Bağdat İşbirliği ve Ortaklığı Konferansı'nda Başkan Erdoğan'ın olmaması önemli bir fırsatın kaçmasına mı sebep oldu?
Irak'ta düzenlenen Bağdat İşbirliği ve Ortaklığı Konferansı'na Irak'ın komşuları katıldı. Liderler bir araya geldi.
Irak'ta düzenlenen ve komşu ülkelerin liderlerinin davet edildiği Bağdat İşbirliği ve Ortaklığı Konferansı'nda birçok lider bir araya geldi. Ancak Başkan Recep Tayyip Erdoğan bu konferansa katılmadı.
Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı 28 Ağustos’ta Irak'ta düzenlendi. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etti. Diğer dört komşudan İran ve Suudi Arabistan da dışişleri bakanlarını gönderirken Ürdün’ü Kral Abdullah, Kuveyt’i Başbakan Sabah el Halid temsil etti. Yakın çevreden Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el Sani, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Başbakanı Muhammed bin Raşid ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi katıldı. Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi bir temsilci göndererek Şam’ın nabzını yoklamasına rağmen Suriye’nin katılma şansını bulamadığı konferansı en iyi değerlendiren “harici” aktör Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oldu.
Macron, Bağdat’ta kalmayıp Musul ve Erbil’i ziyaret ederek Türkiye’nin askeri operasyonlar ve stratejik tekliflerle yakın planda tuttuğu kritik çıkar alanlarına girdi.
Erdoğan’ın o masada olamaması, son zamanlarda Mısır-Körfez hattındaki normalleşme arayışlarına rağmen çatışmacı dış politikanın Türkiye’yi ne denli kısıtladığını anlatıyor. Konferans Katar Emiri Temim ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin ilk yüz yüze görüşmesine vesile olduğu gibi Erdoğan’ın hasımlaştığı liderlerle buluşmasına zemin olabilirdi. Özellikle Türkiye katılımcılardan birkaçıyla liderler düzeyinde masaya oturmaya hazır değil. Birkaç ay öncesine kadar Katar da Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile bu tür bir buluşmaya hazır değildi. Kuşkusuz Irak’ın tüm komşuları üst düzeyde bir masa etrafında toplanabilseydi bölgede işbirliği ve ortaklığın önünü açan yeni dinamikleri konuşuyor olurduk.
Bu konferans Kazımi’nin Irak’ı farklı güçler arasındaki rekabet ve kavgaların ön cephesi olmaktan çıkarmaya dönük stratejisinin bir devamıydı. Kazımi yol haritasıyla sadece İran ve ABD’ye Irak üzerinden hesaplaşmalarına son vermelerini istemiyor, aynı zamanda bu ülkeyi operasyon alanına dönüştüren Türkiye’ye de “iyi komşuluk” teklifinde bulunuyor. Kazımı yönetimi Türkiye ve İran’ı Irak’ın kendilerine her açıdan mecbur olduğunu düşündüren cendereden çıkmak için ilişkileri çeşitlendirmeye çalışıyor. Özellikle de Arap dünyasına dönüş çabası güdüyor. 2020’den beri Ürdün ve Mısır’la geliştirilen üçlü işbirliği platformu Irak’ın hem bölgesel entegrasyonuna hem de Basra’dan Akabe limanına kadar enerji koridorunun kurulması dâhil alternatif ekonomik alanların bulunmasına hizmet edebilir. Bu, ilk etapta İran ve Türkiye’yi Araplarla dengeleme arayışı olarak yorumlanabilir.
Fakat Türkiye’nin bölgesel bir normalleşmeyi kendi lehine çevirebilme kapasitesi de var. Irak’ta yerini büyütmeye çalışırken hatalı politikalar yüzünden Arapların gözünde Osmanlı ve Fars rekabetini canlandıran bir komşu hâline gelen Türkiye’nin evvela bu bağlamdan kurtulması gerekiyor.
Çavuşoğlu konferansta Türkiye’nin önceliklerini ve işbirliği alanlarını sıralarken Ankara’nın müdahaleci çizgisini devam ettirme arzusunu yansıtıyordu. Önerilerin başında Fişhabur'dan Bağdat'a otoyol-demiryolu yapılması ve Musul'da organize sanayi bölgesi kurulması geliyor. Her iki öneride de siyasi çerçeve ekonomik değerlendirmelerin birkaç adım önüne geçiyor.
Ovaköy’den açılacak sınır kapısından Telafer-Musul bağlantılı Fişhabur-Bağdat yoluna ilişkin planı oluşturan temel motivasyonları hatırlayalım: Türkiye-Irak arasındaki tek sınır kapısı Habur’un açıldığı Kürdistan’ı bypass edip cezalandırmak, Rojava ile Irak arasındaki geçişleri engelleyecek şekilde fiili bir güvenlik şeridi oluşturmak, bu şekilde PKK’nin coğrafi mobilizasyon yeteneğini ortadan kaldırmak, yeni Osmanlıların “misak-ı milli” sınırları içerisinde görüp “kayıp toprak” olarak yasını tuttuğu Musul’a erişimi artırmak. Musul’da organize sanayi bölgesi kurmak ya da havaalanını inşa etmek de öteden beri Türkiye’nin hayallerini süslüyor.
Ancak Musul’un İslam Devleti’nin (İD) eline geçtiği 2014 öncesinde Türkiye’nin yanlış aktörlerle çalışması, Musul Başkonsolosluğu’nu boşaltmayarak İD’e güvendiğini açık etmesi ve bu örgüte “haklı Sünni öfke” olarak bakması, Musul’un kurtarıldığı süreçte Bağdat’ın itirazlarına rağmen Başika Üssü’nden Türk askerini çekmemesi, Haşd el Şaabi’nin Musul’u kurtaran operasyona katılmasına şiddetle karşı çıkıp kentin Sünnilere ait olduğunu savunması, kendi güdümünde Haşd el Vatani adıyla Sünni güç kurması ve son olarak Şengal’i askeri operasyonların hedefine koyması ekonomik projelerin önüne siyasi bariyerlerin çıkmasına neden oluyor. Türkiye’nin yerle bir edilen başkonsolosluğu uzun bir oyalamadan sonra ancak 5 Mayıs 2021’de açılabildi.
Şimdi Macron, Erdoğan’ın gidemediği Musul’u ziyaret edip yakın zamanda Fransa’nın kentte konsolosluk açacağını duyurdu. Fransa’nın İD’in hilafet ilan ettiği Nuri Camii’nin restorasyonu dâhil kentin yeniden imarında yardım sözü vermesi, Fransız şirketlerin yatırım projelerine ilgi duyması kuşkusuz Ankara’nın keyfini kaçıran girişimler.
Şengal’i de kapsayan Musul vilayetinde Türkiye ile İran arasında da bir nüfuz savaşı şekilleniyor. Türkiye’nin doğal müttefiki sayılan Türkmenler arasındaki Şiiler de yaklaşık 15 yıldır artan oranda İran’ın etkisi altına girdi. İran Haşd el Şaabi üzerinden Kerkük-Musul hattında etkinliğini artırıyor.
Irak, komşularıyla ilişkilerini ekonomik zeminde makul hâle getirebilirse elbette nüfuz savaşlarına imkân veren yarıklar da kapanabilir.
Bunun ötesinde, ABD çekilse bile Fransa’nın Irak’ta asker bulundurmaya ve Kürdistan’ın yanında durmaya devam edeceğini vurgulayan Macron’un özellikle Kürtlere hamilik iddiasının muhatabı birinci dereceden Ankara. ABD’nin AB adına Fransa’nın önünü açması, Türkiye kadar İran’ı rahatsız etmeyebilir. Macron’un ABD’yle paslaşarak geliştirdiği pozisyonun özellikle Ankara’da kaşların kalkmasına neden olacağından şüphe yok. Sonuçta Türkiye, Afrika kıtasını Fransa’ya dar etmekten bahsederken yanı başında savaş alanlarına dönüştürdüğü Kürt coğrafyasında Amerikan boşluğunu doldurmaya hazırlanan bir Fransız hamlesiyle karşılaşıyor.
Macron Musul ziyareti sırasında Türkiye’nin bombardımanlarını durdurmasına yönelik çalışması için Kazimi ile konuştuğunu belirtip, Ezidiler başta olmak üzere tüm sığınmacıların evlerine dönebilmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye son olarak 16 Ağustos’ta Şengal’de PKK ile bağlantılı Ezidi güçlerin lideri Hassan Said ve yeğenini insansız hava aracıyla, sekiz kişiyi de F-16’larla bir kliniği vurarak öldürmüştü.
PKK’ye yönelik operasyonlarla ilgili Bağdat konferansında da mesaj teatisi oldu. Çavuşoğlu ekonomik kalkınmanın güvenlikten ayrı olamayacağını belirtip, “DEAŞ (Irak-Şam İslam Devleti), PKK ve YPG (Halk Koruma Birlikleri) gibi terör örgütleri bölgesel güvenliği de tehdit ediyor. PKK terör örgütünün Irak'taki mevcudiyetini asla kabul etmeyeceğiz. Tüm komşu ülkelerden bu terör örgütüyle mücadelemize destek vermesini bekliyoruz” dedi. Türkiye 2015’te kesilen barış sürecinde silahlı PKK unsurlarının Irak’a çekilmesi koşulunu aramıştı. Bu yaklaşım Irak Kürdistanı’nın kuzeyindeki dağ silsilelerinde PKK varlığını artıracak bir seçeneğin onaylandığı anlamına da geliyordu. İki yıldır sınır ötesi askeri operasyonları ve kamp alanlarını genişleten Türkiye, Irak’ın egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal ettiği suçlamalarını reddediyor.
Irak şiddetle ihtiyaç duyduğu yatırım projeleriyle bir köprü hâline gelebilirse bu durum çapraz ilişkiler ağında da yeni dengelerin kurulmasına yardımcı olabilir. Kazımi’nin Suudi Arabistan ile İran arasındaki görüşmelere aracılık etmesi, öldüğü farz edilen Irak diplomasisi ile ilgili algıyı biraz değiştirdi. İstendiği takdirde benzer bir kolaylaştırıcı rol Ankara’nın Riyad, Şam ve Kahire ile ilişkileri için de gündeme gelebilir. Bununla birlikte Türkiye’nin arabuluculardan önce komşularla köprüleri yakan mevcut politikasını gözden geçirmesi elzem gözüküyor.
Kuşkusuz Türkiye’nin Irak’la iş yapma potansiyeli pek çok olumsuzluğa rağmen önemini koruyor. Sözgelimi Şengal’deki saldırılara yönelik protestoların üzerinden çok geçmeden Irak Savunma Bakanı Cuma İnad, Türkiye'den silahlı insansız hava aracı Bayraktar TB2, T129 ATAK helikopter ve gelişmiş silahlar asmak için teklif istediklerini duyurdu.
Türkiye, Suriye ve Irak’taki askeri varlığıyla kendi koşullarını dayatabilecek pozisyonunu da koruyor. Kürtlerin Paris’in dostluğuna güvenmeleri ayrı bir konu fakat Fransa’nın Amerikan faktörü olmaksızın tek başına dengeleri değiştirmesi ya da Türkiye’ye karşı bir ağırlık oluşturabilmesi mümkün değil. ABD’nin Kürtleri koruyan ve kollayan pozisyonu da Türkiye önünde büyük bir bariyer olmadı. Burada Macron’un Şengal’de Ezidilerle bir araya gelme planını Iraklı yetkililerin tavsiyesi üzerine programdan çıkardığını da not edelim. Bunu “karşı caydırıcılık etkisi” olarak görmek mümkün. Türkiye, Şengal’deki son saldırıyı Kazımi’nin bölgeyi ziyaret ettiği gün yapmıştı. Hedefteki Ezidi lideri Said’in Kazımi ile görüşmeye giderken vurulduğu öne sürülmüştü. Al-Monitor’a konuşan Iraklı Kürt kaynaklar bunun Iraklı yetkililerde güvenlik kaygısı yarattığını ve Macron’un bu yönde uyarıldığını belirtiyor.
Ancak söz konusu caydırıcılık kapasitesi Türkiye’nin kazanan tarafta olduğu anlamına gelmiyor. Irak’la ilişkilere güvenlikçi reflekslerin yön vermesi, siyasi ve ekonomik alanda ortaklık potansiyelini de köreltiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.