Yine çok sıcak bir gün; günlerdir bir damla yağmur düşmedi. Neyse ki güneş battı; birazdan gecenin serinliği çöker, ben de bağrıma basmakta olduğum tüm hayvanlar ve ağaçlarla birlikte serin sonbahar günlerini düşleyerek biraz uyuklarız. Bugün tatil olduğu için bir sürü insan beni ziyarete gelmişti. Çoluk çocuk oyunlar oynadılar, ağaçlarıma salıncaklar kurdular ama iş yeme içme faslına gelince içime bir korku düştü; insanlar akıllarına esen yerde ateş yaktı, yemeklerini pişirdi. Doğrusu güzel kokular çevreye yayıldı yayılmasına da ya sert bir rüzgâr eser de kıvılcımlar sağa sola sıçrarsa? Çay içmeseler, kuru köftelerini getirseler, pirzola da yemeyiverseler olmaz mı? Soğuk içeceklerini evlerinde içerler, bana geldiklerinde canları çay ister. Neyse, çöplerini ortada bırakarak da olsa sonunda çekip gittiler.
Oh! Huzur…
Neler oluyor? Güneş daha yeni batmıştı; uzaktaki bu aydınlık da nesi, gün doğuyor olamaz ki. Etrafa da inanılmaz bir sıcaklık çöktü. Hayvanlarıma ne oluyor? Neden bağırış çığırış beni terk ediyorlar? Yoksa büyük felaket mi başıma geldi; yanıyor muyum?
Yanmakta olduğumu anlamam uzun sürmedi. Elim kolummuş gibi gördüğüm ağaçlar, kaçamayan hayvanlarım yanıyor; etraf toz duman! Yine kim bilir piknikçiler hangi ateşi söndürmeyi ihmal etti; ya da kimler kimlere duymakta oldukları düşmanlık nedeniyle bana zarar veriyor. Yoksa tarla, tapan açmak için mi bize kıyıyorlar. Belki de Allah bilir, yanan ağaçlarımın yerine o iğrenç, kutu gibi beton kulübeleri kuracaklar ve dünya paralara satacaklar. İnsanlar çok kötü; onlar olmasa doğanın güzellikleri bozulmayacak. Yalnız kötü de değiller, aynı zamanda çok kafasız, hatta taş kafalılar! Bilmiyorlar ki bizler onların oksijen kaynaklarıyız, ayrıca topraklarını denize akıp gitmekten koruruz. Biz olmazsak onlar nasıl yaşayacaklar hiç düşünmüyorlar. Bir de kendilerini pek zeki sanırlar. Yakıyorlar! Yakamadıklarını da kesiyorlar; yok efendim yol yapacaklarmış, köşkler yapacaklarmış, havalimanları açacaklarmış falan filan.
Ülkenin birinde insanlar çok güzel bir düş görmüşler. Bir yüce insan çıkmış ülkeyi düşman çizmesinden kurtarıp onurlu bir cumhuriyet kurmuş; devrimler yapıp o ülkeyi çağdaşlaştırmış. İnsana, hayvana, tüm doğaya duyduğu sevgi ve saygı yüzünden bir ahşap evin fazla büyümekte olan bir ağaç yüzünden yıkılma tehlikesine uğraması nedeniyle kesilmek istenmesi üzerine ağacı kurtarmak için ahşap evi kızaklarla yeterince uzak bir yere taşıtmış. Gün olmuş devran dönmüş bu yüce önder ardında derin bir üzüntü bırakarak sonsuza göçmüş; sonra da o ülke insanları yavaş, yavaş o güzelim düşten uyanmışlar.
Neler düşünüyorum; oysa yavrularım, gencecik fidanlarım, kocamış ağaçlarım, zenginliğime zenginlik katan hayvanlarımla kaderime terk edildim. Ağaçlarımın yavruları, yaramaz kozalaklar, yangını oyun sanıyorlar. Alev topları olarak diğer ağaçlarımın üstüne atlıyorlar; tabii o kadersizler de yanmaya başlıyor. Çocuklarını eğitmeleri konusunda ağaçlarımı daha ciddi uyarmalıyım. Yalnız şimdi bununla uğraşmamın sırası değil… Acaba bu felaketi nasıl atlatacağız, bu umarsızlıktan kurtuluş yok mu? Yanık et kokusu alıyorum ama bu mangaldan çıkan kokulara hiç benzemiyor. Eyvah! Kaçamayan hayvanlarım da yanıyor. Her yanımdan odun yanığı, et yanığı kokuları geliyor; içim parçalanıyor.
Bir takım insanlar geldi, yanmayan ağaçlarımın bir kısmını kesmeye başladılar. O ağaçlarım, diğer kardeşlerini korumak için verilen kurbanlarmış; cennet mekân. Uzaktan bir gürültü duydum; baktım kocaman bir kuş. O da uçuyor ama tuhaf bir şey. Yanlarında kanatları yok. Tek kanadı var o da tepesinde; kanat çıkmak yerine onu hızla dönüyor. Hayır olsun! Tam üstüme geldiğinde tuvaletini yaptı. Aman Allah! Bu ne kadar da çok tuvalet böyle, acaba neyle besleniyor? Ama bir serinledim ki sormayın. Arkasından aynı kuştan bir tane daha geldi. O, herhalde arkadaşlarıyla oyun oynuyordu, çok sıkışınca topunu da almış koşmuş gelmiş. O da tuvaletini yaptı, derken bir kısmı oyun düşkünü, diğerleri daha aklı başında olan birçok kuş sözleşmiş gibi üzerime tuvaletlerini yapıp durdular. İyi ki bu kadar oburlarmış da çok, çok yaptıkları tuvaletleriyle yavrularımın hiç değilse bir kısmını kurtardılar.
Daha tam olarak serinleyemedim. Tuhaf kuşlar artık gitti. Ben hâlâ için, için tütüyorum. Yaralanmış havanlarım inliyor. Yanan ağaçlarımın hiç yaprakları kalmamış; dalları ve gövdeleri isten ve külden koyu gri; çıplak dalları gökyüzüne uzanmış, kendilerini bu hâle getirenlere beddua ediyorlar. Allah kabul etsin.
Kim bilir kaç yıl sonra eski hâlime geleceğim. Eğer beni rahat bırakırlarsa bile en az yirmi yıl sonra, o da belki, eski zenginliğime kavuşabilirim.