BAĞRI KARACAAHMET MEZARLIĞI’NA DÖNEN BİR DİPLOMATIN HEZEYÂNI

BAĞRI KARACAAHMET MEZARLIĞI’NA DÖNEN BİR DİPLOMATIN HEZEYÂNI

BAĞRI KARACAAHMET MEZARLIĞI’NA DÖNEN BİR DİPLOMATIN HEZEYÂNI

BAĞRI KARACAAHMET MEZARLIĞI’NA DÖNEN BİR DİPLOMATIN HEZEYÂNI

Dün emekli Konsolos Vahit Özdemir’in bir açıklaması yayınlandı. Gül, Babacan ve Davutoğlu’nun yargılanmasını teklif ettiği açıklaması şöyle bitiyor:
"Sayın Cumhurbaşkanımız himaye ettiği, sigara dumanı kadar ağırlığı olmayan insanlardan o kadar ihanet görmüştür ki bağrı Karacaahmet Mezarlığı'na dönmüştür. Yarı aydın Brütüslere aziz milletimizin Haziran-2023'de yapılacak olan seçimlerde gereken cevabı vereceğine yürekten inanıyorum.”
Aradım taradım, “bağrı Karacaahmet mezarlığına dönmek” diye bir deyim bulamadım. Sonradan farkettim ki Özdemir, kendince, “acısını bağrına gömmek” deyimiyle alâka kurmuş. 
Özdemir, açıklamasında, Davutoğlu’nun sıradan bir üniversitede öğretim üyesiyken Erdoğan sâyesinde ikbâl gördüğünü söylüyor. 
Sıradan üniversite dediği, Boğaziçi Üniversitesi. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisi. Hani bu cümleyi, şöförlükten vekilliğe geçen birisi için söylese haklı da Boğaziçi’li uluslararası ilişkiler profesörüne söylemesi çok garip. 
Ulusalcılığın tavan yaptığı yıllarda da Davutoğlu’nu tahfif edenler vardı. “Davutoğlu bile İngilizce konuşuyor.” diyen birisine, “Acaba İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi mezunu olduğundan ve dahî Boğaziçi’nde profesör olduğundan olabilir mi?” diye sorduğumda çok şaşırmıştı. Ahmet Hoca’yı, lise mezunu zannediyormuş. 
Davutoğlu’nun lise mezunu olduğuna dâir bir köşe yazısına rastlayınca meseleyi çözmüştüm. Başbakanlık muhâbirliğinden alınan bir gazeteci, Ömer Çelik ve Davutoğlu’nun lise mezunu câhiller olduğunu yayarak intikam alıyordu.
Fatih Altaylı, Vahit Özdemir hakkında 2005 yılında bir yazı kaleme almış. Buyurun okuyun:
“Vahit Özdemir Dışişleri Bakanlığı'nda 'uzman' olarak görev yapmaktadır. Enis Öksüz'ün Bayındırlık Bakanlığı döneminde geçici görevle bu bakanlığa atanır ve Bakan Öksüz'ün dış ilişkiler danışmanı olarak görev yapar.
2001 yılında o dönem yasaklı olan Recep Tayyip Erdoğan'la tanışır. Erdoğan'daki karizmayı ve geleceği sezip kendisine yardımcı olmayı teklif eder. O sırada 'yasaklı' olan Erdoğan'a ABD Büyükelçisi ile görüşmesinin iyi olacağını söyler ve Erdoğan adına ABD Büyükelçisi ile bir görüşme yapar. Böylelikle bir dostluk başlar.
Bu başlangıcın ardından Erdoğan, Vahit Özdemir'e Danıştay'daki davasında yardımcı olup olamayacağını sorar. Bunun üzerine Vahit Özdemir, Danıştay üyesi arkadaşı Hüseyin Karakullukçu ile görüşüp Erdoğan'ın durumunu anlatır ve yardımcı olmasını ister.
Ardından yine Erdoğan'ın talebi üzerine Anayasa Mahkemesi ile bağlantıya geçer. Erdoğan Fazilet Partisi'nin kapatılıp kapatılmayacağını merak etmektedir. Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, Vahit Özdemir'e lise yıllarında öğretmenlik yapmıştır. Özdemir, Bumin'i ziyaret eder ve Fazilet'in kapatılacağını öğrenip, Erdoğan'a bildirir.
Vahit Özdemir bununla da yetinmez. Ankara'da Çırağan Et Lokantası'nda Erdoğan için bir yemek düzenler ve bazı bürokrat ve siyasileri burada bir araya getirir. Ardından İstanbul'da Hidiv Kasrı'nda başta ABD ve Fransız Büyükelçileri olmak üzere yabancı ülke temsilcileri ile Erdoğan'ı bir yemekte buluşturur.
Vahit Özdemir'in bunları yapmaktaki amacı, AKP'den milletvekili olmaktır. Bu niyetini Erdoğan'a aktarır. Erdoğan, 'Kendini parti örgütüne sevdirmen gerek' der. Seçimler gelince Vahit Özdemir aday adayı olur ancak iyi bir yere yerleştirilmez ve milletvekili olamaz.” 
Altaylı’nın yazdıkları doğruysa Özdemir, o kadar gayretinin karşılığında milletvekili olmalıydı. Yâni, bağrı Karacaahmet Mezarlığı’na dönen birisi varsa ta kendisi.
Özdemir, 2015’de yine vekil olmak istemiş.  Kendisini, parti örgütüne yine sevdirememiş olmalı ki sonuç alamamış. 
Anladığım kadarıyla önümüzdeki günlerde, “Ahmet Hoca’ya vurmanın dayanılmaz hafifliği”ne kapılan ikbâl arsızlarının bu tip çıkışlarına sık sık rastlayacağız. 
Yine de sevinmemiz gereken bir durum var. 
Bir medrese talebesi, müderrislerin karşısında imtihan oluyor. 
“Filanca kelimedeki vav, vav-ı atıfa mı vav-ı kasem mi?” diye soruyorlar. Talebe, yanlış cevap veriyor. Müderris, “Tamam geçtin.” deyince diğer müderrisler itiraz ediyorlar. Hoca, şöyle açıklıyor:
“Bunun babasını da ben okuttum. Orada vav olduğuna bir türlü iknâ edemedim. Hiç olmazsa bu, vav’ın varlığını inkâr etmedi.”
Şimdiki “Ahmet Hoca muhâlifleri”, her ne kadar beğenmeseler de Boğaziçi diplomasını ve profesörlüğü kabul ediyorlar.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler