1948’DE İSTİKLÂL MARŞI’NI DÜNYAYA EZBERLETEN YİĞİTLER (1)
Kerime Yıldız'dan, 1948’DE İSTİKLÂL MARŞI’NI DÜNYAYA EZBERLETEN YİĞİTLER
1948’DE İSTİKLÂL MARŞI’NI DÜNYAYA EZBERLETEN YİĞİTLER
Türkiye, Tokyo Olimpiyatları’ndan 13 madalya alarak dönünce başta Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu olmak üzere, “Rekor kırdık” diyerek, 12 madalya aldığımız 1948 Londra Olimpiyatları’na atıf yapanlar oldu.
Türkiye, 1948’de dağıtılan 294 madalyanın 12’sini; Tokyo’da ise 1076 madalyanın 13’ünü aldı. Bu matematik hesâbı bir yana, Londra’daki madalyaların yarısı altındı ve güreşçilerimiz, Wembley stadında 6 defa İstiklâl Marşı’nı dinletmişti.
Bu vesileyle, bayrağımızı 12 kere göndere çektirip 6 kere dinleten yiğitleri rahmet ve saygıyla anarak hem kısaca o zamana kadarki olimpiyat maceramızı hem de 1948 Londra Olimpiyatları’ndaki başarımızı hatırlatmak istedim.
TERCÜMANLIKTAN OLİMPİYATA GİDEN GALATASARAY LİSELİ
1896’da başlayan Modern Olimpiyat Oyunları’na ilk katılmamız, 1906’da 10. yıl vesilesiyle düzenlenen ve resmen kabul edilmeyen 1906 Atina Ara Olimpiyatları’nda atletizm dalında oldu. Kendi imkânlarıyla yarışmaya katılan Vahram Papazyan, Osmanlı Devleti’ni temsil eden tek sporcuydu. 800 ve 1500 metre elemelerini geçemeyen Papazyan, başka bir dalda birinci oldu. 14 yaşındaki Papazyan, Ara Olimpiyatlar’ın en genç sporcusuydu.
Galatasaray Lisesi öğrencisi Aleko Mulos, Modern Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu Baron Pierre de Coubertin'in İstanbul'u ziyâreti sırasında tercümanlık yapmıştı. Coubertin'in dâveti üzerine 1908 Londra Olimpiyatları'na jimnastik dalında katıldı. Osmanlı Devleti’ni ilk defa resmî olarak temsil eden Mulos, elemeleri geçemedi.
1911'de kurulan Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti, 1912 Stockholm Olimpiyatları’na iki sporcu gönderdi. Vahram Papazyan ile Mıgırdç Mıgıryan, elemeleri geçemediler.
Savaş sebebiyle yapılmayan 1916 olimpiyatlarının ardından düzenlenen 1920 Anvers Olimpiyatları’na ise Osmanlı Devleti çağrılmadı.
1924 Paris Olimpiyat Oyunları’na 41; 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları’nda 38 sporcuyla katılan ve sâdece güreşte 67 kiloda Tayyar’ın (Yalaz) kazandığı dördüncülükle heyecanlanan genç Türkiye Cumhuriyeti, 1932 Los Angeles Olimpiyatları’na maddî sebeplerle katılamadı.
Tayyar Yalaz’ın olimpiyat minderine attığı tohum, 1936’da yeşerdi. Grekoromen 61 kiloda Yaşar Erkan altın madalya; serbest güreş 79 kiloda Ahmet Kireççi, bronz madalya kazandı. Berlin’de, bir ilk daha yaşandı. Eskrimde ülkemizi temsil eden Halet Çambel ve Suat Fetgeri Aşeni, olimpiyatlara katılan ilk kadın sporcularımızdı.
1940 ve 1944 olimpiyatları, 2. Dünya Savaşı sebebiyle düzenlenemedi. Dünyaya barış getirmesi ve savaşın yaraların sarması ümidiyle 12 yıl aradan sonra düzenlenen 1948 Olimpiyatları’na, Almanya ve Japonya dâvet edilmedi. Rusya, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler ise kendi tercihleriyle katılmadılar.
OT MİNDERLERDE HAZIRLANDILAR
Türkiye, 29 Temmuz-14 Ağustos1948’de yapılan Londra Olimpiyat Oyunları’na, 67 sporcuyla katıldı. 83 kişilik kâfilenin yemeklerini yapmak üzere aşçıbaşı Mehmet Aksoy’da Londra’ya götürüldü. Bu durum, diğer ülkeler için de geçerliydi. Çünkü savaşın ardından henüz tam toparlanamayan Londra’da yiyecek karneyle veriliyordu. Durum o kadar vahimdi ki Türk kâfilesi, oyunlar bittiğinde elinde kalan gıda maddelerini, bir çocuk hastanesine bağışladı.
1946 yılında Stokholm'de yapılan Avrupa Serbest Güreş Şampiyonası’nda takım hâlinde birinci olan güreş milli takımı, Londra Olimpiyatları’na Emirgan’da açık havada hazırlandı. Antrenmanlar, ot minderlerde, ekli kamyon brandaları üzerinde yapıldı. Güneş, brandaya vurunca minderi yakıyordu. Yere düşünce vücutlarının soyulmaması mümkün olmayan güreşçiler, yere düşmemek için o kadar çok çalıştılar ki Londra’da kimse, onların sırtlarını yere getiremedi.
“HADİ SİZİ BEKLİYORUM!”
Yaşar Doğu, Gazanfer Bilge, Celâl Atik, aynı anda finale çıktılar. O kadar rahattılar ki oyun sırasında birbirlerine laf atıyorlardı. Yarışmıyor, âdeta eğleniyorlardı. Celâl Atik, yan minderlerdeki Bilge ve Doğu’ya “Hadi, sizi bekliyorum!” dedikten sonra, üçü de sözleştikleri gibi rakiplerini tuş ettiler.
Üç güreşçinin aynı anda yan yana minderlerde final maçlarını yapmalarıyla zâten çok duygulu anlar yaşayan Türk seyirciler, önce eli havaya kaldırılan Gazanfer Bilge’ye doğru koştular. Peşinden Celâl Atik’in ve onun ardından Yaşar Doğu’nun elini görünce ne tarafa koşacaklarını şaşırıp üçe bölündüler. Yiğitlik ve dürüstlüğün simgesi olan ata sporu güreş, olimpiyatlarda şahlanmıştı. “Ben, her zaman güreşirken arkamda Türk milletinin olduğunu ve millet şerefini düşünürdüm.” diyen Kurtdereli Mehmed Pehlivan’ın rûhu minderdeydi. Yine serbest stilde Nasuh Akar, grekoromende Mehmet Oktav ve antremanda bacağı sakatlananınca on beş gün dinlendikten Antrenör Nuri Baytorun’un karârıyla sonra grekoromende yarışmaya katılan Mersinli Ahmet Kireççi de altın madalya kazandılar.
Sonuç olarak Türkiye, 4 altın ve 2 gümüş madalya aldığı serbest stilde takım hâlinde 40 puanla şampiyon oldu. 2 altın ve 2 gümüş ve 1 bronz madalya kazandığı grekoromende ise 27 puanla takım hâlinde ikinci oldu. Nihâyet üç adım atlamada Ruhi Sarıalp’in aldığı bronz madalya ile 1948 Olimpiyat Oyunları’nda yedinci oldu.
Londra Wembley Stadı’nda ay-yıldızlı bayrağımız, 12 defa göndere çekildi; 6 defa İstiklâl Marşı’mız okundu. 3 Ağustos, Türklerin zafer günü oldu. Yabancı seyirciler, “Neredeyse Türkiye’nin millî marşını ezberleyeceğiz.” diye konuşuyorlardı. Gazanfer Bilge’ye, “tuş makinesi” lakabı takılırken Celâl Atik için, “Güreşi, şiir gibi okuyor.” dendi.
Duyguları sorulduğunda, “Vazifemizi yaptık.” diyen ve 17 Ağustos’da Türkiye’ye dönünce eller üzerinde taşınan şampiyonlar, vazifelerini yapmanın karşılığında verilen hediyelerin neye mâl olacağını, henüz bilmiyorlardı.
“1948 Olimpiyat Filmi ve 1952 Amatörlük Skandalı”yla devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.