Cüneyt Şaşmaz

Cüneyt Şaşmaz

Asıl Kıvılcım, Ekonomik ve Duygusal Olacak!?

Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınması ve adliyeye sevk edilmesi sürecinde gözlemlenen yoğun güvenlik önlemleri,
Polis ablukası, adliye çevresindeki yasaklamalar ve Türkiye genelinde alınan tedbirler gerçekten dikkat çekici bir tablo sundu.
Bu durum, farklı açılardan yorumlanabilir ve birkaç olası açıklamayı gündeme getiriyor:
Birincisi, "güvenlik kaygısı" boyutu var.
İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak hem yerel hem de ulusal çapta tanınan, geniş bir destek tabanına sahip bir figür.
CHP'nin önde gelen isimlerinden biri olmasının yanı sıra, geçmişte hükümetle ters düşen açıklamaları ve politik duruşu nedeniyle polarize bir konuma sahip.
Böylesine yüksek profilli bir ismin gözaltına alınması, doğal olarak halk hareketlerini tetikleyebilir.
Türkiye'nin geçmişteki Gezi Parkı olayları gibi kitlesel protestoları göz önünde bulundurursak,
Yetkililerin olası bir toplumsal tepkiden çekindiği düşünülebilir.
Adliye önündeki ablukalar ve genel yasaklamalar, bu bağlamda "kontrolü elden bırakmama" çabasını yansıtıyor olabilir.
İkincisi, "siyasi mesaj" boyutu öne çıkıyor.
Bu kadar abartılı bir güç gösterisi, sadece güvenlik kaygısından ziyade bir "gözdağı" olarak da okunabilir.
İmamoğlu'nun 2019'da İstanbul seçimlerini kazanması, AK Parti için ciddi bir sembolik yenilgiydi ve o zamandan beri hükümetle arasında bir gerilim hattı oluştu.
Bu süreçte alınan olağanüstü önlemler, muhalefete ve destekçilerine "herhangi bir direnişin veya kaosun tolere edilmeyeceği" mesajını vermeyi amaçlıyor olabilir.
Yani, bu durum bir korku ifadesinden çok, otoritenin gücünü pekiştirme hamlesi olarak değerlendirilebilir.
Üçüncüsü, "kamuoyu algısı" meselesi var.
İmamoğlu'nun gözaltına alınış şekli ve çevresindeki yoğun güvenlik önlemleri, onu "tehlikeli" veya "önemli bir tehdit" gibi göstermeyi hedefliyor olabilir.
Bu, hükümet yanlısı kesimlerde "Bakın, bu adam suçlu ve tehlikeli, yoksa neden bu kadar önlem alınsın?" algısını yaratabilir.
Ancak tersine, muhalif kesimlerde ise "Bu kadar korkuyorlar ki abartılı bir güç kullanıyorlar" düşüncesini pekiştirebilir.
Peki bu neyi açıklıyor?!
Bence bu durum, İmamoğlu'nun sadece bir belediye başkanı olmanın ötesinde, Türkiye siyasetinde bir "sembol" haline geldiğini gösteriyor.
Onun şahsında, muhalefetin genel gücüne ve potansiyeline dair bir hesaplaşma yaşanıyor olabilir.
Yetkililerin bu denli yoğun önlem alması, belki korkudan çok, kontrolü tamamen ellerinde tutma arzusunu ve herhangi bir riski göze almama stratejisini yansıtıyor.
Öte yandan, bu abartılı tepki, ters tepebilir ve İmamoğlu'nun mağduriyetini artırarak muhalefeti daha da kenetleyebilirki, bu, Türkiye siyasetinde sıkça görülen bir paradoks.
Bu önlemlerin uzun vadede kimin lehine işleyeceği, birkaç temel dinamiğe bağlı:
Türkiye’deki toplumsal ruh hali, ekonomik durum, muhalefetin bu krizi nasıl yöneteceği ve hükümetin adımları.
Her iki taraf için de avantajlar ve riskler var; gelin bunları adım adım değerlendirelim.
- Hükümetin Lehine İşleme İhtimali
Hükümet açısından, bu yoğun güvenlik önlemleri ve İmamoğlu'na yönelik sert tutum, otoriteyi perçinleme potansiyeli taşıyor.
Eğer amaç "muhalefeti sindirmek" ve "herhangi bir direnişin bedelini ağır ödeteceğini göstermek" ise, kısa vadede bu strateji işe yarayabilir.
Türkiye'de geçmişte benzer durumlar -misal, Selahattin Demirtaş'ın tutuklanması- hükümetin elini güçlendirmişti.
Çünkü muhalif hareketler bir süreliğine dağılmış veya etkisizleşmişti.
Ayrıca, hükümet yanlısı medya bu süreci "adaletin tecellisi” ve "suçluların cezalandırılması" olarak çerçeveleyip tabanını konsolide edebilir.
Eğer İmamoğlu'nun yerine kayyum atanır ve İstanbul'da kontrol yeniden AK Parti'nin eline geçerse, bu, hükümet için sembolik bir zafer olur.
Muhalefete "büyük şehirleri bile koruyamazsınız" mesajı verir.
Ancak bu senaryonun sürdürülebilirliği, halkın tepkisine ve ekonomik koşullara bağlı.
Şu an Türkiye'de enflasyon, işsizlik ve hayat pahalılığı gibi sorunlar zaten hükümetin aleyhine bir kamuoyu baskısı yaratıyor.
Eğer bu sert önlemler, halkta "baskı artıyor" algısını pekiştirir ve ekonomik sorunlarla birleşirse, uzun vadede hükümetin meşruiyeti zedelenebilir.
- Muhalefetin Lehine İşleme İhtimali
Muhalefet açısından ise bu durum, bir "mağduriyet kozu" olarak kullanılabilir.
İmamoğlu'nun gözaltına alınışındaki abartılı güç gösterisi, zaten polarize olmuş bir toplumda muhalif kesimleri daha da kenetleyebilir.
Gezi olaylarında veya 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi, hükümetin sert adımları ters tepebilir ve halkta bir "artık yeter" duygusu uyandırabilir.
CHP ve diğer muhalefet partileri, bu krizi etkili bir şekilde örgütlerse -misal, barışçıl ama kitlesel protestolarla veya hukuki mücadeleyle-
İmamoğlu'nun mağduriyeti, muhalefetin elini güçlendirebilir.
Ayrıca, uluslararası kamuoyunun dikkati de Türkiye'ye çevrilebilir.
Batı'dan gelecek "demokrasi ve hukukun üstünlüğü" eleştirileri, muhalefete moral ve meşruiyet sağlayabilir.
Risk ise şu: Muhalefet, bu fırsatı değerlendiremezse veya iç çekişmelerle (örneğin, CHP içindeki liderlik tartışmaları) bölünürse,
Hükümetin otoriter hamlesi karşısında etkisiz kalabilir.
Ayrıca, halkın yorgunluğu ve "protestodan sonuç çıkmaz" algısı da muhalefetin aleyhine işleyebilir.
Demem o ki:
Uzun vadede, bu önlemlerin muhalefetin lehine işleme ihtimali biraz daha yüksek görünüyor, tabii bazı şartlarla.
Türkiye'de ekonomik krizin derinleşmesi, hükümetin sert önlemlerini "adalet" değil "baskı" olarak algılayan bir kesimi büyütebilir.
Demem şu ki:
İmamoğlu'nun popülaritesi ve sembolik önemi, bu mağduriyeti birleştirici bir anlatı'ya çevirebilir.
Ancak bu, CHP'nin ve diğer muhalefet aktörlerinin proaktif, koordineli ve akıllıca bir strateji izlemesine bağlı.
Hükümet ise, eğer kayyum ataması gibi adımlarla somut bir "kazanım" elde edemezse veya halkın tepkisini yanlış okursa, bu süreçten yıpranarak çıkabilir.
Hasılı:
Bence bu işin kaderini halkın tepkisi ve muhalefetin bu krizi nasıl yöneteceği belirleyecek.
Halkın bu kadar yoğun bir baskıya nasıl tepki vereceği, Türkiye'nin mevcut sosyo-ekonomik koşulları, geçmiş deneyimleri ve kolektif ruh haliyle yakından ilgili.
İmamoğlu gibi yüksek profilli bir isme yönelik bu sert tutum, farklı senaryoları tetikleyebilir.
İki ana ihtimali -sessiz kalma ve sokağa inme- değerlendirelim:
- Sessiz Kalma İhtimali
Halkın sessiz kalması, birkaç nedenle mümkün.
Birincisi, "yorgunluk ve umutsuzluk".
Türkiye'de son yıllarda art arda gelen ekonomik krizler, pandemi, depremler ve siyasi gerilimler, insanların enerjisini tüketmiş olabilir.
Gezi Parkı gibi büyük bir halk hareketinden sonra, kitlesel eylemlerin somut bir değişim getirmediği algısı yerleşmiş olabilir.
"Sokağa çıksam ne olacak ki?" düşüncesi ağır basabilir.
İkincisi, "korku faktörü".
Hükümetin abartılı güvenlik önlemleri, gözaltılar ve olası cezalar, insanları caydırabilir.
Özellikle orta sınıf veya apolitik kesimler, işini gücünü riske atmak istemeyebilir.
Üçüncüsü, "muhalefete güven eksikliği".
Eğer CHP ve diğer muhalefet partileri, bu krizi etkili bir şekilde örgütleyemez veya halkı harekete geçirecek bir liderlik sergileyemezse,
İnsanlar "desteksiz kalırız" endişesiyle sessiz kalmayı tercih edebilir.
- Sokağa İnme İhtimali
Öte yandan, halkın sokağa inmesi de oldukça gerçekçi bir senaryo.
Birincisi, "İmamoğlu’nun sembolik gücü".
2019'da "Her şey çok güzel olacak" sloganıyla İstanbul'u kazanan İmamoğlu, özellikle gençler ve muhalif kesimler arasında umut figürü haline geldi.
Onun mağduriyeti, bu kesimleri galeyana getirebilir.
İkincisi, "ekonomik bunalım".
Enflasyon, işsizlik ve geçim zorluğu, zaten bir öfke birikimine yol açmış durumda.
Bu baskı, ekonomik tepkisellikle birleşirse, sokağa inme ihtimali artar.
Gezi'de de benzer bir birikim patlamıştı.
Üçüncüsü, "toplumsal hafıza".
Türkiye'de halk, geçmişte baskıya karşı sokağa çıkma geleneğine sahip.
2013'teki Gezi olayları veya 2016'daki darbe girişimi sonrası sokak nöbetleri bunun örnekleri.
Eğer muhalefet, barışçıl ama etkili bir çağrı yaparsa, bu gelenek yeniden canlanabilir.
Hal böyleyken...
Bence halkın tepkisi, ilk aşamada "kısmi bir hareketlilik" şeklinde olur, tam bir sessizlik ya da kitlesel bir patlama değil.
İstanbul gibi büyük şehirlerde, İmamoğlu'nun destekçileri ve CHP tabanı tarafından yerel protestolar başlayabilir; ama bu, Gezi tarzında bir şeye dönüşmeyebilir.
Neden?!
Çünkü ekonomik koşullar insanları öfkelendirse de, aynı zamanda günlük hayatta ayakta kalma mücadelesi veriyorlar.
Bu da uzun süreli bir sokak hareketini zorlaştırıyor.
Ayrıca, hükümetin güvenlik ablukası ve olası sert müdahaleler, hareketin büyümesini engelleyebilir.
Ancak, eğer hükümet bu süreci kötü yönetirse -misal, kayyum ataması gibi halkı provoke edici bir adım atarsa- veya
Muhalefet güçlü bir liderlikle bu öfkeyi kanalize ederse, sokağa inme ihtimali ciddi şekilde artar.
Halkın tepkisi, bence biraz da "bekle ve gör" yaklaşımıyla şekillenecek:
İlk günlerdeki gelişmeler (mahkeme kararları, CHP'nin hamleleri) belirleyici olacak.
Halkın tepkisini neyin tetikleyeceği, Türkiye'nin şu anki kırılgan yapısında birden fazla faktörün birleşimine bağlı.
Ekonomik, duygusal ve siyasi motivasyonların her biri önemli bir rol oynayabilir.
Ama hangisinin baskın olacağı, olayın nasıl geliştiğine ve halkın algısına göre değişir.
Hepsini tek tek ele alalım ve sonra bir sonuca varalım.
- Ekonomik Motivasyon
Ekonomik koşullar, şu anda Türkiye'de halkın sinir uçlarını en çok zorlayan konu.
Resmi verilere göre enflasyon %50'lerin üzerinde, ama gerçekte marketlerde, pazarda hissedilen oran çok daha yüksek.
TL'nin değer kaybı, işsizlik ve gençlerin gelecek kaygısı, zaten bir öfke birikimi yaratmış durumda.
İmamoğlu'na yönelik bu baskı, eğer halkta "Ekonomiyi batırdılar, şimdi de sesimizi kısıyorlar" algısına yol açarsa, ekonomik motivasyon tetikleyici olabilir.
Özellikle İstanbul gibi hayat pahalılığının yoğun hissedildiği bir şehirde, bu durum "Bizi hem aç bırakıyorlar hem susturuyorlar" öfkesine dönüşebilir.
Gezi olaylarında da ekonomik memnuniyetsizlik, protestoların altında yatan gizli bir itici güçtü.
Yani, ekonomik kriz halkı sokağa dökecek bir kıvılcımı ateşleyebilir.
- Duygusal Motivasyon
İmamoğlu'nun gözaltına alınışı ve çevresindeki abartılı güvenlik önlemleri, duygusal bir tepkiyi de körükleyebilir.
İnsanlar, İmamoğlu'nu 2019'da "umut" ve "değişim" sembolü olarak gördü.
Onun sert bir şekilde hedef alınması, bu duygusal bağı olan kesimlerde "Bize yapılan bir haksızlık" hissiyatı uyandırabilir.
Türk toplumunda mağduriyete karşı güçlü bir empati geleneği var.
Misal, Erbakan’ın ya da Demirtaş'ın mağduriyetleri, destekçilerini kenetlemişti.
Eğer bu süreçte İmamoğlu'nun ailesine yönelik bir adım atılır ya da kişisel bir mağduriyet hikayesi öne çıkarsa,
Misal, çocuklarının kameralar önünde ağlaması gibi, duygusal motivasyon baskın hale gelebilir.
Halk, "Bu kadarı fazla" diyerek, rasyonel hesapların ötesinde bir tepki verebilir.
- Siyasi Motivasyon
Siyasi motivasyon ise daha çok muhalefetin tabanını ve ideolojik olarak hükümet karşıtı kesimleri harekete geçirebilir.
İmamoğlu'nun CHP'li bir belediye başkanı olması ve potansiyel bir cumhurbaşkanı adayı olarak görülmesi,
Bu olayı "demokrasiye darbe" olarak çerçeveleyen bir siyasi öfkeyi tetikleyebilir.
Hükümetin kayyum tehdidi veya yargı sürecindeki şeffaflık eksikliği, "Bu bir siyasi linç" algısını güçlendirirse,
Özellikle CHP, İYİ Parti ve diğer muhalefet destekçileri sokağa inmeye motive olabilir.
Ancak bu, muhalefetin ne kadar organize olduğuna ve halkı ne ölçüde mobilize edebileceğine bağlı.
Siyasi motivasyon, genelde daha bilinçli ve örgütlü bir tepki gerektirirki bu, Türkiye muhalefetinin her zaman güçlü olduğu bir alan değil.
Ezcümle:
Bence halkın tepkisini en çok tetikleyecek olan, "ekonomik ve duygusal motivasyonların birleşimi" olacak.
Ekonomik bunalım, insanları zaten bir eşikte tutuyor; İmamoğlu’na yönelik bu sert tutum ise bu öfkeyi boşaltacak duygusal bir katalizör olabilir.
"Hem ekmeğimizi elimizden alıyorlar hem de umudumuzu" hissi, sokağa inmenin ana itici gücü haline gelebilir.
Siyasi motivasyon ise daha çok ikinci planda kalır.
Çünkü halkın çoğunluğu, günlük hayatta ideolojik hesaplar yerine somut sorunlara ve duygularına odaklanıyor.
Örneğin, eğer hükümet bu süreçte İmamoğlu'nun yerine kayyum atarsa,
Bu hem ekonomik ("İstanbul'un kaynaklarını yine onlar yiyecek") hem de duygusal ("Bize oy hakkımızı bile çok gördüler") bir tepkiyi ateşleyebilir.
Siyasi bilinç ise bu tepkiyi örgütleyen bir çerçeve sunar, ama asıl kıvılcım bence ekonomik ve duygusal olacak.
Cüneyt Şaşmaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.