AĞAÇ DÜŞÜNDÜ
AĞAÇ DÜŞÜNDÜ
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı için küçük bir eğlencelik…
Dünya üzerinde bir insana bu kadar şükran borçlu olan, o insanı bu kadar seven ve ona bu denli hayran olan başka bir ülke, ve bütün bu duyguların çok daha fazlasını hak eden başka bir lider var mı? Hiç sanmıyorum.
“Şöyle güzelce bir esneyip gerindim. Artık uykudan kalkma vakti. Aylardır uyukluyorum. Bu kadar tembellik yeter. Hem dallarımın üzerinde et benlerim de çıktı. Bu et benleri bana hiç yakışmıyor ama neyse ki biliyorum, bir süre sonra onlar patlayacak ben de pek güzel olacağım.
“Tam tahmin ettiğim gibi oldu, bütün et benlerimin çoğu patladı ve övünmek gibi olmasın ama pek güzel çiçeklere dönüştüler. Çevreme bakıyorum da ben ne kadar da güzel bir ağacım. Hem adım da güzel, “Kiraz Ağacı”. Bazı ağaçlara anne babaları ne çirkin isimler veriyorlar! Bir komşum var adı “At Kestanesi”, nereden akıllarına gelmişse? Benim üstümde açan çiçeklerimin de adı benim gibi güzel. Bazı çiçekler var onlara “Deve Dikeni” diyorlar, bir tanesi de pek midemi bulandırıyor, “Katır Tırnağı”. Ne pis şey! Bula, bula katırın tırnağı olmuş, bari sincap tırnağı falan olsaydı. Ben sincapları iyi tanırım bizlerin üstümüzde de dolaşırlar ama en çok ceviz ağacını severler.
“Ama ne oluyor, bu ne yağmur böyle! Bütün çiçeklerimi döktü; neyse ki yağmura inat arkasından yemyeşil yapraklarım ortaya çıktı. Yağmura inat şimdi daha da güzelim. Havalar soğumasa bari, doğrusu tam ısınıyorum derken yeniden ayazda kalmak hiç istemem.
“Et benlerim geçti diye sevinirken şimdi de onlardan daha büyükleri çıktı hem bunların sapları da var. Yeşil desen değil, kırmızı hiç değil, tuhaf bir renkleri var.
“Güneş beni ısıttıkça saplı benlerim de kızarmaya hem de büyümeğe başladı, ne mutlu bana, kirazlarımmış onlar benim de ben tanıyamamışım. Diyorum ya ben çok güzel bir ağacım, ama kabul etmem gerekir ki benim kadar hatta benden azıcık daha güzel bir ağaç var, hemen komşum. Onun çiçekleri herkesin çiçeklerinden daha güzel. Meyveleri de pek gösterişli, sanki kandil asılmış gibi. Neyse ki onun da bir çirkin tarafı var, ismi. “Nar”! Böyle kaba bir isim duymamıştım hiç; benimki zarif “kiraz” güzel söyleniyor hem de değişik “a” ile “i” bir arada. Allah korusun “Kirez” ya da “Kıraz” olsaydı ne kadar kaba olurdu. “Nar”ı da kibarlaştırsalardı keşke. Ama iyi ki öyle bir şey yapmamışlar. Ben ondan bu konuda daha üstünüm.
Tuhaf bir ağaç var komşunun duvarında, çok arsız bir şey her yere sarılıyor. O yüzden herhalde sarmaşık demişler adına; bence sırnaşık deseler daha iyi olurdu. Ama kabul etmeliyim ki çiçekleri pek fena sayılmaz. Türk değil Japon, adı da “Japon Lâlesi”. Bizim lâlerimiz yetmedi sanki, bu da kalkmış taa Japonya’dan buralara gelmiş.
Biz yukarıdakiler aramızda ancak rüzgâr eserse konuşabiliyoruz. Oysa yer altındaki dallarımız her dakika iç içeler, o kadar ki bazen birbirimize karışıyoruz. Bu dallarımıza kök diyorlar. Hepimizinki birbirine benziyor yalnız bazılarımızın kökleri çok arsız, hiç sıra saygı gütmeden dolaşıp duruyor; ama çok gezen çok yanılır! Bir seferinde bir tanesi yolunu şaşırıp kaka çukuruna girmiş, daha da akıllanmayıp ilerleyince kendisini bir evin kaka borusunda bulmuş; geri de dönememiş. Ev sahipleri boruyu kırmışlar, onu da kesip atmışlar. Umarım geri kalan kökleri akıllanır da böyle pis şeyler yapmazlar bir daha.
“Kuşlardan hiç rahatım yok. İkide bir gelip güzelim meyvelerimi didikliyorlar. Yetmiyor gibi uçarken de üstüme kaka yapıyorlar. İnsanlar kuşlar üzerlerine kaka yapınca neden o kadar sevinirler hiç aklım ermez.
“Yaz geldi mi çocuklar da başa belâ. Meyvelerimi toplayacaklar diye olur olmaz dallarıma tırmanıyorlar. Çok ince olanlara da basıyorlar, çok canım acıyor. Ama ben yine de deniz kenarındaki ağaçlardan daha şanslıyım. Deniz üstünde yüzen koca, koca ev gibi şeyler bir yere kaçmamak için onlara tutunuyor. O zavallı arkadaşlarımın canları yok sanki!
“Gelen yedi, giden kopardı hiç meyvem kalmadı. Artık kafamı dinleme vakti; pek mutluyum. Hem bu sade güzellik de bana pek yaraştı.
“Oh! Neyse havalar serinlemeye başladı, güneş artık eskisi kadar kavurmuyor, o nedenle de beni daha önceleri yaptıkları gibi her dakika sulamıyorlar.
“Sonbahar geldi ben hâlâ çok güzelim, yapraklarımın kimisi kendilerini kırmızıya boyadı, kimisi sarıya. Ben bir şey yapmadım; bu renklere bürünmek onların kendi seçimleriydi. Bence hata yaptılar, süsleneceğiz diye o kadar yoruldular ki güçleri kalmadı dallarıma tutunacak, kendilerini yere atmaya başladılar. Havalar yavaş, yavaş soğuyor, bana da öyle tatlı bir uyku bastırıyor ki sormayın.
“Sonunda uyuya kalmışım. Bir ara bir gözümü açtım ki dallarımı bembeyaz bir şeyler kaplamış, ayrıca her yer de beyaza bürünmüş. Doğrusu bu beyazlar da bana pek yakıştı gelin gibi oldum. Keyfini çıkarsam diyorum ama uyku rahat vermiyor ki…”
Sıra yemek tarifinde, bu kez de limonlu krema: 125 gram margarin, 2 neskafe fincanı toz şeker, 3 limon suyu ve rendesi, 4 yumurta.
Dört yumurtayı çırpın. Ayrı bir yerde diğer malzemeyi karıştırın. Sonra hepsini bir araya ekleyip benmaride karıştırarak koyulaşana kadar pişirin. Hazır aldığınız ya da kendinizin pişirdiği pandispanyanın arasına ve üstüne sürün. İsteğe bağlı olarak en üste Hindistan cevizi de serpebilirsiniz. (Ufak bir tüyo, benmaride pişmesi çok uzun sürüyor, ben benmaride iyice ısındıktan sonra önce kısık sonra orta ısıda ocakta teflon kapta pişiriyorum.) İyi bayramlar dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.