Kerime Yıldız
HODRİ MEYDAN-SON / TAHLİYE OYUNUNA ÂLET OLAN “KULLANIŞLI APTALLAR”
Turgut Özal döneminde Türkiye’ye gelen Japon uzmanlardan biri, eğitim sistemimizdeki millî şuur eksikliğine dikkat çeker. “Peki siz ne yapıyorsunuz?” diye sorulunca çocukları, önce ileri teknoloji ürettikleri tesislere; sonra Hiroşima ve Nagazaki’ye götürdüklerini söyler. Amaç, düşmana fırsat verince başlarına neler geleceğini şoklayarak göstermektir.
Bizim bürokratlardan biri, “Ama bizim Hiroşimamız yok” deyince, “Çanakkaleniz var. Çanakkale’yi unutturmayın!” cevâbını verir.
20. asrı Türk asrı yapacak nesli kaybettiğimiz bir Çanakkalemiz var. Allaha şükür, unutmadık unutmayacağız!
Hodri Meydan yazı serimin sonuncusunu Çanakkale zaferinin sene-i devriyesine saklamamın mühim bir sebebi var. Bir Çanakkale muhibbi olarak Çanakkale şehidlerini tahfif edip unutturma cüretini gösteren şuursuzlara haddini bildirmeyi, millî bir vazîfe kabul ediyorum.
Önce başlıktaki “tahliye oyunu” ifâdesinin ne olduğunu açıklayayım. Çanakkale’yi işgale gelen haçlıların, 20 Aralık 1915’de yenilgiyi kabul edip geri çekilmesine tahliye deniyor. Tahliyenin anlamı nedir? Boşaltmak, boş duruma getirmek. Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Filistin topraklarının halksız gösterilmesi sürecini ve Theodor Herzl’in Altneuland romanının Yahudi işgâline meşrûiyet sağlamadaki rolünü yazdığı 17 Aralık 2017 târihli köşe yazısında, çok mühim bir konuya temas etti:
“Lloyd George da Birinci Dünya Harbi sonrasında Küçük Asya kıyılarına yeniden Antik Yunan ve Romalıların torunlarını yerleştireceğini söylerken bölgede çoğunluğu oluşturan Türk nüfusun buna itiraz etmeye hakkı olmadığını varsayıyordu.”
Küçük Asya kıyılarına Antik Yunan ve Romalıların torunlarının yerleşmesi için buraların boş olduğu, yâni halksız olduğu algısının oluşturulması gerekiyordu. İşte tahliye kelimesi, bu algıya hizmet eden bir kelimeydi. Lloyd George, Lozan’da ne yaptığını iyi biliyordu. TBMM’ndeki Lozan tartışmaları esnâsında “Maksadları başkadır. Birgün, bu memleketi ölülerle bile istilâyı düşüneceklerdir!” diyen Niğde mebusu Hâzım Bey de onun ne yaptığını iyi biliyordu.
Lozan’da yabancılara verilen Çanakkale toprakları için, “Ama egemenlik hakkı bizde” diyerek itiraz edenler var. Doğru ama eğer kurgulanan tahliye oyunu tutsaydı bunun bir anlamı kalmayacaktı. Algılanan neyse o olacaktı. 1925 yılında Avustralya’da yapılan “tahliye” isimli heykelde, Anzak askerinin, Türk bayrağı ve Türk askerinin kafatası üzerinde oturuyor olması, tesâdüf olamaz.
İngiliz romancı Ernest Reymond’un 1922’de yazdığı Çanakkale romanından 1931’de sinemaya uyarlanan ve Çanakkale’de ölen İngiliz gençlerine ağıt yakan “Tell England” filminin son sahnesinde bir mezarın üzerindeki haçta şöyle yazmaktadır:
"Tell England ye who pass this monument, that we died for her and here we rest content."
Tıpkı Termofil’deki kitâbede Sparta askerinin, oradan geçen yolcuya seslenip, “Ey yolcu! Burada Sparta için öldüğümüzü ve beklediğimizi git, Sparta’ya anlat!” dediği gibi, Çanakkale’de ölen İngiliz askeri de oradan geçen yolcuya, yâni mezarını ziyârete gelen torunlarına seslenerek, “İngiltere için öldüklerini ve beklediklerini” İngiltere’ye anlatmasını istiyordu. Böylece Çanakkale Savaşı’nın Termofil Savaşı’nın devâmı olduğuna da dikkat çekiliyordu.
Bir yandan bu filmle, Çanakkale’de ölen İngilizlerle empati kurulurken diğer yandan içimizdeki antik Yunan hayranları, Truva kardeşliği saçmalığı başlattılar. Fâtih İstanbul’u alınca, Mustafa Kemal İstiklâl Harbi’ni kazanınca, “Truva’nın intikamını aldım.” demişlermiş. Avrupa’daki antik Yunan hayranlığını iyi tahlil eden Yahya Kemal ve Mükrimin Halil gibi münevverleri güldüren bu tez, Türk târihini çok iyi bilen Nihal Atsız ve sekiz arkadaşının 1933’de Çanakkale’ye yürümesiyle çürüdü. Türk Milleti, Çanakkale’ye sâhip çıktı. Bu yürüyüş, her sene büyüdü ve nihâyet milletin de desteğiyle 1960’da Hürriyet Âbidesi dikildi. Bir şey daha yapıldı. Üsteğmen Turan Şekip Pınar’ın gayretiyle Boğaz’ın sırtlarına Necmeddin H. Onan’ın şu dizeleri yazıldı:
“Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir”
Ne diyordu şiirin devâmında Şâir ne diyordu?
“Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklâl uğrunda, nâmus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir”
Antik Yunan hayranlarına, 300 Spartalı’ya öykünenlere, bundan daha iyi bir cevap verilemezdi.
Bitti mi? Elbette hayır!
Çanakkale zaferinin 100. yılı yaklaşırken oyun, tekrar sahneye kondu. Önce Can Dündar ve Tolga Örnek’in çektiği belgesellerde Anzaklarla empati kuruldu. Sinan Çetin’in 2012’de çektiği “Çanakkale Çocukları” da bu algıya hizmet ediyordu. Ev sâhibi ile işgalci arasında fark yoktu. Sanki boş bir kara parçası için savaşılıyordu.
Sinemada hâl böyleyken Gülen cemaatinin yayın organı Taraf gazetesinde yazan Hilâl Kaplan, Çanakkale zamanı geldiğinde şehidleri anmak şöyle dursun, Erdoğan’ın Çanakkale konuşmasını eleştiriyor; masalsı anlatım ve ata fetişizminden bahsediyordu. (24 Mart 2010-Taraf)
İşin antik Yunan ayağı da devreye girdi. Millî şuuru şüphe götürmeyecek târihçi Erhan Afyoncu, İstanbul’un fethini konu alan kitabına, “Truva’nın İntikamı” adını koydu. Yâni Türklerle Truvalıların akraba olduğu tezi, tekrar devreye girdi. Fâtih, elin karısı Helen’i kaçıran Paris’in yolundan giden romantik bir aptal mı? Koskoca Türk târihinde misâfir olduğu ülkenin sarayından kralın karısını kaçıran bir şehzâde var mı ki Truvalılarla akraba olalım?
Daha evvel de yazdım. Elin oğlu içimizdeki şöhret meraklılarını tespit edip kullanmakta çok başarılı. Başörtülü bir yazara, “Yaz Prenses!” dersin coşturursun. Milliyetçi bir târihçiye, “Yaz oğlum!” dersin durduramazsın.
Peki ya şimdi? Bu yazarların aklı başına geldi. Çanakkale’ye “masalsı” diyen, 57. Alay yazıları döşüyor; diğeri, Fâtih’in aldığı intikamdan vazgeçti.
Peki oyun bitti mi? Bitmedi bitmeyecek.
2018’i Troya yılı ilân eden devletlülere, “Çanakkale’nin adı değişsin Truva olsun” diyen antik Yunan hayranlarına (Ertuğrul Özkök-Hürriyet), “Boğaz sırtlarındaki o dizeler kaldırılsın” diyen târih câhillerine (Hüseyin Öztürk-Yeni Akit) rağmen Türk Milleti, Çanakkale’ye yürüyecek!
……
Yazımın başlığındaki “kullanışlı aptallar” ifâdesini açıklayayım.
Sabah yazarı Hilâl Kaplan, AK Parti- cemaat kavgası başlayınca Taraf yazarı olduğundan hiç bahsetmedi. Geçmişini silmek istedikçe önüne geldi. Hodri Meydan videosunu doldurduktan bir buçuk ay sonra telefonla bağlandığı bir tartışma programında söyledikleri yüzünden bir kez daha sert biçimde geçmişi deşildi. Taraf yazarı olduğunu, mecbûren yarım ağızla itiraf etti.
Bunun üzerine Star yazarı Halime Kökçe, Kaplan’ı şöyle savundu:
“FETÖ’nün bu şekilde hizmet aldığı kişiler iki gruptu. Biri ‘kullanışlı aptallar’ tabir edilen, neye âlet olduğu ve kimin için çalıştığını bilmeden FETÖ’nün değirmenine su taşıyanlar. FETÖ’nün yayın organı olduğu sonradan anlaşılan Taraf gazetesi çalışanlarının bir kısmının bu kategoride olduğunu biliyoruz.” (1 Şubat 2021-Star)
Ne savunma ama! Bir de, “Ben de öyleydim. Oradan biliyorum.” dese çok rahatlayacak, özgür olacak ama yapamıyor.
Demek ki neymiş? Ahmet Davutoğlu’na “Hodri Meydan!” diyen Hilâl Kaplan, neye âlet olduğunu bilmeyen kullanışlı aptalmış. Ben demiyorum, Halime Kökçe diyor.
Dolayısıyla ehliyeti olmayanın meydan okumasının bir hükmü yoktur.
Nitekim olmadı da!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.