BEN BUNLARI NEDEN YAZIYORUM?
BEN BUNLARI NEDEN YAZIYORUM?
Son zamanlardaki yazılarımda, kamuoyunda yeterince yer bulamayan ve belirli merkezler tarafından başka çizgilere çekilen ve Türkiye’nin sorunları üzerine daha açık bir tavrı kamuoyuna taşıyan bir yaklaşım içerisinde hareket ediyorum. Yazılar sonrasında aldığım geri dönüşler gösterdi ki böyle bir yazı yazmak olmazsa olmazım.
Bu doğrultuda bir basın mensubu olarak hem dünyadaki gelişmeleri izlemek, hem de bize yansıyan boyutlarını da dikkate almak durumundayım.
Malum Türkiye’de siyaset, hiçbir zaman iç politik merkezli olmamıştır. Her zaman dış politika etkisinde olmuş ve uluslararası alanda gücü ele geçiren, büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri ile de yapılmıştır.
Mesela ; 1958’de Sovyetler Birliği Irak’a girip Abdülkerim Kasım Darbesi’ni örgütleyerek Ortadoğu’da yeni bir güçlenme aşamasına gelmiştir. Batı bloku buna karşı tepkisini 1.5 yıl sonra Türkiye’de 27 Mayıs Darbesini örgütleyerek vermiştir. Yani Irak 1958 Darbesi olmasaydı, 27 Mayıs Darbesi bu aşamada gündeme gelmeyebilirdi.
O döneme kadar Ortadoğu’da Osmanlı sonrası düzen kuran İngiltere her şeye hakimken, ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’ya gelmesi, buna karşı da ABD ve İngiltere’ye karşı Sovyetler Birliği’nin öne çıkması, Ortadoğu’da Osmanlı sonrası siyasal gelişmeleri de etkilemiştir.
Bu örneği şu aşamada vermemin sebebi; son yazımda dile getirdiğim DARBE senaryolarının değerlendirmesi. Ve bugün gelinen aşamadaki darbe senaryolarının geçmişten gelen boyutlarını ortaya koymak içindir.
Burada 20. Yüzyıla girerken nasıl Osmanlı İmparatorluğu ortadan kaldırıldıysa, 21. Yüzyıla girerken Türkiye Cumhuriyeti’nin de ortadan kaldırılma durumuyla karşı karşıya olduğumuzu da vurgulamak gerekmektedir.
Yazılarımda daha çok tarihten gelen bilgilerle, jeopolitik bilgileri bir arada sergilemeye çalışıyorum. Bu noktada bozkırın ortasındaki bir şehir olarak Ankara’ya gelerek, burada emperyalizme karşı savaşarak, bağımsız Türk Devleti’ni kuran Atatürk’ün yaklaşımını, Ankara merkezli bir bakış açısıyla kamuoyuna anlatmaya çalışıyorum.
Bu noktada olabildiğince olayları izlemek, olayları yaratan gelişmelerin perde arkasına bakmak bir gazeteci olarak güncel olayları birbiri ardı sıra izlerken, aynı zamanda çağdaş bir cumhuriyetin başkenti olan Ankara’da var olan bilgi birikimini ve kütüphane potansiyelini de yazılarımda kullanmaya çalışıyorum.
Böylece Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra, Sovyetler Birliği gibi bir yapılanmaya neden bu coğrafyada gidildiğini görmek mümkün. Bu doğrultuda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte neden bir İsrail’in Ortadoğu’da yaratıldığını, tarih ve coğrafyadan gelen bilgilerle açıklamak mümkün.
Aslında benim yapmaya çalıştığımı bütün gazeteciler yapmaya çalışmalı. Çünkü hiçbir olay kendiliğinden gelişmez. Olaylar, ya tarihten gelen oluşumların devamıdır. Ya da üzerinde yaşadığınız coğrafya üzerinde kurulmuş olan yapılanmaların yansımasıdır.
Bu çerçevede uluslararası alandaki gelişmeler, yerküre üzerindeki güç merkezlerinin çekişmesi olarak öne çıkmaktadır. Siyasetin, bu doğrultuda oluşan geleceğe dönük gelişmelerin belirlenebilmesi için, bu saydığım gelişmelerin bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekir.
Zira kendini bilen tüm kuruluşlar, kurumlar ve devletler, geçmişten gelen birikimleriyle bir akla sahiptirler. Devletlerin aklı olduğu gibi , örgüt ve kurumların da bir akla sahip olacak birikimleri vardır. Bu çerçevede devletler açısından rekabette, her devletin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. Bu çerçevede her devletin başkentinde var olması gereken bilgi birikimi çok önemlidir. Bu nedenle Ankara’daki bilgi birikimini kurucu devlet, ilk fakülteyi kurarak sağlamıştır. Ve o fakülte , Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’dir. Ve Ankara’da açmıştır. Burada, milletleri millet yapan ana unsurun dil olduğunu hatırlayarak, - o Türkçe’den gelen bilgi birikiminin Ankara’da devlete dönüşmesi noktasında işin içine tarih ve coğrafyayı da katarak- Ankara’da bir devlet aklını Cumhuriyetin kurucu kadrosu inşaa etmiştir.
Ankara’da Cumhuriyet devletini kuran kurucu iradenin geçmişten gelen bilgi birikimini değerlendirerek, geçmişten gelen aklı,- bugünkü devlet kurulduğunda- aynı devlet aklı kullanılarak, bugünkü emperyalist oyunları engellemek için de yeni dönemin koşullarını dikkate alarak devlet aklı ile hareket edilmesi var olan devletin devamı için olmazsa olmazdır.
İşte bu çerçevede, bugün dünyada yaşanmakta olan büyük değişim sürecinin ne durumda olduğunu, büyük devletlerin nasıl bir yol izlediğini, şimdiye kadar siyasette var olan etnik, dinsel, siyasi ve ekonomik unsurların nasıl hareket ettiğini ve gelecekte ne gibi planlar içerisinde olduğunu tespit etmek üzere, bunları izleyerek , bir yönüyle kamuoyuna gerekli durumun açıklanması gerekiyordu.
Ben de son yazılarımda böyle bir yaklaşımdan hareket ederek, medya organları üzerinden dış güçlerin çarpıttığı bugünün gerçeklerini , Türk kamuoyuna açıklamaya çalıştım. Basın mensubu olarak bu görevimi yerine getirirken, ilk aşamada devlet aklı metodolojisini kullandım. İkinci aşamada ise siyasal empati metodolojisinden yola çıktım. Türkiye’nin Ortadoğu’da yer aldığı coğrafyaya dönük plan ve projelerini inceleyerek tespit ettiğim gerçekleri özetleme metoduyla kamuoyuna aktarmaya çalıştım. Şimdiye kadar Ortadoğu’daki çekişmelerin dünyaya yansımalarıyla denklem oluşuyordu. Şimdi çekişme merkezi tüm dünyaya yayıldığı için izlediğim yol , onları yönlendiren güç merkezlerini siyasal empati metoduyla belirleyerek bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştım.
Bir araştırmacı gazeteci olarak hem güncel yayınları, hem de kütüphanedeki bilimsel yayınları izleyerek ve siyaset bilimi metadolojisi ile bütünleştirerek yazılarımı yazmaya çalıştım. Önümüzdeki dönemde de yazacağım yazılarımda da , bu metadolojileri kullanarak gazetecilik görevimi yerine getirmeye çalışacağım.
NURAY BAŞARAN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.