Dr. Onur Akbaş Köşe Yazısı: EYLÜLLERİN KULLANIŞLI VAHŞİLERİ
Dr. Onur Akbaş Köşe Yazısı: EYLÜLLERİN KULLANIŞLI VAHŞİLERİ
Cahil hiçbir zaman cesur olamaz. Ama cüretlidir. Sinsi ve saf çıkarcıdır. Karşılıksız bir şey yapmaz. O yüzden her işini aracı ve torpille gördürdüğünden arzu etti düzenin de öyle dönmesini ister. Dünyada aracısız iş görmeyen bu paganist yahut putperest karakterin arketipi Kur’anda “Samiri”dir. Onun düşmanı olduğu bilginin sembolü kitap ya da kitabı çağrıştıran şeylerdir. O yüzden Allah^tan bile gelse kitap, onun için güvenilmezdir. Dünyada işlettiği kurumun yansıması ahrette de şefaatçiliktir. Kitap bu güruhu Zümer 43’te şöyle tarif eder:
“Yoksa onlar Allah'ın peşi sıra (başkalarını) şefaatçiler mi edindiler! De ki: "Onlar hiçbir şeye güç yetiremezlerse ve akıl erdiremezlerse de mi?"
Kur’anın bir hususiyeti de cahil ve din uydurmaya meyilli, gizemci müşrik zihniyetin tipolojisini çok iyi ortaya koyabilmesidir. İşte bir örnek:
Ali İmran 79 şöyle der:
“Allah’ın kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın kalkıp insanlara “Allah’ı bırakıp bana kul olun” demesi düşünülemez. Aksine “Öğretmekte olduğunuz kitap ve yapmakta olduğunuz incelemeler gereğince rabbin halis kulları olun!” der.”
CAHİLİN CÜRETİ OLUR CESARETİ OLMAZ
Cesaret kelimesinin cehalet kelimesi ile yan yana kullanıldığı “cahil cesareti” belirtisiz ad tamlamasıdır. Oysa ben bu ifadeyi cesaret kelimesini hakkı olan konumdan birkaç basamak aşağı çekmek olarak alımlarım. Tıpkı ömrüne edebiyat ve kitap girmemiş yarım akıllı ve yarım kalplilerin sıkça kullandıkları ve lügatte artık “boş” kelimesinin karşılığı olarak “edebiyat”ın yer almasına sebep olan “edebiyat yapmak” garabetinde olduğu gibi. Oysa cehalet kelimesinin yanına yakışan kelime “cüret”tir. TDK sözlüğünde “cüret”in ilk anlamı “cesaret” ile özdeş olarak verilse de halk arasında cüret aynı sözlükte ikinci anlam olarak verildiği şekilde anlaşılır ve öyle kullanılır. Yani cüret her zaman toplumda “Düşüncesizce, saygıyı aşan davranış, cesaret.”olarak işlem görür.
Her sahada, ortamda, mekânda bu cüretin sınırları zorlayacak noktaya geldiğini görmekteyiz. Eşitlik, kendini ifade hürriyeti gibi kavramlarla haddi aşmak, kabalık, görgüsüzlük, sınır bilmezlik bizde sıkça yaşanan kavram ve tavır kargaşalarından biridir. Bu kargaşa ki pek çok cahile rahat hareket etme ortamı verdiği gibi cahilliğin kendini kullandırtmaya açık tarafı kullanıcıların bunu organize edebilme gücü ile artık toplumsal bir infiale dönüşmüştür. Artık rüşvet, adam kayırma, kendi din yorumuna mensup kişilerle kadrolaşma gizliden değil açıkça kamusal ortamlarda konuşulur olmuştur. Cerbeze ilim yerinde görülürken vergiden kaçmayı “kaçınmak” şeklinde ifade etme imanın rüknü gibi muamele görmektedir.
Üniversitelerde son dönemde daire başkanı, rektör, akademisyen oldurulanların kökenine bakıldığında ya parti değnekçisi, ya vakıf oğlanı, yahut da (elbette istisnalar olabilir) cemaat zangocu olduğu bilinen bir gerçektir. Tipolojilerine bakarsanız hepsi bir şeyin “ehl-i”dir. Bu ehl-i bilmemnelerin en uzak olduğu şey seküler hayatta kitap olduğu gibi teolojide de kitaptır. Kur’andan nefret ederler. Kaynak verecek birikim olmayınca yazarı gider ilahiyatçı kayınpederinden örnek verir. Uleması rivayetlerden üfürür. Akıl, muhakeme, gibi yollara davet eden kitap tehlikelidir. Ondan “beş yüz tane ayet de” söylense itibarsızlaştırılmalı ve yetersizliği açıkça vurgulanmasa da hissettirilmelidir. Ki hocaefendiler, şeyh efendiler, seydalar, vekiller falan filanlar dinlensinler. Çark dönsün piyasa yürüsün. Tıpkı İslam öncesi Mekke’nin din pazarı olan panayırlarının nesnesi olan putperestlik gibi. Tek fark bu Kur’andışılıkın putları taştan topraktan değil etten ve kemikten olmasıdır.
Şimdi yukarıda bahsini ettiğimiz bu tipolojinin zekâsının ve okuduğu kitap sayfa sayısının beş altı kat üstünde konuşmayı aşıp fiile dökülen hallerini konu etmemizin bir sebebi de 12 Eylül’ün yıldönümünü idrak etmemizdir. Bunlardaki cüretin arkasındaki kuvvet tam da bu tarihle alakalıdır. Zira 12 Eylül sonrası siyasi mahkûmların generaller nezaretinde Adıyaman’a götürülüp o inanca dâhil ettirildiği iddiasının kesin olduğu düşünülürse bugünkü gelinen nokta daha iyi anlaşılmış olur. Sahi Kenan Evren’e saat hediye eden ve anayasasına evet diyen ağabeyler kimlerdi? Diyorum ki bu cüretler karşısında Allah “akıl sahipleri”nin ve muhakeme nimeti verilenlerin cesaretini artırsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.