CUMHURİYET'i İLAN ETMEK?!

CUMHURİYET'i İLAN ETMEK?!

Cüneyt Şaşmaz'ın yeni yazısı..

1776, 1789'un ruhu'na uygun 1923 operasyonu, öncesinde 23 Nisan 1920.
Neticede, 1776, 1789, Avrupa içindeki Aydınlanma ve/veya Sekülerizm operasyonu idi.
19 Mayıs'ta Samsun'a çıkan meçhul'e adım atmadı, neyi neden yaptığını biliyordu!
19 Mayıs 1919, basit bir tarih değildir.
Sadece "Türk Milleti" için değil, "İnsanlık" için atılmış büyük bir adımdır.
O adım'ın ardından, 23 Nisan 1920 tarih'i geldi.
"Laik" Dünya'nın çivi'si 29 Ekim 1923'te Anadolu'da çakıldı.
---
1923 yılında Türkiye’de; Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın kesim yok gibiydi.
O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemiştir...
Mustafa Kemal, zaferden sonraki bir yıllık yoğun çalışmasıyla, Türkiye’yi, düşündüğü yenileşme yoluna sokmuştu.
11 ay içinde; saltanat kaldırılmış, hilafet varlığına izin verilen edilgen bir duruma getirilmiş, Lozan imzalanmıştı.
Artık elinde, Müdafaa-i Hukuk örgütlerine dayanan Halk Fırkası, yenilenmiş bir Meclis, önerilerini yapmaya hazır bir halk, güvenilir bir ordu ve dar ancak inanmış bir kadro vardı.
Çok önceden karar verdiği ve ‘vicdanında ulusal bir sır gibi’ sakladığı düşüncesini uygulayacak, Devlet’in yönetim biçimini belirleyecekti; Cumhuriyet’i ilan etmenin zamanı gelmişti.
Batıda cumhuriyet, Avrupa aydınlanması ile bütünleşen uzun ve güçlüklerle dolu bir savaşımın birikimi üzerinde gelişmişti.
Fransız Devrimi’ne temel oluşturan bu birikim, cezaevleri ve giyotinlerden geçerek toplum yaşamına girmişti.
Avrupa'da, J. J. Rousseau’yla başlayan Devrim’le somutlaşan cumhuriyetçilik düşüncesi, 250 yıllık bir evreden geçerek bugüne gelmiştir.
Batı’da yoğun savaşımlarla birkaç yüzyılda getirilebilen yönetim biçimi, Türkiye’de birkaç hafta içinde gerçekleştirildi.
Bu güç işi başarmak için eskiden gelen bir savaşım birikimi yoktu, ancak toplumsal dayanağı kuşkusuz vardı.
Yaşam süresini dolduran kişi egemenliği, çürümüşlüğü ile yönetim işleyişini bozmuş, Türk halkına büyük zarar vermişti.
Halk; eskiden kurtulmak, gelişip gönencini arttırmak istiyordu.
Durumunun düzelmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini anlıyor, ancak bu eğilime bir ad koyamıyordu.
1923 başlarında çıktığı yurt gezilerinde, yönetim biçimi sorununu, cumhuriyet sözcüğünü kullanmadan ancak onu anlatarak dile getirdi.
Herkesin anlayacağı dilden konuşuyor, halk egemenliğine dayanan yönetim biçimi konusunda.
Konuşmalarında, yönetim sorununu irdelemeyi, İslam hukukuna dek genişletti.
Hz. Muhammed’in sözlerinden aktarmalar yaparak İslamiyet’in konuyu nasıl ele aldığını anlattı:
“Yüce Peygamber devletlere gönderdiği peygamber bildirimlerinde, ‘Allah birdir, hak din, İslam dinidir, onu kabul ediniz’ buyurmuşlar ve fakat hemen eklemişlerdir; ‘ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki, sizin milletinize, sizin yönetiminize el koyacağım. Siz hangi yönetim biçimini koyuyorsanız, o hakkınız saklıdır.’
Şimdi şunu açıklamalıyım ki, din esasında yönetimin şu ya da bu biçimde olacağına dair, hiçbir ifade kesin olarak yoktur.
Yalnız hükümetin hangi esaslara dayanması gerektiği bellidir, bu açık ve kesindir.
Bu esaslardan biri şûrâdır
(danışma organı).
Danışma en kuvvetli esastır.
Bu esas, Yaradan tarafından doğrudan doğruya Muhammed Mustafa’ya da emrolunmuştur.
Peygamber olan yüce kişi bile, kendiliğinden iş yapamayacaktır.
Danışarak
(müşavere) yapacaktır...
Diğer bir esas, adalet esasıdır.
Şûrâ, insanlara ait işleri yerine getirirken adil davranacaktır.
Çünkü adaletsiz şûrâ, Allah'ın emrettiği şûrâ olamaz; adalet dağıtmaya yetkili olabilmesi için de uzman olması, bilgili
(vâkıf) olması gerekir.
Bilgili olan, uzman kişilerden oluşan bir yönetim, ancak değerli ve saygın olur.
Adalet dağıtımında, ancak böyle bir şûrâya inanılır ve güvenilir”
.1
Yurt gezilerinden her dönüşünde, çalışma odasına çekilip araştırmalarını sürdürüyor, Türkiye’ye uygulanacak cumhuriyet düşüncesini, kuramsal ve eylemsel boyutuyla olgunlaştırıyor, uygulama hazırlıkları yapıyordu.
Önce, kimseye açılmamıştı.
Tasarımını bitirip, davranış biçimini belirlediğinde, güvendiği kişilere açılmaya, görüşüp konuyu birlikte irdelemeye başladı.
Oluşumu ve doğurduğu sonuçlarıyla birlikte Fransız Devrimi’ni (bir kez daha) inceledi.
J. J. Rousseau’yu okudu.
Çankaya’da akşam yemeklerinde, ‘seçilmiş’ konuklarıyla tartıştı, katılımcı yönetim biçiminin adının Türkiye ve Türkçe’deki karşılığının ne olabileceğini araştırdı.
Fransızca’da kamusal varlık, toplum (la chosepublique) anlamına gelen republique sözcüğünün, Türkçedeki karşılığının cumhuriyet olabileceğini düşünüyordu.2
Eyleme geçeceği günlerin yakın olduğunu çevresindekiler anlamıştı.
Uygun zaman ve girişim gücünü arttıracak somut bir olay, bir gerekçe bekliyordu.
Neue Freie Presse yaptığı açıklamadan yaklaşık bir ay sonra böyle bir olay ortaya çıktı.
Meclis İkinci Başkanlığı ve Dahiliye vekilliği seçimi ile başlayıp, hükümet bunalımına dönüşen siyasi gelişmeler, ona bu fırsatı verdi.
Nutuk’ta, “uygulamaya geçmek için uygun zamanın geldiğine karar verdim”3 dediği bu gelişmelere dayanarak harekete geçti.
Meclis İkinci Başkanı ve Dahiliye Vekili seçiminin sonuçlanmaması nedeniyle oluşan siyasi tıkanma, harekete geçmesi için ona bir fırsat yakalattı.
Tıkanma, 28 Ekim'e dek aşılamadı.
‘Kargaşa yayılarak sürüyor, içinden çıkılmaz tartışmalarla’4 hükümet kurma çalışmaları, sonuçsuz kalarak tümüyle tıkanıyordu.
Halk Fırkası Meclis Kümesi (Grubu), 29 Ekim sabah 10’da toplandı.
Uzun tartışmalardan sonra, durumun çıkmaza girdiğini ve hükümet işlerinin yüzüstü kaldığını gören birçok milletvekili, Genel Başkan olarak onun, “soruna çözüm bulmak için” çağrılmasına karar verdi.5
Toplantıya geldi ve çözüm önerisini sunması için bir saat izin istedi.
Uygun gördüğü ve kendi deyimiyle, ‘gereken kişileri’6, Meclis’teki
odasına çağırdı.
Onlara, önceki gece İsmet Paşa’yla birlikte yaptığı Anayasa değişiklik önerisini göstererek, biraz sonra Genel Kurul’da yapacağı konuşma konusunda bilgilendirdi.
Bir saat sonra kürsüye çıktı ve önerisini; “çözülmesinde güçlüğe uğradığımız sorun, uygulamakta olduğumuz yöntem eksikliğindendir. Yürürlükteki Anayasamız gereğince, bakanları ayrı ayrı seçmek zorunda kalıyoruz. Bu güçlüğün giderilmesinin zamanı artık gelmiştir. Yüce kurulunuz bu sorunun çözülmesi için beni görevlendirdi. Bilginize sunduğum görüşlerden esinlenerek, çözüm olacağını düşündüğüm bir biçim saptadım. Onu önereceğim. Önerim kabul edilirse, güçlü ve dayanışma içinde olan bir hükümet kurabiliriz” sözleriyle dile getirdi.
Hemen ardından hazırladığı dört maddelik Anayasa değişikliğini okudu.7
Meclis Anayasa Komisyonu tasarıyı ivedi olarak ele aldı.
Komisyon da, konunun Meclis’te hemen görüşülmesini önerdi.
Görüşmeler, saat 20.30’da, ‘yaşasın cumhuriyet’ alkışlarıyla kabul edildi.
On beş dakika sonra, 20.45’te Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve milletin ruhunda ‘zaten çoktan seçilmiş’8 olan Mustafa Kemal, oturuma katılan 158
milletvekilinin oybirliğiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu.
100 milletvekili oylamaya katılmadı.
9
Seçim üzerine, teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve şunları söyledi:
“Türkiye Cumhuriyeti dünyadaki yerine yaraşır olduğunu, başaracağı işlerle kanıtlayacaktır.
Her zaman milletin güvenine dayanarak, hep birlikte ileriye gideceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti mutlu, muvaffak ve muzaffer olacaktır”
.10
Türk halkı, Cumhuriyet’i ve ilk Cumhurbaşkanını coşkuyla karşıladı.
“Duyulan sevinç her yerde, parlak gösterilerle açığa vuruldu”11 ve Cumhuriyet’in kabul edilmesi, 29 Ekim gecesi ülkenin her yerinde, yüzbir top atışıyla kutlandı.
Halk sokaklara dökülmüş sevinç gösterileri yapıyor, Meclis’e ve Cumhurbaşkanı’na telgraflar çekiyordu.
29 Ekim, daha o gece halk tarafından “milli bayram durumuna getirilmişti”.12
İstanbul basını, halkın sevincine katılmadı ve gizlemeye gerek görmediği sert bir karşıtlıkla saldırıya geçti.
Cumhuriyet’in ilanına öncülük edenleri, doğal olarak en başta onu, isim vermeden hedef almışlardı.
‘Sıkboğaza getirilmiş bir durum’, ‘birkaç saatlik Anayasa değişikliği’, ‘Meclis’te bir büyü yapıldı ancak Cumhuriyet bir tılsım değildir’13 gibi değerlendirmeler yapılıyordu.
Gazetelerde, Ankara’da yapılan iş, “uygarlık dünyasını anlamış, okumuş,
incelemiş, devlet yönetiminde yeterlilik kazanmış kafaların”
14 yapacağı
bir iş değildir; “dün ilan edilen cumhuriyetin ileri gelenleri ve ona bağlı olanlar, bunu yürütebileceklerine güveniyorlarsa, biz de onlara ‘öyleyse cumhuriyetiniz mübarek olsun baylar!’ deriz” diyerek alaycı yazılar yazılıyordu.15
Suçlama içeren sözlere, düzeysiz karalamalara aldırmadı ve doğru bildiği yolda yürüdü.
Giriştiği işi, gelecek tepkileri ve alınacak önlemleri önceden düşünmüş, hazırlığını yapmıştı.
Gerek saldıranlar gerekse kendisi, gelecek adımın Hilafetin kaldırılması olduğunu biliyordu.
Cumhuriyet üzerinden yapılan tartışmanın merkezinde yer alan bu olası girişim, tutucularla devrimcileri ister istemez karşı karşıya getirecekti.
Tutucular neyi savunduklarının, o neyi kaldıracağının bilincindeydi.
O günkü ortamı Nutuk’ta şöyle anlatacaktır:
“Bir ülkede, bir toplumda devrim yapıldığında, devrimin gerekçesi elbette vardır.
Ancak devrimi yapanlar, inanmak istemeyen inatçı (anut) düşmanlarını ikna etmek zorunda mıdır?
Cumhuriyet’in de taraftarı ve karşıtları elbette vardır.
Taraftarlar, Cumhuriyet’i hangi inanç ve düşüncelerle neden kurduklarını, karşıtlarına anlatarak onlara yaptıkları işin doğruluğunu anlatmak isteseler de, onları bağnaz inatçılıklarından vazgeçirmeleri mümkün müdür?
Cumhuriyetçiler elbette, güçleri yeterliyse inançlarını herhangi bir yolla; ayaklanmayla, devrimle ya da toplumun onaylayacağı başka yollarla gerçekleştirirler.

Bu ülkü, devrimcilerin görevidir.
Buna karşı direnmeler, yaygaralar ve geriletici girişimler, karşıtların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir”
.16
---
Atatürk, 'çağ'ın ruhu'na hitap etti.
Dönem'in "Osmanlı bakiyesi"ni, 1923'te açılan parantez üzerinden dönüştürmeye, medeni, çağdaş dünya'nın parçası yapmaya çalıştı.
Türkiye'yi, Avrupalı bir devlet yapmak için gecesini gündüzüne kattı.
Bugün'den dün hakkında ahkam kesenler için bir başka soru:
O gün'ün milletvekilleri'nin, bakan'larının, bürokrat'larının, tüccar'ının, seçmen'inin ufku nereye kadardı!?
Laik çağdaş Cumhuriyet'e, birey olmaya kaç'ı hazır'dı?!
Ya da şöyle soralım:
Biat etmeye dayalı kültür'de, eleştiri kültürü hangi cenah içinde gelişmiş!?
Kemalist, Atatürkçü kesim içinde bu kültür gelişmiş ise "Demokrasi"den anlamamız gereken nedir!?
Mustafa Kemal'i eleştirenlerin niyetleri neydi, 1923'teki hikayeyi daha ileri taşımak mı yoksa Saltanat, Halife vb!?
Gazi, dönem'in zor şartları içinde ne hokkabazlık'a kafa yordu, ne de olmayacak dua'ya amin dedi.
Çağ'ın ruhu'na hitap etti.
Laik, çağdaş, ulus devlet Türkiye Cumhuriyet'ini kurdu, yüceltti.
Bugün'ün hikayesi geçmişte yazıldı ise bugün'ün hikayesi "sürpriz" değil.
Taş Devri taş'lar bittiği için sona ermedi ise içinden geçiyoruz zaman'ın...
DİPNOTLAR
http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2018/10/cumhuriyet.html

1 “Mustafa Kemal Eskişehir İzmit
Konuşmaları”
Kaynak Yay., sf. 201-203
2 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit, 12
Baskı, İst. 1994, sf. 444
3 “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK
4. Baskı, Ank. 1999, sf. 1063
4 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri
IV”
Kaynak Yay., 3. Bas., 2001, sf. 151
5 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri
IV”
Kaynak Yay., 3. Bas., 2001, sf. 151
6 “Nutuk” M. K. Atatürk, II. Cilt,
TTK, 4. Baskı, Ank. 1999, sf. 1077
7 a.g.e., II. Cilt, sf.1077
8 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri
IV”
Kaynak Yay., 3. Bas., 2001, sf. 153
9 “Atatürk” P. Paruşev, Cem Yay.,
İst. 1981, sf. 277
10 “Nutuk” M. K. Atatürk, II. Cilt, TTK,
4. Baskı, Ank. 1999, sf. 1085
11 a.g.e. , II. Cilt, sf. 1085
12 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV”
Kaynak Yay., 3. Bas., 2001, sf. 154
13 “Nutuk” M. K. Atatürk, II. Cilt, TTK,
4. Baskı, Ank. 1999, sf. 1087
14 a.g.e. sf. 1087
15 a.g.e. sf. 1089
16 “Nutuk” M. K. Atatürk, II. Cilt,
TTK, 4. Baskı, Ank. 1999, sf. 1087
Cüneyt Şaşmaz

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler