Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

“ÎCÂBINDA…..” / ŞIK GÜÇ

İsmi bende kalsın, eski bakanlardan biri göreve başladığında fikren yakınlığı olan bir grup akademisyen hanım, “hayırlı olsun” demek için eşine misâfir olmuşlar. Hoşbeşden sonra içlerinden birisi, boş bulunup, “Sizin uzmanlık alanınız nedir?” demiş. Bakan beyin eşi, başlamış saymaya:
“Îcâbında târih bilirim. Îcâbında edebiyat bilirim. Îcâbında matematik bilirim. Îcâbında felsefe bilirim…”

Bunu, öyle bir tavırla söylemiş ki misâfirler, “Yâni?” diyememişler. Kimin haddine bakanın lise mezunu eşini bozmak?

Mezkûr hanım, eşinin bakanlığı esnâsında öyle sıkıntılar çıkardı ki bir gezi esnâsında görevlilere, “Ben filancanın eşiyim. Ne diyorsam yapacaksınız!” tâlimatını vermesi üzerine nihâyet dönemin başbakanının eşi tarafından uyarıldı. Hattâ eşine şikâyet edildi. Mesele, boşanmaya kadar gitti. 

Bir örnek daha vereyim. 

Eşinin seçim çalışmalarına katılarak bol bol nutuk atan bir vekil eşiyle karşılaşmıştım. Ev hanımıydı ve yüksek tahsili yoktu. Kendisini vekil zannediyordu desem abartmış olmam. Bu vekil, daha sonra rektör oldu. Rektör olduğu üniversitedeki akademisyenlerin hâlini düşünebiliyor musunuz? Sizce kim, kime itaat edecek? Profesörler, rektörün eşine mi yoksa rektörün eşi, profesörlere mi?

İki gün evvel, önceki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un, “Gel de gör gününü!” der gibi gülümsediği devir teslim töreninde konuşan yeni Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, eşinin ve çocuklarının adını tek tek sayarak âilesine teşekkür edince, “Başka söze gerek yok. Benim için kâfi!” dedim. Açıkçası çok garibime gitti. Okul müdiresi arkadaşım, “Bu neydi ya?” demese ve Bakan’ın bu teşekkürü basında yer alsa garipliğin bende olduğunu zannedecektim. Nitekim, “Bakandan eşine teşekkür” haberi gören olmadı.

Bu tepkime şaşıran bir büyüğüme, “Eş durumundan makam sâhibi olan başörtülü ev hanımlarına tahammülüm bitti.” dedim. 

Ev hanımlarına tahammülümün bitmesini, yukarıda anlattığım “îcâbında” meselesinde özetledim. Bir uzmanlığı olmayan hanımların, eşlerini temsil ederken her şey olmaları, hem kendilerine hem bize eziyet.

Başörtü kısmına gelince…

Şu an en tepeden başlayarak bürokraside yer alan imam-hatipliler evlenirken genellikle başörtülü ve mümkünse okumamış hanımlar tercih ettiler. Niye? Evinin hanımı olsun, çocuklarıyla ilgilensinler ve tabi fazla göz önünde olmasınlar diye. Muhtemelen imam-hatipli olan Özer de böyle bir tercih yaptı. Eşi Nebahat Hanım, mutlaka iyi bir anne ve eş olmuştur.

Yıllarca eşlerin tercihine binâen evde olan hanımların, şimdi yine eşlerinin tercihiyle her yerde olmaları, benim kutsayacağım bir durum değil. Ayrıca, karşılaştığım zaman, “Bu hanım kim?” sorusu yerine, “Bu hanım kimin eşi?” sorusunu sorduruyorlarsa sorun bende de değil.

Eş durumundan kamusal alana çıkmanın ağırlığı altında ezilmemek, yüksek ökçeler ve şık kıyâfetlerle olmuyor maalesef. Özgeçmişlere afilli hobiler, aslı olmayan mezûniyetler eklenerek de olmuyor. 

Kırklı ellili yaşlarına kadar kamusal alandan uzak duran hanımların, bu yaşta ve bu alanda eş durumundan ele geçirdikleri gücü kontrol etmek, artık eşlerinin bile yapabileceği bir şey değil.

İster okuyup meslek sâhibi olarak isterse eş durumundan her yere sokmayı başardığımız başörtüsü, tevâzunun ve münevverliğin simgesi olamadı maalesef. Tepeden aşağıya doğru şık bir güç hâline geldi. Mazbutluk ve liyâkat, ikinci planda kaldı. 

Bir tarafta, ev hanımlığından eşinin görevine terfi eden ve yüksek ökçelerle eşinin boyuna yetişmeye çalışan başörtülüler; diğer tarafta, eşine sorulan sorulara bile kendisi cevap vererek “erkeğin adı yok” dedirten ama âileyi kurtarmak için kitap yazan antifeminist(!) başörtülüler.. 

Ah âile vah âile!

Her iki durum da doz aşımı. Bu evrimi görmeyip de başını açanın evrimine kafayı takan dindarların, “Âile bitiyor!” diye feryat etmesine inanalım mı?

 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.