ÇİĞDEM ERGÜVENÇ YAZDI: HAKKINI ARAMAK
ÇİĞDEM ERGÜVENÇ YAZDI: HAKKINI ARAMAK
İnsanlar haklarını arama konusunda bazen çelişkili davranabiliyor. En çok aramaları gereken durumlarda etkin olamıyor da en olmayacak olaylar karşısında canavar kesiliyor. Bence bu ikincisi, kendi kompleksleri, kuyruk acıları ya da yargı yanılmaları nedeniyle meydana geliyor.
Ben küçücüklüğümden beri hakkımı aramaya koşullandırıldım. İlkokuldayken bir haksızlığa uğradığımda anneme yakınırsam eğer aldığım yanıt beni hiç de mutlu etmezdi: “Bu durumun nedenlerini düşün, eğer kendini haklı buluyorsan, uygar bir biçimde tavrını koy, hakkını ara; ben her zaman senin yanında olamayabilirim, sorunlarını kendin çözmeyi öğrenmen lâzım.”
Sonuçta kendi haklarımı korumak konusunda epey yol aldığım yetmiyormuş gibi zaman zaman başkalarının da hakkını korumayı iş edindim. Kuşkusuz bu konuda bazen yanıldığım da olmuştur. Saralı taklidi yapanlar iki kez beni fena halde kandırdılar. Bir seferinde henüz yirmili yaşlarımdayken bir arkadaşıma gidiyorum tam apartmandan içeri girip merdivenleri çıkmaya başladım ki bir gümbürtü koptu; adamın biri yere yatıp çırpınmaya başladı, bir yandan da elini açıp para istediğini anlatmaya çalışıyor. Saf tarafıma geldi ve inandım; zor durumda, hakkı yeniliyor, gerekli tedaviyi bulamıyor diye düşünüp insanlık uğruna hemen cüzdanıma sarılarak bir yandan da yardım istemek üzere “yetişin” diye bağırmağa başladım. Apartmandakiler zaten gürültüyü duyup dışarı fırlamış ve adamı hızla yerden kaldırıp polise götürmekle tehdit ediyordu. Hasta birden toparlandı, parayı falan unutup dışarı fırladı. Meğer dış kapıda bekler içeri yabancı biri girdiğinde dolandırmak için hep aynı numarayı yaparmış. Kafasız! Bari git değişik apartmanlarda yap yapacağını.
İnsanoğlu uslanmaz. Aradan yıllar geçti yine bir saralının haklarını korumaya kalktım. Bu seferki baktım yol ortasına uzanmış, boylu boyunca yatıyor, ağzından da köpükler fışkırıyor. İnsanlar başına toplanmaya başlayınca hemen yanaştım, “Aman ellemeyin. Saralılara nöbet geçirirken asla dokunulmaz, ben şimdi ambulans çağırıyorum, numarasını bilen biri varsa o da polise haber versin; adamcağız sahipsiz kalmasın; bir faydamız dokunsun” deyince birden köpükler temizlendi, nöbet geçti adam bana “ablam, ayağın uğurlu geldi, nöbetim iyileşti. Ben gideyim artık” diyerek resmen topukladı.
Kafeler, Paplar, restoranlar bazen de işyerleri kendi bulundukları yerin önündeki kaldırım kenarlarına “… aittir, park yapılmaz” ibaresini yerleştirip, babalar falan koyarlar; ben de itina ile arabadan iner babaları kenara çekip park ederken çoğunlukla içeriden biri fırlar, randevumun olup olmadığını ya da rezervasyon yaptırdım mı diye sorar. Ben de kendilerine değil başka yere gideceğimi söyleyince bu kez burasının özel otoparkları olduğunu belirtirler. İşte hakkımı arama zamanı! Hemen, eğer belediyeden caddenin/sokağın bu kısmını kiralamış iseler kira bedel makbuzlarını göstermelerini, aksi halde arabamı orada bırakacağımı söylerim. Bugüne kadar böyle bir belge gösteren çıkmadı.
Eşimin teyzesi, teyzekızı ve ben İstanbul’da banliyö trenine bindik. Göreceli olarak çok dolu değil, bir tek biz ayaktayız, herkes oturuyor. Bir baktım hanımlar kendileri kurulmuş, yanlarındaki koltuklara da küçük çocuklarını oturtmuş. Hemen annelerin gözüne gözüne bakarak, “Bu çocukların biletleri var mı?” diye sordum. Anneler çocuklarını kucaklarına aldı, bize yer açılmış oldu.
Başkalarının haklarını da savunmaya meraklıyımdır dedim ya. İkimiz de üniversite öğrencisiyiz, küçük ablam Nurdan ve ben Ankara’da Ali Nazmi Pasajında ona pabuç alacağız. Gençler pasaj da neymiş diye düşünebilir. AVM’lerin minyatür hâli diyebiliriz. O zamanlar Migros dışında süper marketler olmadığı için, bakkalların, manavların, kuruyemişçilerin bir arada satış yaptığı süper marketlerin bulunmadığı, daha çok giyim ve aksesuar dükkânlarının yer aldığı ufak alışveriş merkezleri. Ali Nazmi de butik bir pasaj ve gayet şık mağazalar var. Neyse, Nurdan’ın beğendiği bir çift ayakkabıyı oldukça yüksek bir fiyata aldık. Aradan bir hafta, on gün geçti geçmedi kızcağızın pabuçları kendiliğinden neredeyse parçalandı. Yine birlikte aldık götürdük; geri verip yerine başkasını alacağız. Muhatabımız olan satıcı Nuh diyor peygamber demiyor; geri almayı asla kabul etmiyor. Biraz tartıştıktan sonra çıktık; ama benim kanımızı yerde bırakmaya hiç niyetim yok. Günlerce üst üste hemen hemen her boş vaktimde dükkânın kapısına gittim; vitrine bakan hanımların hepsine buradan pabuç almamalarını, malların çok çürük çıktığını söyleyip durdum. Tezgâhtar dışarı çıkıp hanımları buyur ediyordu fakat onlar benden aldıkları bilgi nedeniyle içeri girmeden uzaklaşıyordu. Bu durum aşağı yukarı iki hafta kadar sürdü ve ben epeyce müşteri kaçırmayı başardım.
Otobüse önden ben, ardımdan bebek bekleyen bir hanım bindik. Baktım, otobüs dolu, oturacak yer yok. İlk sıradaki koltuğun önünde durdum, hamile hanımı da durdurdum. Oturmakta olan ve bizleri tümüyle görmezden gelmeye çalışan genç bir adamın omzuna dokundum; camın üstündeki yazıyı yüksek sesle okudum: “Yaşlılar, sakatlar ve gebeler içindir”. Adam isteksizce yerinden kalkarken, “avukatlığı sana mı kaldı” gibi bir şeyler mırıldandı. Hiç oralı olmadım. Kadıncağızın hakkını savunmuş olduğum için kendimden pek memnun kalmıştım.
Benden biraz büyük çok yakın bir arkadaşım çocuğuna ciddi bir biçimde çıkıştı; tabii hiç sesimi çıkarmadım. Çocuk gittikten sonra ise haksız olduğunu, çocuğun bu kadar ağır bir tepkiyi hak etmediğini söyledim. “Anne olunca seni de görürüz, ukalâlık etme” diye bu kez de bana çıkıştı.
Şimdi düşünüyorum da toplum olarak hiç değilse benim yarım kadar haklarımızı savunmaya cesaret edebilsek kimse bugünkü kadar fütursuzca adaletsizlik yapıp adalet dağıtıyoruz masalları anlatamaz. Anlatmaya cür’et eden de hakkını avucuna alır.
Dünya Kadınlar Günü’nün hemen sonrasında bu yazıyı yazdığım için bu önemli güne de değinmek istedim. Bir kere ismi “Türkiye Hariç Dünya Kadınlar Günü” olmalı. Bu durum Türkiye dışında diğer bazı ülkeler için de geçerli olabilir. Neden kadınlar için özel gün yapılıyor, acaba üç yüz altmış dört gün hakları ellerinden alındığı ve bir tek gün de “mış gibi” yapma pişkinliğini sergilemek için mi? Kadınların yaşam hakları bile ellerinden alınıp suçluların çeşitli mazeretlerle hak ettikleri cezaları almadıkları bir ülkede yaşıyor olmak beni hem utandırıyor hem de isyan etmeme neden oluyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.