Berat Onur
2019 için Ekonomi Falı (2)
Dün küresel piyasalar açısından 2019 öngörülerimi paylaştıktan sonra bugün de Türkiye açısında ele alacağım.
Gel-gitlerin yaşandığı 2018 yılı, özellikle Ağustos ayındaki büyük döviz kuru dalgalanması ile ekonomi tarihimizde müstesna bir yer almış oldu.
2019’a girerken ülke ekonomisinde 2018’in etkileri sonrası ferahlama mı olacak yoksa içimizi daha da kabartacak ve hasarın daha da derinleşeceği bir yıl mı olacak sorusu herkesi meşgul etmektedir.
İşte tam bu noktada temel ekonomik göstergeleri, iç siyasetteki yerel seçimler etkisini ve bölgesel politik gelişmeleri değerlendirerek, “neyse halimiz çıksın falımız” diyerek başlıyorum.
Önümüzdeki badireler nelerdir?
Kimsenin elinde bir kristal küre yok ama ekonomistler temel göstergeler açısından gidişatı okumaya çalışırlar.
Çok önemli gösterge olan büyüme açısından alarm veriyoruz.
Türkiye ekonomisi yıllar bazında, 2008 küresel kriz sonrası dönemini saymazsak, son 10 yıldır iyi bir büyüme performansı göstermişti.
2018 3.çeyrek itibariyle büyüme rakamları Ak Parti iktidarının karnesine en düşük büyüme rakamlarından biri olarak yazılacağa benziyor. 4.çeyrek için de beklentiler daha düşük büyüme olacağı yönünde. Üstüne Ak Parti döneminin son 10 yıldaki en yüksek enflasyon oranı ile birleşince ortaya seçimler öncesi iktidarı zorlayacak bir manzara ortaya çıkıyor.
Hatırlarsak daha önceki seçimlerde, büyüme oranlarının seçmen tercihi üzerinde önemli bir etkisi olduğu araştırma şirketleri ve akademisyenler tarafından dile getirilmişti. Ak Parti’nin 2002 sonrası aldığı en düşük oy oranı 2009 yerel seçimlerinde olmuş ve bunun o seneki gelir büyümesindeki daralmayla bağlantılı olabileceği yazılıp çizilmişti.
Yine önümüzde yerel seçimler var ve yine düşük büyüme oranı üstüne yüksek enflasyon ile karşı karşıyayız.
Diğer bir önemli nokta, Cumhur İttifakı’nın seçmen tarafından artık bir iktidar koalisyonu olarak algılandığı gerçeğidir. Yani düşük büyüme ve ekonomik sıkıntıların kesilecek bir faturası olacaksa, seçmen bunu koalisyon bloğu olarak iki partiye de kesebilir. Bunun örneğini 2001 krizinden sonraki Kasım 2002 seçimlerinde görmüştük. Tüm iktidar ortağı partiler devasa oy kayıplarına uğramıştı.
Özellikle büyüme ve enflasyon gibi ekonomik göstergelerdeki bozulmaların ilk hissedildiği yerler büyükşehirlerdir. Hayat pahalılığı ve aile bütçesindeki sıkıntılar en önce büyükşehirde yaşayanların günlük yaşamına etki eder. Dolayısıyla bu seçimlerde İstanbul ve Ankara seçmeni, ekonomideki durumu yansıtacak farklı tercihler yapabilir.
İzmir’de belediye seçimlerini kaybetmiş birinin, Ak Parti tarafından İstanbul için aday gösterilmesini stratejik hata olarak görenler var. Ben bu görüşe katılmasam da, özellikle muhalefetin adayı İmamoğlu’nun kendi ilçesinde çok sevilen, siyasette yıpranmamış, genç ve dinamik bir belediye başkanı olması, İstanbul’da kıyasıya bir yarış ortaya çıkartabilir.
Yerel seçimlerde iktidar bloğunun ciddi oy kaybetmesi durumunda, piyasalar tarafından yeni bir erken seçimin habercisi ve istikrar açısından riskli bir durum olarak okunacağını düşünüyorum. Bu durumda hem döviz kurları hem de faizler üzerindeki risk baskısı artacaktır.
Diğer bir badire de enflasyondur.
Enflasyon sepetindeki ürünlerin arasında, fiyatlarının döviz kuru ile bağlantılı olduğu çok sayıda ürün var. Döviz kuru ise birebir Merkez Bankası’nın faiz politikası ile bağlantılıdır.
Yani ithal ara mallara olan bağımlılık azalmadığı sürece, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde faiz-döviz-enflasyon sarmalı oluşuyor. Nasıl mı? MB enflasyondaki gerileme kadar faiz indirince, negatif faiz nedeniyle dövize olan talep artıyor ve döviz fiyatları artınca ithal mallara bağımlılık nedeniyle artan ürün fiyatları enflasyona neden oluyor ve MB’nin faiz yükseltmesi yönünde baskıya dönüşüyor.
Bu sarmalın kırılmasının tek çaresi, ithal ara mallara olan bağımlılığın azalmasıdır. Hep yazdığım üzere, bu konuda bir rehavet hissediyorum. Düşen döviz kurları ve petrol fiyatının düşük seyretmesi nedeniyle olsa gerek, bu yapısal konuya gerektiği kadar önem verilmiyor.
Devlete olduğu kadar, iş dünyasına da görev düşüyor. İnşaat’taki tatlı paranın cazibesi ile sanayiciliği ve turizmi ihmal eden iş adamları da artık bu konuya odaklanmalıdırlar.
Yüksek TL faizi etkisiyle döviz kurlarının düşük seyrettiğini unutmayalım. Ülke olarak risk primimiz hala yüksek iken, faiz ile baskılanan döviz kurunun sürdürülebilir olmadığını iyice idrak edip rehavete kapılmamak lazım.
Tabi bütün bunları yazarken MB’nin para politikasında bağımsız kararlar aldığını farz ediyorum. Seçimlere doğru yine faiz oranları üzerinden MB’nin bağımsızlığına gölge düşürecek siyasi söylemlerin yabancı yatırımcıları ürküteceğini tekrar hatırlatayım.
Bugünlerde en büyük ithal kalemi olan petrolün varil fiyatının düşük seyretmesi cari açık konusunda elimizi rahatlatıyor. Ancak Orta Doğu’da politik satrancın her an yeni bir tansiyon artışına yol açma ihtimalini gözardı etmemek gerekir. Petrol fiyatının yeniden tırmanışa geçmesi cari denge üzerindeki baskıyı arttıracaktır.
Cari açık konusunda bilgiye ulaşmakta zorluk çektiğimiz başka bir konu da, ithal ara malların yurtiçi stok durumudur. Artan ihracatın arkasında mutlaka ithal ara malların kullanıldığını düşünürsek, son açıklanan cari açığın ithal ara mal stoklarının eritilmesi nedeniyle düşük göründüğünü söyleyebiliriz. 2019 yılı içinde ara mal stoklarının yerine konması durumunda cari açık tekrar yükselebilir. Ancak sektörler bazında böyle bir stok detayına ulaşamadığımı belirtmeliyim.
Çok da uzatmadan falın son bölümünü de söyleyeyim. Önümüzde iki yol görünüyor: Ya ithalata bağımlı sanayi, bilişim ve ticaret ile kırılgan ekonomi sarmalında kalacağız, ya da ithal ara malların yerli ikameleri konusunda iyice kolları sıvayıp milli seferberlik halinde mücadele ile hem büyüyüp hem de işsizliği düşürerek badireleri kısmen atlatacağız.
Bölgemizdeki tansiyon yükselmeden ve küresel ekonomi bozulmadan hızlı hareket edip bu konuda mesafe kaydedersek, falımızda kısmetimiz açık görünüyor. Hadi inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.