Çidem Ayözger Ergüvenç
Hoşgörü
Kanımca insan ilişkilerinde sevgi şart olmayabilir ama saygı ve illâki hoşgörünün çok önemli olduğunu düşünürüm. Sevgi ilişkiyi sıcacık kılar ancak herkes herkesi sevmek zorunda değildir ama bir ilişkiniz varsa saygı bunun zorunlu uzantısıdır. Hoşgörü ise karşılıklı yumuşaklık getirir.
Birkaç gün önce denize girdiğimiz iskelede on, on bir yaşlarında çok şeker bir erkek çocuk balık tutmaya hazırlanıyordu. Yanımdaki arkadaşım orada balık tutmamasının gerektiğini söyledi. Çocuk tamam dedikten sonra beş adım öteye gidip işine devam edince bu kez ben ricacı oldum. Yasak olmadığını söyleyince, orada balık yemleri olursa arıların geldiğini ve bizlerin bunu istemediğimizi belirttim; ardından da yasak olup olmadığını bilmiyorum, ama istersen muhtara telefon edip sorabilirim dedim. Bunun üzerine çocuk toparlanmaya başlayınca teşekkür edip sohbet etmeğe başladım. Konuşmamız sonunda kendisine tekrar teşekkür edip yeni ders yılında başarılar diledim. Dostça ayrıldık.
Öğleden sonra sitemizin lokalinde kanasta oynarken bölgemiz jandarma komutanı, iki jandarma daha ve köyden bir komşumuz beni dışarı çağırdı. Bir anlam veremedim ama çıktım. Masaya oturduk, jandarma komutanı bir çocuğu korkuttuğumu, ayrıca duşa girdiğinde oradan kovduğumu söyleyip ailenin benim hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Ciddi olarak tanımlanacak bir arı alerjim vardır o nedenle suyun etrafında olan arılar yüzünden duşlara asla yanaşamadığımı, küçük bir çocukla iskelede konuştuğumuzu ama ortada korkutmak gibi bir durumun olmadığını söyledim. Dediklerimi doğrulayacak tanıklarımın da gerekirse sevinerek ifade verebileceklerini belirterek savcılığa vermekte özgür olduklarını ekledim. Jandarmaya sorduğumda da şikâyetçi ailenin köyümüzde oturan bir doktor ve ailesi olduğunu öğrendim. Böyle bir doktor tanımıyorum, hiç görüşmüşlüğümüz yok ama yine de telefon numarasını alıp kendisinin yanlış bilgilendirilmiş olduğunu söylemek için aradım. Bırakın dinlemeyi telefonu suratıma kapattı! Genellikle sabırsız, pek de fazla düşünmeden, etki altında kalarak, önünü arkasını düşünmeden çabuk karar veren ve tepki gösteren insanlarız. Çoğu zaman işin aslını öğrenme çabasını ve uygarlığını göstermeden tepkimizi koyuveriyoruz. Empati, hoşgörü başka yerlerde dolaşıyor.
Eskiden böyle değildik ama yıllar içinde öfke, şiddet ve nefret toplumu haline dönüştük. Televizyon insanların bilinçaltıyla oynar, onların kafa yapılarını biçimlendirir. Ne acı ki Türkiye’de özellikle yandaş medyanın haber programlarında yıllardır öfke, nefret, ve saldırganlık telkin ediliyor. Öfke ilkel bir duygu, bir isteridir. Öfkelerini kontrol edemeyen insanlar önemli makamlara gelince topluma da bu duygu pompalıyor. Ne acı ki toplumsal bir isteri yaşıyoruz. Boşuna mı bu kadar kadın öldürülüyor? Kız çocuklara yöneltilen akıl almaz, sapık, vahşi tutum. Sonuçta birilerinin ortalara çıkıp bu durumun kadınlar ve kız çocukların fıtratında olduğunu söylerse hiç şaşmam. Zaten artık şaşırma yeteneğimi kaybettiğimi düşünüyorum ama her yeni olay beni yine de şaşırtabiliyor.
Eğitim yok ki; sporla enerji tüketimi kayıplara karıştı o yüzden insanlar çoğu zaman libidolarını kontrol edemiyor. Yetmiyormuş gibi suçsuzlar cezalanıyor, suçlular ortalarda fink atıyor. Çocuklar öldürülüyor, katiller kollanıyor.
Hayvanların bu ülkede uğradıkları zulüm de onların fıtratında olsa gerek. Suret-i haktan olma kisvesine bürünüp sokak hayvanlarıyla en gaddarca savaşımlarla hayvan düşmanlığı pompalanıyor. Birine kızdığımız zaman “hayvanlık etme” yerine “lütfen biraz olsun hayvanlık etmeğe çalış” diye uyarmalıyız. Sırf bağnaz çıkarları için hemcinslerine saldıran bir hayvan görmedim. Ya açtır ya da çok korkmuş. İnsanı, hayvanı, doğayı sevmek kavramı bilinçli olarak örseleniyor. Ah bu fıtrat, nelere kadirsin. Türkiye’de sıkıştığında bu yelpaze altına sığınan kafalar çoğaldıkça ne çok yaratığın fıtratı aynılaşıyor…
Boşuna mı okullarda müfredat giderek korkunçlaştırılıyor. Gençlerin, çocukların özgürce düşünme, kendi kararlarını verme, sağduyulu olma ve mantık yürütme yetilerini onlardan esirgeyen bir eğitim düzeni yerleşmiş durumda.
İşte, siyasal yatırım gezilerinde yoksulluktan kırılanların başına lütuf yapar gibi atılan ve ne acı ki kendilerinin emekle yetiştirdikleri çaylara tepki vermek bir yana alkış tutan bir toplum, otobüse şortla binen kızlara saldırıyor. Eh, vapurdan inen kızları pencereden gizli gizli izlemek gururla ifade edilen bir durum haline gelince ne bekliyoruz ki.
Daha ne kadar da çok şey var…
“Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara maderini” diye umut edelim. Ancak kurtaracak kişiler, örgütler, kurumlar nerede? Bu konuya bir yanıt arıyorum
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.