Cüneyt Şaşmaz

Cüneyt Şaşmaz

Bir Psikolojik Harp Aygıtı Olarak Kurtlar Vadisi

"Kurtlar Vadisi, Türkiye'ye kahraman değil, kayıp bir nesil ve onarılması güç bir toplumsal yıkım bıraktı."
...
Stratejist Kemal Uysal ile "Kurtlar Vadisi" isimli fenomen tv dizisini konuştuk.
Uysal, "Kurtlar Vadisi sinema uyarlamaları, yalnızca popüler kültür ürünleri değil, Türkiye'de kolektif bilinç üzerinde işleyen birer simülasyon aygıtıdır" diyor.
Ona sordum:
Kurtlar Vadisi'nin Türk toplumunda popüler kültürün ötesine geçen etkileri neler oldu?! Özellikle genç kuşaklar ve toplumsal yapı üzerinde nasıl izler bıraktı?!
Elcevap: ?!
İşte stratejist Kemal Uysal'ın açıklamaları:
...
Jean Baudrillard'ın ifadesiyle simülasyon, gerçeğin yerini alan bir temsilden ibaret değildir.
Tersine, kurgunun gerçeğin önüne geçerek hipergerçeklik yaratmasıdır.
Irak, "Filistin" ve "Vatan" filmlerinde kurulan kahramanca operasyon sahneleri, Türk halkına "hesap soran güçlü Türkiye" imajını sundu.
Oysa uluslararası ilişkilerin gerçek akışında bu operasyonların hiçbiri başarıya ulaşmadı.
Aksine, Türkiye çoğu kez stratejik kayıplar yaşadı.
Sinemada kurgulanan zaferler, gerçekteki başarısızlıkların üstünü örttü.
Böylece halk, film aracılığıyla "başarı simülasyonu"na maruz kaldı.
Gerçek yenilgiler, kurgusal zaferlerle ikame edilerek kolektif hafızada görünmez kılındı.
Bu, Baudrillard'ın tarif ettiği hipergerçeklik hâlinin Türk toplumsal bilinç dünyasına yansımasıdır.
Hakikat, kurgunun gölgesinde yeniden inşa edilmiştir.
Baudrillard'ın simülasyon teorisi, iktidar-bilgi ilişkisini yeniden düşünmeye davet eder.
Hipergerçeklik yalnızca kitlelerin algısını dönüştürmekle kalmamaktadır.
Ötesi devletin ve medyanın meşruiyet üretme kapasitesini de pekiştirir.
Burada işleyen mekanizma, Michel Foucault'nun "iktidarın söylem üzerinden üretilmesi" teziyle kesişmektedir.
Gerçek kayıplar, kurgusal zaferlerle maskelenirken, kitlelerin rızası popüler imgeler üzerinden yeniden üretilmiştir.
Dolayısıyla bu filmler, basit kültürel metinler değildir.
İktidarın simülasyon yoluyla kendisini yeniden tesis ettiği araçlar olarak da değerlendirilmelidir.
Ulusal düzeydeki simülasyon pratikleri yalnızca yerel yapımlarla sınırlı kalmamaktadır.
Küresel düzeyde de istihbarat ve güvenlik kurumlarının imaj üretiminde popüler kültür merkezi bir araç olarak iş görmüştür.
Bir yanda İngiliz gizli servisi ile ilişkilendirilen James Bond serileri, MI6 benzeri kurumların dünyaya sunduğu "etkili, sofistike, her tehdidi kontrol edebilen" imajını pekiştirmiştir.
Böylece istihbarat kapasitesindeki zaaflar ya da siyasal hatalar, parlak ve kahramanca imgelerle örtülmüştür.
Öte yanda Amerikan sineması, Vietnam yenilgisinin kolektif travmasını kurgusal bir rövanşa dönüştürerek yeniden anlamlandırmıştır.
Rambo karakteri, Vietnam mağlubiyetinin yaratığı utancı dönüştürüp sahte bir telafi duygusu üretmiştir.
Sonraki serilerde farklı coğrafyalara (ör. Afganistan temaları) taşınan bu kahramanlık anlatısı, fiili jeopolitik kayıpların yerine geçen bir "zafer simülasyonu" sunmuştur.
Bu örnekler, Baudrillard'ın hipergerçeklik ve Foucault'nun iktidar-söylem karşısındaki tespitleriyle uyum içindedir.
Popüler kültür, hem devlet-iktidarın meşruiyet üretiminde işlevselleşir hem de toplumsal hafızada gerçek başarısızlıkları kurgusal zaferlerle ikame eder.
Hasılı:
Farklı ulusların sinematik üretimleri, yerel örneklerde olduğu gibi, gerçek politik sonuçları gizleyen ve toplumsal rızayı yeniden üreten simülasyon aygıtları hâline gelir.
James Bond ve MI6 James Bond filmleri, İngiliz istihbarat servisi MI6'yı sürekli olarak olağanüstü başarılı, küresel krizleri tek başına çözebilen bir kurum olarak resmeder.
Bu sinemasal simülasyon, MI6'nın gerçek operasyonel başarısızlıklarını, (örneğin Soğuk Savaş sonrası istihbarat krizlerini) ya da Irak ve Afganistan'daki yetersizliklerini görünmez kılar.
Hal böyle olunca, İngiliz kamuoyunda ve dünya genelinde MI6'nın itibarını, hipergerçek bir "yenilmezlik" algısı üzerinden yeniden inşa eder.
Baudrillard'ın ifadesiyle, Bond karakteri "gerçeğin yerine geçen bir imgedir" MI6'nın gerçekteki sınırlı kapasitesi, popüler kültürde kahramanca bir fazlalıkla telafi edilir. Oysaki; İngiliz basınında Bush'un yanında Fino köpeği olarak karikatür haline getirilen Tony Blair, kendisinin Irak'ta nükleer silahlar konusunda istihbarat kurumunun yanılttığını beyan etmiştir.
Şimdi istihbarat örgütünün kandırdığı ve Irak'ın parçalanmasında baş aktörlerinden biri olan "Tony", Filistin'de geçiş hükümetinde Başbakan olarak ismi
geçmektedir?!
Yani fıkra bu kadar.
...
Rambo serisi, özellikle Vietnam yenilgisinden sonra Amerikan sinemasının bir rövanş simülasyonu işlevini gördü.
Gerçekte ABD, Vietnam'da askeri ve moral açıdan tarihinin en büyük kayıplarından birini yaşamıştır.
Rambo karakteri kurgusal dünyada tek başına Vietnam'ı, Afganistan'ı ya da düşman devletleri dize getirdi.
Bu filmler, toplumun hafızasında yenilgiyi silip yerine "kahramanca zafer" imgesi yerleştirdi.
Baudrillard'ın hipergerçeklik kavramıyla, Rambo salt bir film kahramanı değil, ABD'nin gerçek kaybını kurgusal bir zaferle ikame eden simülasyondur.
Dahası SSCB'yi soğuk savaş döneminden itibaren, komünist ve öcü olarak gören Türk Milleti için de biçilmez bir kaftandı.
Çünkü Afganistan Müslüman bir ülke idi.
Komünist ülkenin elinden Müslümanlar kurtulacaktı.
Bunu da ABD'li bir asker yapacaktı.
Yani, ABD bir taşla çok kuş vurdu.
Hem Türklerin hem de Müslümanların gönlünü kazandı.
Ama kader odur ki; Aynı ABD, Müslüman, Afganistan ve Irak üzerine en gelişmiş silahları ile savaş açtı.
Kaderin cilvesi olsa gerek.
Afganistan ve Irak'ın yol haritası tümden değişti.
Şimdi ise Türk Milletini ilgilendiren asıl örneği detaylı bir şekilde analiz edebiliriz.
Kurtlar Vadisi filmleri, Türk sosyolojisindeki derin ontolojik kodlara yaslanarak işlev gördü.
Devletin mutlak kudret ve koruyucu bir varlık olarak algılanması, dizide "Devlet Baba" imgesiyle yeniden üretildi.
Toplum ise "mazlum millet" anlatısı çerçevesinde, sürekli kuşatma altında ama direnen bir özne olarak konumlandırıldı.
Polat Alemdar (Necati Şaşmaz) karakteri bireyin devletle özdeşleştiği "kahraman kurtarıcı" figürünü temsil etti.
Bireysel varoluşu ulusal varoluşa eklemledi.
Böylece devlet, toplum, birey üçgeni, popüler kültür aracılığıyla yeniden kurgulandı.
Ve bu ontolojik üçleme, geniş kitlelerin siyasal bilinç dünyasında pekiştirildi.
Kurtlar Vadisi dizisi, Baudrillard'ın simülasyon zincirinin neredeyse ders kitabı örneğini sundu.
İlk evrede imge, gerçeği yansıttı.
2003'te Süleymaniye'de Türk subaylarının başına geçirilen çuval, Türkiye için bir aşağılanmaydı.
İkinci evrede imge gerçeği maskeledi.
Film, bu utancı tersine çevirip Polat Alemdar'a Amerikalıya çuval geçirterek hayali bir rövanş sahnesi sundu.
Üçüncü evrede imge gerçeği gizledi.
Seyirci, çuval olayını artık bir utanç olarak değil, sinemada alınmış intikam gibi hatırlamaya başladı.
Ve nihayet BİNGO, dördüncü evrede imge gerçeğin yerine geçti.
Kolektif hafızada tarihi bir hezimet, sahte bir kahramanlığa dönüştü.
Böylece, çuval sahnesi bir milli travmayı değil, kurgusal bir zaferi sembolize eder hale geldi.
Aynı mekanizma Sharon Stone sahnesinde de işledi.
Batı'ya meydan okuma, Hollywood'un en ikonik figürlerinden birinin dudaktan öpülmesiyle simüle edildi.
Diplomatik kırılganlıklar magazinleşmiş bir öpücükle örtüldü.
Halkın gözünde milli gurur kaybı sahte bir fetişle telafi edildi.
Sonuçta strateji magazine, politika popüler fetişe indirgendi.
Milli hafıza, Süleymaniye'nin çuval utancından değil, Sharon Stone'un dudaklarına sıkıştırılmış sahte bir gururdan ibaret bırakıldı.
Sonuç olarak, Kurtlar Vadisi ile James Bond ve Rambo örnekleri arasında paralel bir işleyiş göze çarpmaktadır.
Farklı toplumlarda farklı ulusal kodlarla beslenen bu yapımlar, aslında aynı hipergerçeklik mekanizmasının ürünüdür.
Gerçek politik kayıplar ve kırılganlıklar, popüler kültürün kurgusal zaferleriyle maskelenmiştir.
Ve yerini yeni bir "hakikat" biçimi almıştır.
Bu nedenle popüler kültür, salt eğlence aracı değildir.
Ontolojik kabullerle birleşmiş bir simülasyon düzeneği olarak iktidarın meşruiyetini pekiştiren ve toplumsal rızayı yeniden üreten bir aygıt hâline gelmiştir.
Kurtlar Vadisi'nin "operasyon" diye açtığı her perde, sahada gerçeğin tersine kapandı.
Irak filminde "hesap soran Türkiye" imgesi tavan yaparken, Irak fiilen üçe bölündü.
Filistin filminde Mavi Marmara'nın rövanşı kurguda alındı.
Gerçekte ise, işgal ve şiddet çığ gibi büyüdü.
Şuan itibari ile milyonlarca Filistinli açlık ile baş başa kaldı.
Bunun için de uluslararası sistemin mekanizmaları gereğini yapamamakta ya da görmezden gelmektedir ya da gücü yetmemektedir.
Suriye filminde "vatan müdafaası" anlatısı gürledi.
Sahadaysa YPG/SDG gibi PKK türevleri de-facto özerk alanlar kurdu.
Perdede uzun bir yürüyüş izledik.
Diplomasi masasında kısa bir nefes.
Adeta bir Baudrillard dersi..
Kurgunun, gerçeği önce perdeleyip ardından onun yerini aldığı hipergerçeklik pratiği.
Halkın önüne sahte zafer imgeleri konuldu.
Böylece "başarı simülasyonu" kolektif hafızayı doldururken, gerçek stratejik bilanço gözlerden saklandı.
Kurtlar Vadisi filmleri ve dizileri, Baudrillard'ın simülasyon evreninde kurgusal zaferler üretirken, aslında Johan Vincent Galtung'un "kültürel şiddet" dediği mekanizmaya dönüştü.
"Kültürel şiddet", doğrudan fiziksel şiddeti meşrulaştıran, toplumun zihninde onu "doğal" ve "haklı" gösteren söylem ve imgeler demektir.
Bu yapımlarda takım elbiseler, silahlar ve derin bakışlarla süslenen sahneler, istihbaratı şiddet ve infaz rutinine indirgedi.
Oysa istihbarat, bilgi toplamak, çözümlemek ve strateji üretmek gibi entelektüel bir faaliyetken, dizide kaba kuvvetin estetikleştirilmiş bir gösterisine dönüştürüldü.
Kısacası, istihbaratın gerçek doğası görünmez kılındı, yerine popüler bir şiddet kurgusu geçti.
Ve unutmadan, Kurtlar Vadisi'nden sonra Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde başrol olan Oktay Kaynarca, tüm istihbarat örgütlerine kafa tutan, masada devletlerle racon kesen bir milliyetçi figür olarak sahnelendi.
Karizmatik, sert bakışlı ve "kahraman" havasıyla sunulan bu rol, aslında kurgusal bir milli gurur simülasyonundan öteye gitmedi.
Ne var ki aynı Kaynarca, bir söyleşide Türk milliyetçilerinin büyük kısmının kabul etmediği "Türkiyeliyim" kavramını ortaya atarak ironik bir çelişki sergiledi.
Ekranda "vatansever racon" keserken, sahnede milliyetçiliğin temel referanslarını aşındıran bir dil kullandı.
Dahası, bu çıkışın ardından ATV'de yarışma programını kaptı.
Nihai olarak, milli söylem, bir kez daha popüler kültürün ticari ve medya çıkarlarını feda edilmiş oldu.
Sonuç mu?!
Kurtlar Vadisi, Türkiye'de popüler kültürün bir ürünü değil, toplumun bilinçaltına işleyen bir şiddet pedagojisi hâline gelmiştir.
Dizinin racon estetiği, kaba kuvveti yücelten dili ve istihbaratı "entelektüel sabır"dan koparıp "vur kır" rutinine indirgemesi, genç kuşaklara sahte kahramanlık imgeleri sundu.
Bu sahte imgeler, Baudrillard'ın tarif ettiği hiper gerçekliğin ötesinde, Galtung'un "kültürel şiddet" kavramının canlı bir tezahürü oldu.
Şiddeti normalleştirdi, cazip gösterdi ve en sonunda doğrudan şiddete dönüştürdü.
Ne var ki gençler bu yapımdan yalnızca "racon" devşirmedi.
Gerçekte racon değil, doğrudan şiddeti gündelik hayatlarının pratiğine taşıdılar.
Bu dönüşüm, çete ve örgütlerin insan kaynağını âdeta modern şirketlerin işgücü devşirme mekanizmaları gibi doldurmalarına imkân sağladı.
"Liderlik" ve "yöneticilik" vaatleriyle cezbedilen gençler, popüler kültürün sunduğu şiddet estetiğini gerçek hayatın sert sokaklarında uygulamaya koyuldu.
Dahası, cezaevleri bu simülasyonun kurbanlarıyla doldu.
Böylece ekranlardaki hipergerçek kahramanlık, toplumda gerçek bir "suç sosyolojisi" doğurdu.
Bu süreç bireysel trajedilerle sınırlı kalmadı.
Eğitimden koparılan, üretimden dışlanan ve kriminal ağlara yönlendirilen gençler, ulusal ekonomide kayıp işgücüne, toplumsal yaşamda ise sosyolojik yıkıma dönüştü.
Millî hafıza sahte kahramanlık imgeleriyle teselli edilirken, devlet ve toplum gerçekte bir "kayıp neslin" ağır faturasını ödemeye mahkûm edildi.
Popüler kültür ise eğlence olmanın ötesinde, Galtung'un kavramsallaştırdığı yapısal ve kültürel şiddetin en görünür üretim araçlarından biri hâline geldi.
Makaleyi tamamlarken Sayın Polat Alemdar'dan (Sert Bakışlı, Racon değil kafa kesen, Kısa Boylu) bir isteğim olacak.
Sayın Alemdar Polat Bey, sakın ama sakın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) de herhangi Yavru Vatan KIBRIS falan diye operasyonu yapmayın.
Sakın Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu'sunda bir operasyon yapmayın.
Sakın Kara'dan Deniz'e transfer olup, Mavi Vatan Kurtlar Vadisi operasyonu yapıp, Sat Komandosu olmayın.
Düşman unsurlarının insanlı ya da insansız hava araçlarına operasyonlar düzenlemeyin.
SAKIN!
Cüneyt Şaşmaz

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.