur’daki Kestel  Gölü  kurutularak tarım arazisine döndürüldü.
Gölü kurutan DSİ buranın yapay bir göl olduğunu öne sürdü.
Kahraman Maraş’taki  Gavur Gölü, Konya’daki Suğla ve Samsa Gölleri can çekişiyorlar.
Tuz Gölü 1997 de 260 bin hektar alanı kaplarken , 7 yılda 100 bin  hektar azalarak 160 bin hektara düştü.
Konya İli’nin kanalizasyonu  ve tarımdan dönen suların arıtılmadan göle verilmesiyle Tuz Gölü hızla ölüme doğru yol alıyor.

Hotamış sazlığının su rejimine yapılan müdahaleler sonucu sazlık büyük ölçüde kurudu.
Eşmekaya sazlığı  DSİ’nin  1995 de yaptığı  anlamsız  çalışmalar sonucu, sulak alan büyük zarar gördü ve alanın tamamı kurudu.
Sıtmayla mücadele maskesi arkasında yapılan işler kimlere yarar sağladı bilinmez ama ülkenin doğal yaşam alanlarına büyük zararlar verdi.
Sivrisinekle mücadele etmek yerine sulak alanları kurutan DSİ yanlışından geri dönmek yerine yeni yanlışlara doğru koşar adım ilerliyor.

DSİ’nin açılımı “Devlet Su İşleridir”  ama bu kurumun başındakiler görevlerini yanlış anlamış olacaklar ki, Devlet  Kurutma İşleri gibi  çalışmaktalar.
Daha da kötüsü, Devlet Su İşleri  toprak ağalarının isteklerine göre davranmaktadır.
Köylülüğün yerini çiftçiliğin alması gerekirken, ağaların baskıları ve siyasetçiler üzerindeki etkinlikleriyle Anadolu ortaçağın adaletsizliğini yaşamaktadır.
Köylüden bozma görgüsüz iş adamları da akarsu kenarlarına kurdukları fabrikaların  tüm atıklarını buralara boşaltmaktadır.

Bir yandan kurutulan göller ve sazlıklar, öte yandan kirletilen ve zehirlenen akarsular  binlerce yıl yüzlerce uygarlığa ev sahipliği yapmış Anadolu’nun sonunu hazırlamaktadır.
Türk toplumunun çevre bilinci yoktur.
Bu toplumun üst yapısını oluşturan  devletin de çevre bilinci bulunması ve çevreyi, doğal yaşamı koruyacak yasalar çıkarması beklenemez..

Devlet çevreyi korumaz ama çevrenin kirlenmemesi için eylem yapanları polisine coplattırır.
İnsanlar ara sıra kaza ile kendi ayaklarına kurşun sıkarlar ama siyasal sistemi, yargısı, sosyal kurumları ve bürokratları içinde barındıran devletin kendi ayağına kurşun sıkması anlaşılamaz.
Bir de İznik sorunu var ki, ivedilikle el konulmalıdır.
İznik yerel yönetimi ipteki cambaza bakmaktan kentin uğradığı felaketi gözetemiyor.
İznik’teki kentsel trajediyi ben Ankara’dan görüyorum da onlar İznik’ten göremiyorlar mı?
Görürler de, kenti yok etme buyruğunu verenler onların da sırtını okşuyor olmalılar.
Son yıllarda  “yandaş basın” modası çıktı ya…
Halkımız yapılanları unutuyor ya…

Biz de hepsine inat geleceğe not bırakıyoruz.
Vatan toprakları ile övünebilmek için önce oraların kirletilmemesi gerekir.
Bayrak üzerinde dalgalandığı topraklardan utanmamalıdır.
Körfezlere, akarsulara, göllere, topraktan çıkarılan zehirli varillere baktığımızda utanmıyorsak vatan ayaklarımızın altından kayıp gidiyor demektir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.