Çidem Ayözger Ergüvenç
ÇOCUK BAĞIRMASI
Çocukları çok severim. Onlarla sohbet etmekten, oynamaktan hiç sıkılmam. Onlar da genellikle beni severler. Çocuk kahkahasını duymak içimi açar, mutlu olurum. Çocuk ağlamasına hiç dayanamam, içim parçalanır, o kadar üzülürüm. Ama çocuk bağırtısına gelince, işte bundan çok rahatsız olurum. Canı çok acımış da bağıra bağıra ağlıyorsa ona bir şey diyemem ama edepsizlik ya da şımarıklık bağırtıları beni illet eder.
Çocuklar neden bağırır? Geçen gün yüzme iskelemizde oturuyorum, on, on bir yaşlarında bir oğlan çocuk yedi, sekiz yaşlarında bir kızla, onu rahatsız edecek biçimde şakalaştığını sanıyor. Sığ bir yerdeler, avuç avuç kum alıp kızın kafasına sürüyor. Kız durumdan mutlu değil, normal bir ses tonuyla babasına seslendi. Adam birileriyle sohbet ediyor; başını çevirip bakmadı bile. Kız bu kez daha yüksek sesle kendini duyurmaya çalıştı. Yine oralı olan yok. Sonra canhıraş bağırmaya başlayıp adeta haykırarak ağabeyinin kendisine istemediği şakaları yaptığından yakınınca baba döndü ve gayet sıradan bir şey oluyormuş gibi ne istediğini sordu, kendince önemli bir şey olmadığını öğrenince yine arkadaşları ile sohbete koyuldu. Oğlan korktuğu fırçayı yemediği için mutlu, kız umduğunu bulamadığı için huysuz aynı çığlıkla annesine seslendi. Anne zaten hemen oracıkta gazetesini okuyor ve oralı olmuyordu. Bu durumda çocuk bağırmıyor, bağırtılmış oluyor.
Futbol sahasında, henüz ağabeyler gelmeden çocuklar aralarında top oynuyor. Biri bir diğerine, “Ulan … topu kaçırma” diye bağırıyor; bütün mahalle sesten inliyor. Çocuk ne yapsın iyi gör iyi öğren; futbol oynayan büyükler, evde anne baba, kime baksa avaz avaza.
Bizim toplum bağırarak dikkat çekmeyi sever. Şimdi o âdet kalktı neyse ki ama eskiden pazara gidersiniz, sanki savaş alanındasınızdır. Bir tarafta domatesçi, öbür yanda sebzeciler, derken soğan patates satıcıları hepsi bir ağızdan kendi ürünlerini överek bağrışırlar. Bağırmak artık alışkanlık haline gelmiştir. Evine gider en ufak bir aksilikte ev halkına bağırır. Çocuklar büyür onlar da eşlerine, kendi çocuklarına bağırır durur.
Otele gidersiniz hemen anlarsınız kendi çocuklarınızı. Batılı ailelerin çocuklarından çıt çıkmaz ama Türkiye’yi saran Orta Doğulu çocuklarla bizimkiler ha bire bağırarak iletişim kurarlar. Sonra anne, babaları onları bağırarak bağırmaları konusunda uyarır.
Çocuklar küçükken yaramazlık yaparlarsa büyükler uslu durmazlarsa onları korkutmak için doktora götüreceklerini söyleyerek uslu durmalarını sağlar. Gün gelir çocuk hastalanır, mecbur kalıp doktora götürürler. Yavrucaklar yol boyu direnir; hele bir de doktor eline iğneyi alırsa kıyametler kopar. İşte yavruların kucağına konulmuş nur topu gibi bir doktor fobisi.
Bazı küçük çocuklar bağırarak hatta ağlayarak istediklerini ifade ederler çünkü normal sesle kendilerini anlatmaya çalıştıklarında kimsenin oralı olmadığını öğrenmişlerdir.
Orta yaşlı çocuklar (yedi-on yaş arası) oynarlarken sürekli bağrışırlar. Etrafta hasta mı var, birileri ders mi çalışıyor ya da uyumak mı istiyor umurlarında değildir. Uyardığınız zaman iyi terbiye almış olanlar seslerini alçaltır, öbürleri oralı olmaz. Bir kısmı da “mış” gibi yapıp ilk iki sözcüğü küçük sesiyle diğerlerini yine avaz avaza söyler.
Çocuklar yetiştirilirken onlara şiddet uygulanmamalı. Şiddet gören, babaları tarafından kemerle dövülen, ceza olsun diye bir süre için bile olsa ayaklarından tavana asılan çocuklar büyüyünce ruh sağlığı bozuk yetişkinlere dönüşür. Sevgisiz olur, kendi koruması altında olanlara şefkat gösteremez. Kendisine karşı çıkanları düşman olarak görür, onlara karşı hoyratça davranır; elinden gelen en sert cezalara çarptırılmalarını sağlar. Konuşması saldırılarla doludur. Şiddet ve terbiye bir arada olamaz o nedenle sıklıkla da terbiyesizleşir. İçindeki nefreti kontrolsüzce dışa vurur. Onların eline büyük yetkiler vermemek gerekir yoksa neler oluyor hiç gördünüz mü?
Siz siz olun çocuklarınızı şefkatle büyütün ki bu psikopatlar başınıza musallat olmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.