Prof. Dr. Anıl Çeçen
ASIL OYUN ŞİMDİ BAŞLIYOR (2)
Uygarlık Mezopotamya üzerinden Eski Mısır'a Yunan'a ve Roma İmparatorluğuna doğru gelişirken, ortaya Avrupa merkezli bir dünya çıkmış ve bu düzende beş yüz yıl küresel düzen yönlendirilmiştir. Dinleri devre dışı bırakan bilimsel devrimlerin Avrupa kıtasında gerçekleşmesi üzerine insanlık bu kıta üzerinden okyanuslara açılmış ve yeryüzünde bulunan beş büyük kıta ele geçirilerek dünyanın her bölgesi, batı Avrupalı sömürge imparatorluklarının eline geçmiştir. İngiltere, Fransa, İspanya gibi üç büyük, Hollanda, Belçika ve Portekiz gibi üç küçük batı Avrupa ülkesi, dünya kıtalarını bölüşerek altı büyük sömürge imparatorluğu aracılığı ile dünyanın yönetilmesini sağlamışlardır. Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlanma çağına giren Avrupa uygarlığı zaman içinde güçlenerek bütün kıtalara egemen olmuş ama aynı zamanda dünya kıtalarının başına bir emperyal hegemonya düzeninin kurulmasına neden olmuştur. Bilimsel devrimlerin getirdiği modernizm akımı, birkaç yüz yıllık gelişme sonucunda modern bir dünyanın ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Bilim ve hukuk alanındaki pozitif gelişmeler modern bir dünya düzenini çağdaş uygarlık anlamında insanlığa kazandırırken; sömürgecilik daha da ilerlemiş ve batı ülkelerinin kıtalar üzerindeki sömürge düzenleri üzerinden fazlasıyla zenginleşmelerinin yolları açılmıştır. Modernleşme süreci insanlığın dünyasında eşitlik getirmemiş, aksine sömürgecilik ve emperyalizm üzerinden eşitsizlikci bir dünya düzeninin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Milattan sonra başlayan uygarlık sürecinde, insanlık iki bin yıl sonra haksız ve eşitliksiz bir olumsuz duruma sürüklenince iki büyük dünya savaşı kendiliğinden gündeme gelmiştir. Yüzyıllar geçtikçe, Belirli ülkelerde yaşamını sürdüren insan toplulukları ortak kültür, vatan, din ve ekonomiye sahip olmaya başlamış ve bu yüzden de ulus devletlere giden bir yeni oluşum dönemi gündeme gelmiştir.
Avrupa merkezli dünyadan önce Yahudiler ile Hıristiyanların savaşları, daha sonraki aşamada Müslümanlar ile Hıristiyanların çatışmaları ve bir süre sonra da mezhep savaşları olarak, Katolikler ile Protestanların birbirlerini yok etmek üzere bir mücadeleye girmeleri üzerine, yerleşik devlet düzenleri ile insanlığın dünya barışına hiçbir zaman erişemeyeceği gibi bir korku giderek yaygınlık kazanmıştır. Roma İmparatorluğunun Orta Doğu'daki Yahudi devletini Milat sıralarında yıkması üzerine, gündeme gelen devlet dışı kapalı örgütlenmeler, bugünün gizli devleti oluşumuna doğru giden yolu açmıştır. Süleyman Mabedinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan bir gizli yapılanma olan Tapınak Şövalyelerini, Sion kardeşleri izlemiş, daha sonraları da Opus Dei ve İllüminati gibi gizli örgütler üzerinden bir küresel dünya düzeni arayışı, var olan devletler ve imparatorlukların ötesinde geliştirilmeye çalışılmıştır. Bir yanda sömürgecilik devam edip giderken, diğer yandan da var olan sömürgeler üzerinden evrensel bir ekonomik düzen oluşturularak, bütün insanlık yönetilmek istenmiştir. Avrupa kıtasında oluşan devletlerin yanı sıra diğer kıtalarda da var olan sömürgeler de merkez ülkelere bağlı bir düzen içerisinde yönlendirilmeye çalışılmıştır. Dünya nüfusunun kıtalar üzerinden milyonları geçerek milyarlara ulaşması üzerine, küresel bir düzen oluşturulması giderek zorlaşmıştır.
Bir yandan mevcut devletler düzeni ile sorunlar çözülmek istenmiş ama devletlerarası çekişmeler yeni bir düzen oluşturulmasını engelledikçe, bu sefer, kapitalist düzenin zenginlerinin kurdukları gizli örgütler, yavaş yavaş dünya devleti görünümünde insiyatif kullanmaya başlamışlardır. Yer altı ya da yer üstü yapılanmalar ile yönlendirilmeye çalışılan dünya halkları bekledikleri barış ve mutluluk düzenine hiçbir zaman sürekli olarak sahip olamamışlar, barış dönemlerini her zaman savaşlar izlemiştir. Savaş ve sıcak çatışmalar dünya gündeminden eksik olmayınca, istikrarlı bir evrensel düzen ile beklenen sürekli barış ortamına kavuşulamamıştır. İnsanlar arasında doğal yaşamdan bu yana gelen çekişme ve rekabet, önce toplumsal yapılarda daha sonraları da devlet düzenlerine yansıdığı zaman, sonunda kazançlı çıkabilmek için her türlü oyun, senaryo ve komplo devreye sokularak zafere ulaşılmak istenmiştir. İnsanlık tarihi boyunca böylesine oyun ve senaryoların yer aldığı bir geçmişin olayları ile doludur.
Dinler arası çekişmeler yüzünden dünya barışı gerçekleşemeyince, bu kez dinlerin ötesine gidilerek, belirli bölgelerdeki halkların uzun süre birlikte yaşamaktan dolayı kazandıkları yeni yapılanmalar olarak ulus gerçeğinden hareket edilerek bir sonuç elde edilmeye çalışılmıştır. Din kavgasını geride bırakmak üzere laik devlet gerçeği gündeme getirilmiş, uluslaşma yolu ile insanlar arasındaki din ve mezhep kavgalarının üzerine çıkılmak istenmiştir. Fransız devrimi bu konuda tam bir dönemeç olmuş, bir Hıristiyan toplumunda Yahudi örgütlenmesi olarak Jakobenler bir sosyal devrim gerçekleştirerek, din kavgasına son vermek üzere laik devleti hedefleyen yeni bir rejim anlamında cumhuriyet ilan etmişlerdir. Devletin dinin dışına çıkarılması ve laik bir siyasal yapılanmaya geçiş ile dinsel toplumlar, ulusal topluluklara doğru dönüştürülmüştür. Giderek kalabalıklaşan ülkeler dinler üzerinden yönetilmez bir aşamaya geldiğinde bu kez uluslar gerçeği üzerinden yönlendirilmeye çalışılmıştır. Dine dayanan kutsal imparatorluklar devre dışı bırakılırken ulusal toplum gerçeğine dayanan ulus devletler öne çıkmıştır. İmparatorluklardan ulus devletlere geçilirken, devlet dışı gizli örgütlenmeler daha da güçlenmiş ve uluslar arası kapitalist sistemin zenginleri bu kez üstünlüklerini ulus devletler aracılığı ile dünya halklarına kabul ettirmeye çalışmışlardır. Görünürde ulus devlet düzenleri gelişerek devam ederken, kapitalist sistemin para babaları da kendi aralarında kurdukları gizli örgütleri üzerinden, siyasal gelişmeler üzerinde etkinliklerini artırarak sürdürmüşlerdir. Devletlerin yanı sıra bu gibi devletimsi yapılanmaların topluma kapalı bir doğrultuda sürdürülmesi, zaman zaman devletler ile bu gibi gözüken örgütler karşı karşıya getirmiş ve bunun sonucunda da ciddi çatışma olayları yaşanmıştır. Zenginlerin çıkarları ile halkların çıkarlarının karşı karşıya geldiği aşamalarda, devletler üzerine baskılar artırılarak zengin azınlıkların çıkarları doğrultusunda meseleler çözüme kavuşturulmak istenmiştir.
Her insanın diğer insanlar ile rekabet halinde olduğu yaşam düzeninde her zaman için güçlü görünmek zorunda olması gibi, bir benzeri çekişme ortaya çıkarak zamanla hem devletlerarası hem de gizli örgütler arası rekabet düzeninde yeni gelişmelere neden olmuştur. Her insanın daha güçlü olarak yaşamını anlamlandırmak eğilimi, devletler için de geçerlilik kazanmış ve her devlet yapısı zaman içerisinde daha da güçlenerek , diğer devletler ile olan rekabet sürecinde öne geçmiştir. Uluslararası devletler düzeninde öncelikle her devlet ortaya çıkıştıktan sonra varlığını güçlendirmeye çalışmış, diğer devletler ile var olan rekabet düzeninde her devlet daha iyi ve güçlü bir konuma gelebilmek üzere yarışlara kalkışmıştır. Bu normal çekişme sürecinin ötesinde bir de anormal boyutlarda rekabet öne çıkınca, devletler birbirlerine karşı çeşitli komplolara girişmişler ya da uygulamaya koydukları farklı senaryolar doğrultusunda birbirlerinin önünü keserek, çelme atarak, arkadan vurarak ve de her türlü hukuk dışı yolları zorlayarak sonuç almaya çalışmışlardır. Bu yüzden normal devletlerin ötesine giden derin devlet yapılanmaları da ortaya çıkmış, devletlerin istihbarat servisleri normal haber toplamanın ötesinde operasyonel bir biçimde yapılanarak, her türlü hukuk dışı eylemin uygulamaya konulmasında, görünmeyen derin devlet misyonunu oynamaya başlamıştır. Özellikle, küresel dünya hegemonyası peşinde koşan batının önde gelen emperyalist devletlerinin, kendi aralarında sömürge savaşlarını yürütürken, hukuk dışı yollara saparak kendi üstünlüklerini diğer ülkelere zorla kabul ettirme çabası içinde, akla gelebilecek her türlü hukuk dışı senaryoları kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirebilmek için uğraştıkları, zaman içinde yayınlanan anı kitapları ya da araştırmalar aracılığı ile kesinlik kazanmıştır. Amaca giden her yolu mübah gören Makyavelist zihniyetin, hem devletlerde hem de devlet dışı örgütlerde ana perensip haline gelmesi yüzünden, dünya ve insanlık bir türlü kalıcı bir barış düzenine ulaşamamıştır.