Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

AVRASYA‘DA PAN – SİYONİZM (1)


Dünya ana karalarının birleştiği coğrafyaya , bilim çevreleri Avrasya adını vermiştir. Bu nedenle bu kavram daha çok  Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç büyük kıtanın birleştiği merkezi  alanın  adı olarak öne çıkmaktadır . Her üç kıtanın birbirine açılan  ve birbiriyle bağlantı sağlayan  topraklar, bir bütün olarak ele alındığında ise ortaya, Avrasya adını taşıyan bir büyük bölge ve kıtasal yapılanma ile  kimlik kazanmaktadır .

Amerika yeni kıta , Avustralya ise dış kıta olarak olarak yeryüzü haritasında yerlerini almıştır. Avrasya bölgesinde kesişen Asya ,Avrupa ve Afrika kıtaları gibi eski insanların  binlerce yıl yaşamış olduğu  bölgeler,  insanlık tarihinin oluşumunda önem kazanmaktadır . Bu nedenle,  her üç kıtada meydana gelen değişiklikler ile yaşanan olayların  ortak bölge üzerinden birbirleri üzerinde etkiler yarattığı  ve birbirlerinin tarihinin oluşumunda etkili bir faktör olduğu , tarih biliminin ortaya getirmiş olduğu  önemli bir gerçektir .

Her alanda gelişme gösteren değişik bilim dalları üç eski kıta ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda;  sahip olunan ortak alanın kıtalar arası gelişmelerde  belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Ki Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları ile ilgili olarak yapılan çalışmalarda  bu  kıtalar arası etkileşim çizgisini iyi izlemek gerekmektedir . Tarih biliminin dile getirdiği geçmişin olayları ele alındığı zaman , böylesine bir etkileşim ağının  zamanla kendiliğinden devreye  girerek olayların gelişim çizgisinin belirlenmesinde  etkili olduğu da göze çarpmaktadır .

Avrasya kavramı , coğrafya biliminin insanlığa kazandırmış olduğu bir açıklama ya da tanımlamanın  adı olarak  doğmuştur . Özellikle Asya ve  Avrupa kıtalarının  birbirine yaklaştığı ve birleştiği bölgelerin bütünüyle yer aldığı kıtasal alanda ,Avrupa ve Asya kavramlarının iç içe geçmesinden kaynaklanan birleşik bir isim olarak,   Avrasya kavramı belirginlik kazanmıştır . Asya , Avrupa ve Afrika kıtaları kendi başlarına bir kıtasal alanın  adı olarak varlıklarını sürdürürken , her üç kıtada ortaya çıkarak diğer kıtalara sıçrayan siyasal ve sosyal  gelişmelerin  yarattığı   ortak alan  yapılanmalarının  ayrıca ifade edildiği durumlarda ise  birleşik bir kavram olarak  Avrasya kavramına başvurulmuştur .

Bu doğrultuda , Asya’da kurulmuş olan büyük imparatorlukların Avrupa kıtasına yönelmeleri ya da Avrupa kıtasında gündeme gelmiş siyasal yapılanmaların zaman içinde genişleyerek  Asya ya da Afrika kıtalarına sıçramaları gibi  durumlar, kıtalar arası birleşik gelişmeler olarak  inceleme konusu yapıldığında Avrasya kavramı öne çıkmaktadır .

Tarihte üç kıtadan çıkan siyasal yapıların ya da uygarlıkların zaman içerisinde  bu  birleşik durumdan yararlanarak zamanla  diğer kıtalara doğru bir genişleme eğrisi gösterdiği  görülmektedir .  Asya’da tarih sahnesine çıkan devletlerin  Hunlar ya da Osmanlılar gibi Avrupa ve Afrika bölgelerine yayılması gibi , Avrupa merkezli bir büyük devlet olarak Roma İmparatorluğu da, hem Asya hem de Afrika kıtalarında genişleme olanaklarını değerlendirerek  dünya hegemonyası oluşturma çabası içerisinde  olmuştur . Bütün devletler bu doğrultuda  diğer siyasal güçlere ve yapılanmalara karşı üstünlük sağlama doğrultusunda rekabet içinde olmuşlardır .

Orta Doğu bölgesi,  Avrasya kıtasal alanı içerisinde  var olan merkezi bir bölge olarak  her üç kıtanın tam ortasında yer  alan bir orta dünya olmuştur . İngiltere merkezli bir dünya yapılanması sürecinde  , merkeze kendisini oturtan İngiliz imparatorluğu,  dünyanın üç büyük kıtasının kesişme noktası olan orta dünya alanına, Orta Doğu adını verdiği  için bu merkezi coğrafya  yaklaşık beş yüz yıldır  Orta Doğu ismi ile ifade edilmektedir .

Orta Doğu bölgesinin bir ucu Balkanlara , bir ucu Kafkaslara diğer ucu da Kuzey Afrika’ya uzandığı için  her üç kıtanın kesişme noktası olmuştur . Asya kıtasının birer parçası olan Arap ve Türk yarımadalarında gündeme gelmiş olan siyasal oluşumlar, hemen Avrupa ve Afrika kıtalarına da sıçrama göstermiş ve  tarihe geçen olaylarda  her üç kıtanın birlikteliğini yansıtmıştır . Üç kıtanın topraklarının kesişme noktasında yer alan Orta Doğu bölgesi,  aslında dünyanın merkezi toprakları olarak jeopolitik gelişmelerde önemli misyonlar üstlenmiştir . Makedonya imparatorluğu,  Balkanlar’da tarih sahnesine çıkarak Anadolu ve Arap yarımadası üzerinden  Asya bölgesine yayıldığı gibi , Selçuklu İmparatorluğu da Kafkas bölgesinden ortaya çıkarak Avrupa bölgesine doğru bir yayılma süreci izlemiştir . Afrika’da ortaya çıkan  devletler ise  zaman içerisinde kuzeye doğru açılarak kendilerini güvence altına almak için çaba gösterirlerken ,aynı zamanda  Asya ve Avrupa bölgelerine doğru genişleyebilmenin yollarını aramışlardır .

Orta Doğunun tam ortasında yer alan Arap yarımadası üzerinde  ortaya çıkan  devlet yapılanmaları ise bu yarımadanın tamamını ele geçirdikten sonra, Anadolu yarımadasına ya da Kıbrıs üzerinden  Avrupa bölgesine doğru genişleyebilmenin arayışı içinde olmuşlardır .Üç büyük dinin tarih sahnesine çıkmış olduğu Orta Doğu bölgesinde kurulmuş olan  Yahudi, Hrıstiyan ve Müslüman devletler,   Arap yarımadasını tümüyle fethettikten sonra  Anadolu üzerinden Asya kıtasına , Balkanlar üzerinden ise Avrupa kıtasına doğru genişleme çabası içerisinde olmuşlardır .

Bu yüzden Orta Doğu tarihi bir anlamda Avrasya tarihi ile  özdeş bir konuma gelmektedir . Üç kıtanın kesişme noktasında yer alan Orta Doğu bölgesindeki her gelişme üç kıtaya birden yayıldığı gibi , bu üç kıtada meydana gelen siyasal ya da sosyal gelişmelerin merkezi coğrafya üzerinden  Orta Doğu bölgesini etkisi altına aldığı görülmektedir .

Kutsal topraklar adı verilen merkezi alandan dünya sahnesine çıkmış olan üç büyük tek tanrılı dinin dünyaya yayılması sırasında , Orta Doğu toprakları  her  zaman için  merkez olma  misyonuna sahip olmuştur . Bu yüzden dinler arası  rekabet mücadelesinde de Orta Doğu bölgesi, her zaman için  bir çekişme alanı olarak öne çıkmıştır . Kıtalar arası yakınlık ile birlikte öne çıkan kesişme noktaları üzerinden,  kıtadan kıtaya geçişler her zaman için kolay olmuş ve bu yüzden de üç kıtadan birinde kurulmuş olan devletler, hemen komşu kıtalarda yayılma eğilimi içine girerek genişleyebilmenin ve bu zor coğrafya da ayakta kalabilmenin arayışları içinde olmuşlardır .

Bir anlamda Orta Doğuda  ortaya çıkan bütün devletler ya da dinler, merkezi alanda var olabilmek ve kıtalar üzerinden gelebilecek  saldırılara ya da tehditlere karşı  kendilerini güvence altına alabilmek üzere, kendi bulundukları topraklara sınır komşusu konumundaki diğer  bölgeleri de doğal olarak egemenlikleri altına alabilmenin çabası içerisine girmektedirler

Roma İmparatorluğu Akdeniz üzerinden Orta Doğu bölgesine geldiğinde, merkezi topraklarda var olan Yahudi devleti yıkılmış ve bu devletin toprakları üzerinde yaşamakta olan  Yahudiler  her üç kıtaya dağılarak , yaşamlarını Avrasya kıtasının değişik alanlarında sürdürebilmenin yollarını aramışlardır . Bu nedenle,   Akdeniz kıyıları üzerinden hem Avrupa,  hem de Afrika kıtalarında Yahudiler dağılarak kendileri için yeni ülkeler bulmaya yönelmişlerdir .

İspanyadaki Endülüs devletinden Pers İmparatorluğuna  , Hazar devletinden  Asya’nın değişik  bölgelerine kadar   dağılan  Yahudiler,  hep yeni bir  yurt arayışı içinde olmuşlardır . Dünyanın jeopolitik merkezinden kovulma olgusu , Avrasya kıtasının geniş topraklarını yeni alternatif ülkeler  olarak gündeme getirdiği için,  merkezi alandaki kutsal topraklar üzerinden gündeme getirilmiş olan devletin  güvenlik alanını  , Avrasya kıtasının tamamında gündeme getirmektedir. Her üç kıtadan saldırı tehdidi karşısında kalan orta dünya  topraklarının güvenliği için , merkezi devletin sınırları boyunca uzanıp gitmekte olan Avrasya coğrafyasının tümüne egemen olmanın gerekliliğini dünya haritası ortaya koymaktadır .

Orta Doğu tarihinde ortaya çıkan birbirinden farklı durumlar da ,merkezde kurulacak bir devletin güvenliği için Avrasya bölgesinin tamamını dikkate alacak bir biçimde genişleme ve güçlenme gereksinimi olduğu görülmektedir .

Bu doğrultuda  ,Kafkas devletleri Orta Doğu bölgesini kontrola çalışırken  , Orta dünya devletleri de Hazar bölgesini kendi güvenlikleri için denetim altına almaya çalışmışlardır .  Bu yüzden günümüzün İsrail devleti , kurulu bulunduğu Filistin toprakları ile yetinmemekte ,  kutsal toprakları çevreleyen  Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının  kesişme noktasındaki bütün ülkelerde ,Balkanlar’dan Kafkaslara kadar güçlü  etki oluşturarak kendi güvenliğini garanti altına alabilmenin çabası içindedir .

Dünya tarihi incelendiği zaman , merkezi coğrafyanın bütününü kontrol altına alma çabası içerisine giren  devletler olduğu gibi, bütünüyle merkezi coğrafya devleti olarak kurulan ve daha sonra yayılma eğilimleri gösteren , Roma , Hazar, Pers, Selçuklu , Osmanlı ya da  Makedonya gibi  imparatorluklar da olmuştur . Avrasya kıtasının orta Avrupa’dan başlayarak orta Asya’ya kadar uzanan geniş topraklar  üzerinde kurulmuş olan devletler , her zaman için  Avrasya adı verilen bir büyük coğrafyanın mutlak egemeni olarak  güçlenmek istemişler ama   kıtaların diğer bölgelerinde  bulunan devletler buna izin vermeyince  her zaman çatışma çıkmıştır . Bu yüzden Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri  Avrasya bölgesini  sürekli savaşlara sahne olan  yer olarak  karanlıklar, ya da felaketler coğrafyası olarak tanımlamışlardır . Bölge devletlerinin her zaman için aralarındaki din ve kültür farklılıkları yüzünden sıcak çatışmalara yönelmeleri yüzünden, kutsal topraklar her zaman için kan ve barut kokusundan kurtulamamış ve bu yüzden de Avrupalılar bu bölgeye felaketler bölgesi adını vermekten çekinmemişlerdir . Karanlık senaryolar felaket olarak nitelendirilebilecek  acı sonuçlar yarattığı için  dünya tarihinin  kan ve barut dolu sahneleri hep bu bölgede ortaya çıkmıştır . Birbirine denk devletler kurulduğu zaman ya da bölgedeki devlet düzeni içinde büyük ve küçük siyasal yapılar olarak dengesiz bir durum ortaya çıktıkça ,yeni savaş senaryoları ya da devletler arası birbirine saldırı girişimleri  birbiri ardı sıra gündeme gelmiştir .Her zaman  bölge devletleri arasında yaşanan rekabet çekişmeleri yeni savaşları ortaya çıkarmıştır . Bölgede savaşları  ve saldırıları önlemek isteyen devletler kendilerinin egemenliğinde bir büyük devlet oluşumuna giderek  merkezi coğrafyaya barış getirmek istemişler ama  kıtalardan gelen imparatorluk yapılanmaları merkezi alana kıtalardan müdahale etme eğilimi içine girdikleri için bu gibi barış arayışları sonuçsuz kalmıştır .

Kıtalarda ortaya çıkan imparatorluklar her zaman bir  dünya hegemonyası peşinde koştukları için ,merkezdeki devletlerin büyümesini önlemek üzere saldırılara yönelmişlerdir . Zamanında Roma İmparatorluğunun Orta Doğu’ya gelerek Yahudi devleti olarak  ikinci İsrail’i yıkması bu durumun en açık  örneğidir .

Önceki ve Sonraki Yazılar