ÇİDEM AYÖZGER ERGÜVENÇ YAZDI: YILBAŞI
Ne zaman “yılbaşı” başlıklı bir yazı görsem beni hemen içine çeker, kendimi sıcacık hissederim ve ilgiyle okurum. Hem anne-baba evimde, hem evlendikten sonra, ailemde yılbaşları çok özel günler olmuştur.
Aslında geleceğe atılan bir adım olmasına karşın benim için güzel, tatlı anılara yolculuk ve sanki bir nostalji yaşamakla özdeşleşir.
Çocukluğumda, hatta büyüdükten sonra da annem babam yılbaşlarını hep bizimle kutlamaya özen gösterirlerdi. Biz üç kız kardeş birer yetişkin olup yuvadan uçtuktan sonra bile programımız her ne olursa olsun annemlere uğrar onlarla birer kadeh içkilerimizi alır onlar ve birbirimizle yeni yılı kutladıktan sonra gideceğimiz yerlere dağılırdık. Annem, çalışan bir kadın (Ankara Atatürk Lisesi Felsefe öğretmeni) olduğu halde başına alacağı onca işe rağmen kendi evimizde yeni yıla girmeyi tercih ederdi. Ya akrabalarımızdan ya da anne babamın kendi yakın dostlarından biz yaşta çocukları olan konuklar çağırırdı. Kuşkusuz çocukların yaş yelpazesi biraz genişti. Büyük ablam benden dokuz, küçük ablam ise üç buçuk yaş büyüktür.
Yılbaşı günleri annem mutfaktaki işlerini bitirdikten sonra gayet şık giyinir babam ve bizler de yılbaşına yakışacak biçimde özenle hazırlanırdık. Özellikle babam için yılbaşları çok önemliydi. Soframız oldukça zengin olurdu. İlk başta olmazsa olmaz kuru yemiş, ama üzüm, kayısı falan değil, Şam fıstığı (şimdi ona Antep fıstığı diyorlar) badem, yer fıstığı falan… Yemek mönümüz her zaman Rus salatası (illaki her şeyiyle evde yapılacak), tarama, zeytinyağlı yaprak ve lahana dolması, karnabahar ve havuç kızartması, doğal olarak sarımsaklı yoğurt eşliğinde, tarama, patates köftesi, pastırma, çiroz, Çerkez tavuğu (ama şimdilerdeki gibi kolayından değil. Her şey elde hazırlanırdı; tavuk uzun uzun düdüklüde haşlanır, ekmek ufalandıktan sonra tavuk suyuyla hafif nemlendirilip elle çalışan kıyma makinesinden geçirilir, ceviz aynı şekilde kıyma makinesinden geçirildikten sonra hafif ılıtılıp tülbentten süzülüp yağı çıkarılır ve bu yağ, hazırlanan Çerkez tavuğunun üstüne kırmızıbiber katılarak gezdirilir) ve peynir çeşitlerinden sonra biz üç kardeşin de kâbusu hindi ve yanında hindi suyunda pişmiş iç pilav ve sonrasında genellikle kabak tatlısı ve krem karamel. Biz üç kardeş de o zamanki hindilerden nefret ederdik, çok kötü kokarlardı bize.
Televizyon yok, radyo da yılbaşı geceleri bizde pek dinlenmezdi. Pikapta yetmişsekizlik taş plaklarda Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses, Zeki Müren gibi sanatçıların seslendirdikleri Türk sanat müziği parçaları ve babamın yurt dışından getirdiği Napoliten müzik ve günün popüler batı müziği kırkbeşlik ya da otuzüçlük plaklardan dönüşümlü olarak çalınırdı. Genç okurlarım ne demek istediğimi anlayamazlar, bu rakamlar ne anlatıyor bilemezler. Allah bilsin pikap bile nasıl bir şeydir çoğu bilmiyordur.
Genellikle ilk başta Napoliten şarkılarla başlanır sonra içkiler içilmeye başlanınca diğer müziklere geçilirdi. Annem ve babam rakı biz çocuklar ise bira içerdik. Ben küçük yaşlardan başlayarak yılbaşı geceleri bira içer oldum çünkü zaten ara sıra içiyordum! Şöyle ki, annem ve ablalarım okula babam (Devlet Üretme Çiftliklerinin Kurucu Genel Müdürü idi) işine gittikten sonra son derece hareketli bir çocuk olan ben koşturup terleyip susadığımda, evde bana bakması için bizle yaşayan bir ablanın tüm karşı çıkmalarına rağmen buzdolabındaki Tekel birasından bir cezveye doldurur içerdim. Cezveye çünkü bardakların olduğu dolaba boyum yetmezdi cezvelerin dolabı tam bana uygundu. Şişeden içmek ise çok ayıpt! Annem okuldan gelince ablaya kahvaltı edip etmediğimi öğlen yemek yiyip yemediğimi sorduğunda olumsuz yanıt alıp bira içtiğimi öğrenince, “Ne yapalım hiç değilse b vitamini almış” diye kendini avuturdu…
Yılbaşlarında bize hep çok güzel armağanlar alınırdı. Benim çocukluğumda yılbaşları hep çok soğuk ve genellikle karlı olurdu. Sobalı olan evimizde yemekler bittikten sonra, anneannem hayattayken salona mangal gelir ve onun ateşinde kahve pişirilirdi. Kahve çok severdim ve illaki annemin babamın fincanlarından birer yudum içerdim.
Sofralarımız çok ahenkli olurdu. Herkes birbiri ile şakalaşır gülüşüp söyleşirdik. Tombala oynama alışkanlığımız nedense yoktu, hiç tombala oynadığımız yılbaşını anımsamıyordum. Evin o zaman en küçüğü olan ben dahil hiç kimse uyumaz, uyuklamaz, miskinleşmez coşkuyla saat on ikiyi beklerdik. Saat on iki oldu mu herkes birbiri ile öpüşüp yeni yılı kutlardık. Sonra gecenin ahengine göre belirli bir süre daha geceyi uzatıp normal yaşamımıza dönerdik. En büyük hevesim alınan armağanları izleyen günden başlayarak bir an önce kullanmaktı.
Hey gidi günler… Bari yazımı yılbaşı gecesi sofranıza katılabilecek hafif bir meze tarifiyle bitireyim:
Patlıcan salatası
1 kg bostan patlıcanı, 5-6 adet (seçiminize göre acı ya da tatlı) sivri biber, isteğe göre 3-4 diş sarımsak, 1 adet salatalık, ceviz, kalınlığına göre 1-2 dilim ekmek içi, 4-5 yemek kaşığı suyu alınmış yoğurt, zeytinyağı, limon ve tuz.
Patlıcanları ve biberleri közleyip biberin zarını, patlıcanın kabuğunu soyup iyice süzün. Salatalığı kalın rendeyle rendeleyip bir bez içinde sıkarak tüm suyunu alın. Robotunuz varsa ıslanmadan ekmek içlerini çekin, ayırın. Sonra cevizi taneleri dişe gelecek biçimde çekin, onu da ayırın. En son patlıcan ve biberi robottan geçirin. Sarımsağı ezin. Tüm bu malzemeyi sıktığınız salatalık, yoğurt, zeytinyağı, limon ve tuzla karıştırın. Salatanız hazır. Afiyet olsun.
Hepinize sağlıklı, mutlu bir yeni yıl ve nice güzel yıllar dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.