GÖÇMEN

GÖÇMEN

Çidem Ergüvenç’in yeni yazısı...

Ben göçmen bir ailenin çocuğuyum. Anne tarafım Selanikli, kent kökenli, anne dedem mücevherci. Babam Üsküplü, çiftlik çubuk sahibi bir ailenin çocuğu; baba dedem subay. Her iki ailenin de ekonomik durumları iyi. Belki başka bir yazımda irdeleyeceğim koşullar yüzünden, aynı dönemde, Türkiye’ye göç ediyorlar. Annem yedi, babam dokuz yaşında. Bugünkü dilimizde iki tarafın büyük babalarına farklı isimler veriliyor; birine büyük baba, öbürüne dede. Ben ikisini de tanımamış olduğum için her biri için “dede” tanımını yeğliyorum.

Aile başka ırklarla karışmış mı, bilemem ama her iki tarafın da fiziksel özellikleri, dış görünüşleri ve bazı karakteristikleri bir karışıklık olduğunu gösterse de baba tarafım kökeninin Konya’ya dayandığını bazı kanıtlara dayanarak iddia eder. Tabii bu köken asırlar önceye dayanıyor.

Türkiye’den göç eden o güzelim Rumlar, Yahudiler, bazı Ermeniler bizim kültürümüze ne büyük katkılarda bulunmuştur. Pek çoğunun kök saldıkları bu topraklardan göçmek zorunda kalmaları çok büyük bir haksızlık.

Tıpkı ilk gelen Suriyeliler gibi. Ülkelerindeki yaşanması neredeyse olanaksız koşullar yüzünden topraklarını terk etmek zorunda kalarak geldiler; amenna. Ama ardı arkası kesilmedi bu göçlerin. Bizden çok ülkemize sahip olmaya çalıştılar. Onları Afgan, Pakistanlı ve çeşitli Arap göçmenler izledi. Dağdaki geldi bağdakini kovdu. Kendi yurttaşlarının gereksinimlerine gözlerini kapatan devlet bu insanların hamisi kesildi. Bazı kent sokaklarında Türklere rastlamak için aranmak gerekiyor. Bu yerlerde çarşıda eski Türkçe yazılmış dükkân isimleri insanın kanına dokunuyor. Hoş nereye giderseniz gidin mağaza isimleri tek tük Türkçe; ya başta İngilizce olmak üzere yabancı dil ya da abuk sabuk özentiler, Simitchi, Börekchi gibi.

Zaruret yüzünden göç ettikleri varsayılan varlıklı göçmenler büyük kentlerin en itibarlı semtlerinde en pahalı dükkânlardan alış veriş yapıyor; lüks otellerin lobileri bunlarla dolu. En lüks semtlerde mal mülk alıyor. Türkiye işgal altında.

Kendi ülkenizde yabancılaşıyor olmanız sizi fazlasıyla üzüyor ve derdinizi derhal Marko Paşaya anlatıyorsunuz! Çare? Üç vakte kadar; umarım hiç değilse yakınlardaki bir üç vakittir.

Yıllar önce Pakistan Büyükelçiliğinde çalıştığım sıralarda bir gün işe giderken karşımızda bulunan Seymenler Parkında Pakistanlı göçmenlerin kümeleşerek oturduklarına tanık oldum ve birbirlerinin saçlarını taradığını hayretle gördüm. Sefarete girdiğimde bu insanların bünyemizden vize almak istediklerini sandığımı, ama neden birbirlerinin saçlarını taradığını anlayamadığımı söyleyince, bitlerini temizliyorlar yanıtını alınca çok üzülmüş, kim bilir ne koşullara taa Pakistan’dan buraya gelmişler ki yolda bitlenmişler diye düşünmüştüm; bizde kırsalda bit çok yaygındır dediklerinde bu kez de kızmıştım. İnsan çocuğu alır, ailesini alır, parası, pulu nesi varsa alır da bitini de alıp gelmez ki.

Bana çok acı gelen başka bir göçmen grubu da kendi ülkemizde kırsaldan kentlere göç etmeye imrendirilip buralara taşınanlardır. İlk kuşak gelenler hem köylerinin hasretini çektiler hem de beklentilerinin karşılanamayacağını gördüler. Şanslı ve torpilli olanlar kapıcılık buldu, kira ve diğer konutsal temel masraflardan kurtuldu. Eşleri temizlik işleri için evlerde çalışmağa başladı. Diğerleri gecekondulara yerleşti; teneke kutular içinde çiçeklerini büyüttü, bahçelerine soğan, maydanoz ekti, az da olsa köy havasını yaşatmaya çalıştı. Onların çocukları oldu, torunları oldu; onlar ne yazık ki bir kültür karmaşası içinde buldular kendilerini. Ne kentli olmuşlardı ne de köylü kalmışlardı. Sosyo- kültürel bir açmaza düştüler. Çoğu ilkokulu bitirip ya kendi özgür iradeleriyle ya da aile bütçesine katkıda bulunsun diye çalışmak üzere ortaokuldan eğitimlerine son verdiler. Kızlar evlerde, berber, terzi yanında çalışmağa başladı. Hem sanat öğreniyorlardı hem eve para getirdiler. Oğlanlar sanayide çırak olarak çalıştı. Böylece hepsi işverenlere sıfır masrafla hizmet ettiler. Daha acıklısı kız çocuklar küçük yaşta evlendirilip çocuk gelinler, çocuk anneler yaratıldı. Ailelerinin geleneklerine uygun olarak birçoğu aile içi şiddete maruz kaldı. Bir kısmı kentin onlara göre şaşaalı olan yaşantısına özenerek evden kaçtı, pek azı mutlu olurken çoğu yolunu bulmak için çırpındı durdu.

Aralarında ne cevherler vardı kim bilir. Bazıları kendi olanakları ve ana babalarının yanlarında çalıştığı insanların desteğiyle bu özelliklerini değerlendirip çok güzel okudu, başarılı insanlar olarak topluma karıştı. Ne acı ki devlet bu çocuklara karşı görevini yapamamıştı.

Bu insanlar adeta ayrı bir sınıf oluşturdu. Ait oldukları yer ne kentti ne de kırsal. Kabul etsek de etmesek de bir varoş sınıfı türedi; büyük kentlerde, birçok insan gibi mutlu-mutsuz yaşayıp gidiyorlar.

Bu konuda yazmak istediğim daha pek çok şey var. Belki başka bir yazımda…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler