Çidem Ayözger Ergüvenç
EŞDUYU (EMPATİ)
Bir başkasının duygularını, onun içinde bulunduğu koşulları içselleştirmek, karşı tarafın yaşamakta olduğu durumu kendini onun yerine koyarak değerlendirebilmek, kısaca “karşınızdakinin pabuçlarını giyebilmek” olarak tanımlayabileceğimiz eşduyu, ya da duygudaşlık veya empati kanımca yalnız insanlara özgü bir niteliktir. Hayvanların, özellikle kedi ve köpeklerin empati kurabildiği düşünülebilir ama ben bu fikirde değilim; onlarınki daha çok şefkat, sahiplenme ve aidiyet duygusu olarak tanımlanabilir.
Empati kurmak insanlara özgü bir tutumdur dedim ama her insan bu özelliğe sahip olamaz. Bunu yapabilmek için duyarlılık ve zekânın bir arada olması gerekir. Her zeki insanın empati yeteneği olamayabilir ama gözlediğim kadarıyla zeki olmayan insanlar empati kuramıyor. Formül hâline getirirsek duygudaşlık eşittir zekâ artı duyarlılık. Duyarlılık deyince, bu kavramın duygusallıkla çok fazla karıştırıldığına tanık oldum. Duygusallık (İngilizce ifade ederseniz being emotional) zekâ aramaz; her zekâ düzeyindeki insan duygusal olabilir. Hatta çok zeki insanlar duygusal olmaktan kaçınır. Duygularının doğrultusunda davranış ve düşüncelerini yönlendirmemeğe özen gösterir; nesnel olmaya çalışır. Oysa duygusal insanların davranışlarında duygularının büyük etkisi olur.
Duyarlı (yine İngilizce anlatımıyla sensitive) insanlar diye anlatım bulanların en çarpıcı özelliği empati duygularının gelişmiş olması, kendilerini başkalarının yerine koyabilmeleri, karşılarındaki insanların çarıklarının kendi ayaklarında olduğu duygusuyla yaşamalarıdır diye düşünüyorum.
Ancak empati duymanın da bir ölçüsü olması gerek; fazlası zararlı olabileceği gibi akılsızlığa bile girebilir; biliyorum çünkü benim başımda. İki arkadaş spor yapmak üzere buluşuruz, ben gayet formumdayımdır birden karşımdaki yorgun ve halsiz olduğunu söyler, o anda ben de kendimi yorgun ve halsiz hissederim. Daha beteri karşımdaki insanın bir tiki varsa elimde olmadan aynı tiki ben de tekrarlarım ve yanlış anlaşılıp alay ediyorum zannedilecek diye çok üzülmeme karşın yine de kendime engel olamam.
Karşımdakinin heyecanını özümserim. Okula giderken, sınava gireceği zaman oğluma sıklıkla “senin fazla heyecanlanmana gerek yok, ben o kadar heyecanlıyım ki ikimize de yeter” derdim.
Kimse bana hastayım demesin. Hem ona yardımcı olmak için çırpınırım hem de aynı belirtileri hissetmeye başlarım.
En acıklısı kekemeleri kopya çekmem. Yıllar önce bir gün sokakta bir araba beni durdurdu, arkada oturan hanım camı açtı benden yol tarifi isteyecek fakat ne yazık ki bayağı kekeme. Zaten eskiden beri yönümü tayin etmekte fazlasıyla beceriksiz olmam yetmiyor gibi sağımı solumu da sordukları zaman hemencecik söyleyemem; çünkü bilmem; ne var ki tipik Türk kanı, yol tarif etmeye de pek meraklıyımdır. Arabadaki hanım çok iyi bildiğim bir yeri sordu ama gel sen sağa mı sola mı sapacaklar bil. Hani tarafa dönmeleri gerektiğini adıyla söyleyemediğim için hem vakit kazanmak için, hem de kekemelik bulaştığı için bir yandan da kolumla solu işaret ederek, “Bbbu yandan böyle, yyyyanni sssola sssapacaksınız, orada” dedim. Arkada oturan hanım, “Ayyol, bbbu bennnnden ddde beter yavrucak” deyip camı kapattı; göstermiş olduğum doğrultuda yollarına devam ettiler.
Yıllar önce, hem üniversite öğrencisiyim hem de mezun olduğum okulda dış ilişkiler ve yabancı dilde eğitim yapılan tüm derslerin bölüm başkanının sekreteriyim. Bir gün geldi ve “biliyor musun benim babam dün ölmüş” dedi. Ne kadar üzüldüm, annem, babam sağ; birden kendimi onun yerine koydum gözlerim yaşlandı; sesim titreyerek dilim döndüğünce avutmaya çalıştım. Yanıtı çok değişikti, “Zaten yaşlı bir adamdı” deyiverdi!
Günler geçti, ben evlendim. Zaman içinde çok iyi arkadaş olduğum eski hocam ve patronumu eşiyle birlikte evimize yemeğe çağırdık. Lâf lâfı, şişe şişeyi açtı; hepimiz çakırkeyif, söz döndü dolaştı Entebbe Baskınına geldi. Bu arada eşim içkinin etkisiyle sürekli gülümseme halinde, arada bir de kıkırdıyor. Patronumun eşi “İşte empati kurdu, üzüntüsünden sinirleri boşaldı, gülüp duruyor” dedi. Oysa Cengiz konuşulanın çok da farkında değildi.
İzleyen sabah kocama durumu anlatınca, “Valla ne empatisi, ne Entebbe’si; o kadar içmişiz ki kim ne söylediyse söyledi; ben yatağımı zor buldum” dedi. Gerçekten de öyle olmuştu.
Oldukça abartılı olacak biliyorum ama benim kişisel beklentim bizi yönetenlerin hiç değilse benim onda birim kadar duyarlı olup empati kurabilmeleri. Ucuz ekmek kuyruklarında saatlerce bekleyen, masraf olmasın diye evlerinde ısınamayan, mazotun pahalılığı yüzünden tarlalarında traktörlerini kullanamayan, çocuk maması ve çocuk bezleri çok pahalı olduğu için yavrularına istedikleri bakımı sağlayamayan, doğru dürüst beslenmek bir yana içi boş bir tostla öğününü geçirmeğe çalışan ve şu anda saysam sayfalar dolduracak zorluklar içinde yaşamakta olan pek çok insanımızın yerine kendilerini koyabilseler, görevlerini daha düzgün yapabilirler. Tüm çalışanların aylık gelirlerini kendi gelirleri doğrultusunda ya da kendi gelirlerini onlarınkine göre ayarlasalar… Haklısınız, benim bu dileğim korkarım ki abesle iştigal.
(Bu konuyu “Bal Bal Tadın Gerek” adlı kitabımda da yakın bir pencereden irdelemiştim.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.