İklim Adaleti ve Tekrar Chemtrails Konusu

İklim Adaleti ve Tekrar Chemtrails Konusu

25.12.2025 tarihinde Avrupa Hukuk Öğrencileri Birliği’nin “the European Law Students Association, ELSA” bir webinarına katılacak olmamızdır.

Prof. Dr. Mustafa TÖZÜN

**

Bu yazımızda önce “İklim Adaleti” konusunu ele alacağız. Ardından, küresel iklim değişikliği konusunun iklim modifikasyonu ve jeomühendislik ile ilişkisi nedeniyle bugüne kadar İklim Adaleti konusunda literatürde yazılanların ötesinde bir şeyler yapılması gerektiğini de vurgulamak için, daha önceki yazılarımızda ele aldığımız Chemtrails konusunu tekrar hatırlatacağız.

Konuyu ele almamızın vesilesi 25.12.2025 tarihinde Avrupa Hukuk Öğrencileri Birliği’nin “the European Law Students Association, ELSA” bir webinarına katılacak olmamızdır. Ardından bu konuyu gündemde tutacak bilimsel etkinliklere katılımlarımız sürecek. Neden mi önemli bir konu? Yazımızda bu soruya cevap bulacaksınız umarım.

İklim Adaleti Konusunun Önemi:

İklim adaleti, iklim değişikliğinin etkilerinin özellikle kırılgan topluluklar üzerinde eşitsiz şekilde hissedildiğine dikkat çeker. IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporları risklerin eşit dağılmadığını vurgular; bu nedenle savunmasız grupların seslerinin müzakerelerde duyulması önemlidir. Okyanus asitlenmesi, ekolojik bozulma, tarımda düşüş ve göç gibi olumsuz sonuçlar, düşük gelirli ülkeleri daha çok etkilemektedir. Azaltım ve adaptasyon politikaları, karbon emisyonlarını azaltarak ve dayanıklılığı artırarak adil çözümler geliştirir.

Uluslararası tartışmalarda, gelişmiş ülkelerin tarihsel sorumluluğu ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hakkı eleştirilmektedir. İklim krizinde zengin ülkelerin düşük finansal katkıları ve yüksek emisyon oranları, yoksul kesimleri daha kırılgan yapmaktadır. Ekolojik adalet ise kaynakların adil paylaşımını ve herkesin sağlıklı bir çevreye erişim hakkını savunur. Gezegenin sınırlarının aşılması, küresel eşitsizlikleri ve sürdürülebilirliği tehdit etmektedir.

İklim Adaleti Hareketleri ve Politikalar:

İklim adaleti hareketleri, iklim krizinin dezavantajlı gruplara etkisine dikkat çekerken zengin ülkelerden mali destek, daha az tüketim ve yenilenebilir enerjiye yatırım talep ediyor. Taraflar Konferansı (COP) gibi uluslararası platformlarda iş birliği ve adalet odaklı çözümler geliştirilmeye çalışılıyor.

Paris Anlaşması'nın İklim Adaleti Perspektifinden Değerlendirilmesi:

Paris Anlaşması'nın Retorik ve Pratik Yetersizlikleri:

Paris Anlaşması, insan hakları, kırılgan ülkeler ve iklim adaleti kavramlarına retorik düzeyde yer vermekle birlikte, somut ve bağlayıcı adalet politikaları geliştirmekte yetersiz kalmıştır. Anlaşmanın zayıflıkları, gönüllülük esasına dayanan yapısı ve tarihsel sorumlulukları göz ardı etmesiyle belirginleşmektedir. Kayıp ve zarar mekanizması yasal bağlayıcılıktan yoksun olup, tazminat talepleri reddedilmektedir. Karar alma süreçlerinde adil temsil ve katılım sağlanması konusunda somut garanti bulunmamaktadır; müzakerelerde güç dengeleri kırılgan ülkelerin sesini kısıtlamaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ve ısı artışının 2ºC altında tutulması hedefi nesiller arası adalet açısından olumlu görülse de ulusal katkıların yetersizliği hedefe ulaşmayı zorlaştırmaktadır. İnsan hakları ve kalkınma hakkı kavramları önsözde yer almakla birlikte, bağlayıcılık ve kapsam açısından sınırlıdır. Genel olarak Paris Anlaşması, iklim adaleti taleplerini retorik düzeyde karşılamakta, pratikte ise zayıf ve gönüllü bir mekanizma sunmaktadır.

Dağıtıcı Adalet Yaklaşımı:

Anlaşma, emisyon haklarının kişi başına dağılımı veya tarihsel sorumluluklar temelinde yük paylaşımını içermemektedir. Azaltım sorumluluğu, "ortak ancak farklılaşmış sorumluluk" ve "ulusal koşullar" ilkeleri ışığında gönüllülük esasına dayanmaktadır. Kirleten öder ilkesi ve tarihsel sorumluluk yaklaşımı, anlaşma metninde yer almamakta; bu da gelişmiş ülkelerin sorumluluğunu belirsizleştirmektedir.

Telafi Edici/Düzeltici Adalet:

Paris Anlaşması'nın 7. ve 9. maddeleri, gelişmekte olan ülkelere adaptasyon ve finansal destek sağlanmasını öngörmektedir. Yeşil İklim Fonu gibi araçlarla finansman hedeflenirken, fonların etkinliği ve desteklerin paylaşımı hâlâ belirsizdir. Anlaşma, ormansızlaşmaya karşı emisyon azaltımını ve yeni piyasa mekanizmaları kurmayı amaçlar; ancak bu yaklaşımlar, çevresel ve sosyal adalet açısından eleştirilmektedir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve savunmasız grupların korunmasına dair somut düzenlemeler ise eksiktir.

Cezalandırıcı Adalet:

Paris Anlaşması, Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizması'nı temel alır ve bu mekanizmanın işleyişini destekler. Anlaşmanın 8. maddesi, iklim değişikliğine bağlı kayıp ve zararlarla ilgili iş birliği ve destek artışını öngörür.

Prosedürel Adalet:

İklim müzakereleri, devletlerin ulusal çıkarları ve güç dengeleri çerçevesinde şekillenmekte, bu durum adil ve kapsayıcı karar alma mekanizmalarının oluşmasını zorlaştırmaktadır. Kırılgan ülkeler ve topluluklar, müzakerelerde ekonomik ve siyasi güç eksikliği nedeniyle karar süreçlerine etkin şekilde katılamamakta ve seslerini yeterince duyuramamaktadır. Paris Anlaşması sürecinde de güçlü devletlerin etkisi belirleyici olmuş, karar alma süreçlerinde zayıf ve kırılgan tarafların taleplerinin geri planda kalmasına neden olmuştur.

Ekolojik Adalet:

Anlaşmanın önsözünde okyanuslar da dahil tüm ekosistemlerin bütünlüğünün korunmasına ve Toprak Ana kavramına atıfta bulunulmuştur. Bu ifadeler ekolojik adaletin temelini oluşturan doğanın hakları ve insan-doğa ilişkisi perspektifine dikkat çekmektedir. Ancak metinde ekolojik adalet taleplerini karşılayacak somut ve bağlayıcı hükümler yer almamaktadır.

Nesiller Arası Adalet:

Anlaşma, küresel ortalama sıcaklık artışını 2ºC'nin çok altında tutmayı ve 1,5ºC'ye yaklaşmayı hedeflemektedir, bu da gelecek nesillerin yaşam hakkının korunması açısından kritik öneme sahiptir. Sürdürülebilir kalkınma ve düşük karbonlu büyüme vurgusu, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılmasıyla beraber ekonomik gelişmenin de devam ettirilmesine odaklanmaktadır. Bu hedefler, iklim adaletinin nesiller arası boyutunda, gelecek nesillerin yaşanabilir bir dünya bırakma talebini yansıtmaktadır. Ancak, ulusal katkı beyanları ve mevcut politikalar, hedeflenen ısı artışının çok üzerinde kalmakta ve bu da iklim adaletinin taleplerinin tam karşılanmadığını göstermektedir. Nesiller arası adaletin sağlanması için uluslararası iş birliği, kararlı politikalar ve güncel hedeflerin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

İnsan Hakları:

Anlaşmanın önsözünde insan hakları, sağlık hakkı, yerli halkların hakları, çocukların, engellilerin ve hassas grupların hakları gibi geniş bir yelpazede haklara vurgu yapılmaktadır. Aynı hükümde cinsiyetler arası eşitlik, kadınların güçlendirilmesi ve kuşaklar arası adalet de insan hakları kapsamında belirtilmiştir. Bu hüküm, Anlaşma metninin bağlayıcı olmayan önsöz bölümünde yer almakta, dolayısıyla hukuki bağlayıcılığı sınırlıdır.

Kalkınma Hakkı:

Anlaşmanın önsözünde kalkınma hakkı vurgulanmakta, yoksullukla mücadele ve sürdürülebilir kalkınma sıklıkla dile getirilmektedir. Ancak emisyon hakkı, yani gelişmekte olan ülkelerin kalkınma için atmosfer alanında yer açılması ve gelişmiş ülkelerin bu konuda ekolojik borçlarını ödemesi talepleri Anlaşma metninde yer almamaktadır.

Hukuki Boyut:

Paris Anlaşması, taraflar için hukuki bağlayıcılığı olan bir düzenlemedir ancak emisyon azaltımına ilişkin somut ve zorunlu yükümlülük getirmemektedir. Azaltım hedefleri taraflarca ulusal koşullar göz önünde bulundurularak gönüllü olarak belirlenmekte olup, zorunlu azaltım oranları veya yaptırımlar Anlaşmada yer almamaktadır. Şeffaflık Mekanizması (Madde 13), tarafların emisyon azaltımı ve adaptasyon çabalarını raporlamasını ve teknik incelemeye tabi tutmasını öngörür; ancak bu mekanizma zorlayıcı veya cezalandırıcı değildir. Şeffaflık Mekanizması'nın işleyişi, tarafların ulusal egemenliklerine saygı gösterilerek ve tarafların üzerinde aşırı yük oluşturmayacak şekilde tasarlanmıştır. Uyuşmazlıkların çözümü için Anlaşma, barışçıl yolları benimsemekte ancak yaptırım gücü yüksek bir uygulama mekanizması sunmamaktadır. Anlaşmanın bu hukuki yapısı, iklim değişikliğiyle mücadelede etkin yükümlülüklerin yerine getirilmesini sınırlamakta ve kırılgan ülkelerin haklarının korunmasını zayıflatmaktadır.

İklim Adaleti, Sınırlar ve İklim Göçü:

İklim değişikliği; seller, fırtınalar, kasırgalar, kuraklık ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi afetlerin artmasına yol açmakta, bu durum tarımda verimsizlik ve su kaynaklarında azalma gibi sorunlara neden olmaktadır. Özellikle ada ve kıyı ülkelerinde yaşanmazlık tehdidi doğarken, göçler hem ülke içinde hem de uluslararası alanda artış göstermekte, sosyal ve siyasi kriz riskleri yaratmaktadır. Gelişmiş ülkeler sınırlarını güçlendirirken, iklim göçmenlerinin korunması uluslararası hukukta henüz netleşmemiştir. İklim göçmenleri için evrensel bir statü ve koruma mekanizması bulunmamaktadır; bazı ülkeler geçici çözümler sunsa da bunlar sınırlı kapsamlıdır. Ani gelişen afetler hızlı, zorunlu göçe yol açarken; yavaş gelişen afetler ise insanları zamanla yaşanabilir alanlardan uzaklaştırmakta ve kırılgan topluluklar oluşturmaktadır. İklim değişikliğinin etkisiyle oluşan göçler ekonomik, sosyal ve hukuki sorunlara yol açarken, uluslararası insani yardım ve yeni göç politikalarına ihtiyaç artmaktadır.

Sınır Güvenliği ve İklim Değişikliği:

Devletler, iklim kaynaklı göçü kontrol altına almak amacıyla sınırlarını daha sıkı ve militarize bir yapıya dönüştürmektedir. Bu süreçte, iklim krizinden en çok sorumlu olan gelişmiş ülkeler, göçü engellemek için sınır güvenliği yatırımlarını önemli ölçüde artırmaktadır. Ancak, bu politikalar hayata geçirilirken göçmenlerin güvenlik ve insan hakları çoğu zaman geri planda kalmakta; göçmenlerin karşılaştığı insani zorluklar sınır güvenliği önlemlerinin gölgesinde kalmaktadır. Bu durum, uluslararası iklim adaleti tartışmalarında sınırların rolü ve sorumluluklarının daha fazla sorgulanmasına yol açmaktadır.

2013-2018 yılları arasında, sera gazı emisyonlarının %48’inden sorumlu olan yedi ülkenin, sınır ve göçmenlik uygulamalarına önemli ölçüde yatırım yaptığı görülmektedir. Bu yatırımlar; sınır duvarları inşası, gelişmiş teknolojik gözetim sistemleri ve askeri kapasite artırımları gibi uygulamaları içermektedir. Ancak bu tür yatırımlar, iklim göçmenlerinin daha ölümcül ve tehlikeli güzergâhları tercih etmesine yol açmakta; askeri ve güvenlik odaklı yaklaşımlar, iklim krizine bütüncül ve adil çözümler geliştirilmesini engellemektedir.

İklim değişikliğinden en az sorumlu olan ülkelerin ve toplulukların, bu krizden en çok etkilenenler olması ise iklim adaleti açısından büyük bir haksızlığa işaret etmektedir. Sınır güvenliği politikalarının temel amacı göçmenleri uzak tutmak olduğunda, bu adaletsizlik daha da derinleşmektedir. Uluslararası toplumun, iklim göçü konusunda kapsamlı ve adil koruma mekanizmaları geliştirmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

İklim Adaleti ve Çocuk Hakları:

Devletler, uluslararası ve ulusal hukuk kapsamında çocukların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden korunmasını sağlamakla yükümlüdür. İklim değişikliği; çocuklarda sağlık sorunlarını, bulaşıcı hastalık riskini ve psikolojik sıkıntıları artırmaktadır. Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerdeki çocuklar daha savunmasızdır. Etkili mücadele için çocuk haklarının korunması gereklidir.

İklim değişikliğine bağlı afetler, okulların kapanmasına ve çocukların eğitimden kopmasına yol açmaktadır. Özellikle kırsal bölgelerde aile gelirlerinin düşmesi, çocuk işçiliği ve kayıt oranlarında azalmaya neden olurken, kız çocukları daha yüksek risk altındadır. Afetler hem eğitimi aksatmakta hem de çocukların psikolojik durumunu olumsuz etkilemektedir. Çocuklar ailelerinden ayrılabilir, özel ihtiyaçlara erişimde sıkıntı yaşayabilir ve psikososyal desteğe ihtiyaç duyabilirler. Bu nedenle afet planları çocukların yaş, gelişim ve güvenliğine odaklanmalı; eğitim haklarının korunması amacıyla destek programları hazırlanmalıdır.

Greta Thunberg ve birçok genç, hükümetlerin iklim kriziyle yeterince mücadele etmediği gerekçesiyle uluslararası platformlarda hak aramaktadır. BM Çocuk Hakları Komitesi ve AİHM'e yapılan başvurularda, devletlerin sera gazı emisyonlarını azaltma sorumluluğunu yerine getirmemesi çocuk haklarının ihlali olarak öne çıkmaktadır.

Ulusal ve Uluslararası İklim Politikalarında Etik ve Hak Temelli Yaklaşımlar:

Hak temelli yaklaşımlar, insan haklarını ve savunmasız grupları merkeze koyarak daha kapsayıcı çözümler önerir ancak uygulamada kaynak ve işbirliği eksikliği gibi engellerle karşılaşılır.

Etik İlkeler:

*Eşitlik: Herkesin temiz hava ve çevreye eşit hakkı vardır, kaynaklar adil paylaşılmalı, emisyon izinleri kişi başına eşit dağıtılmalıdır.

*Sorumluluk: En çok zarara neden olanların çözümde öncelikli olması ve ekolojik zararların bedelini üstlenmesi gerekir.

Yoksul toplumların ihtiyaçları önceliklendirilmelidir ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için kuşaklararası adalet gözetilmelidir. Kapitalist sistemin kaynak kullanımı iklim krizine yol açmıştır; sürdürülebilirlik söylemleri sorunu çözmede yetersiz kalmaktadır. İklim adaleti, kapitalizmin sınırlarını aşmayı ve doğa-insan ilişkisini yeniden şekillendirecek dönüşümleri gerektirir.

İklim Adaleti ve Küresel Hareketler:

21 Eylül 2014'te New York'ta gerçekleşen 'Halkın İklim Yürüyüşü', iklim adaleti talebinin kitlesel bir ifadesidir. İklim adaleti, yüklerin eşit ve adil dağılımını savunurken, sosyal hareketler ve örgütler bu mücadeleye öncülük etmektedir. Bu talepler, mevcut ekonomik ve politik eşitsizliklere karşı yeni bir toplumsal düzen talebiyle birleşmektedir.

Ülke örnekler: Bolivya, sera gazı emisyonlarında derinlemesine kesintiler yapılmasını etik bir zorunluluk olarak görmektedir ve küresel sıcaklık artışının 2°C’nin üzerine çıkmasını kabul edilemez bulmaktadır. Japonya ise düşük tüketimli yaşam tarzını ön plana çıkararak, doğa ile uyumlu politikalar geliştirmekte ve Düşük Karbon Topluluğu politikası yürütmektedir. Güney Afrika ve Güney Kore gibi ülkeler, etik ilkeleri ulusal politikalarına dâhil etseler de uygulama aşamasında farklılıklar gözlenmektedir. Buna karşılık, ABD gibi bazı ülkeler etik ve adalet meselelerini ulusal iklim politikalarına yeterince yansıtmamaktadır. Avustralya ise etik liderliğin siyasi süreçte müzakereleri kolaylaştırmak için tek başına yeterli olmadığını savunmakta; çapraz parti desteği ve kamu taahhüdünün de büyük önem taşıdığını raporlamaktadır.

Küresel İklim Adaletinde Karşılaşılan Zorluklar:

Sanayileşmiş ülkelerin karbon emisyonlarını azaltmada yeterli taahhütlerde bulunmaktaki isteksizliği, küresel çabaların etkinliğini azaltmaktadır. Kapitalist ekonomik sistemin sürdürülebilirlikten uzak yapısı, çevresel krizlerin çözümünü engellemekte ve çıkar çatışmalarını derinleştirmektedir. Uluslararası müzakerelerde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki sorumluluk paylaşımı tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. Ayrıca, iklim politikalarının finansmanı ve adaptasyon desteği konusundaki belirsizlikler, savunmasız ülkelerin korunmasını zorlaştırmaktadır. Politik liderlerin kısa vadeli çıkarları, uzun vadeli iklim adaleti hedeflerine ulaşmayı zorlaştırmaktadır.

İklim adaleti tartışmaları çoğunlukla devlet odaklı bir yaklaşım ile sınırlandırılmaktadır. Ancak, ulusal sınırlar iklim değişikliğinin küresel ve sınır tanımayan doğasıyla çelişmektedir. Devletlerarası müzakerelerde ise zaman zaman yükümlülüklerin tam olarak yerine getirilmemesi önemli sorunlara yol açmaktadır. Tek taraflı taahhütlerin eksikliği, uluslararası iş birliğini ve karşılıklı güveni zedelemektedir. Bu nedenle, yerel ve bireysel düzeyde adaletin sağlanabilmesi için ulus devletlerin dışında alternatif mekanizmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Eko-Kıyımın Hukuki Boyutu:

Eko-kıyım kavramı, doğanın ve insanlığın karşı karşıya kaldığı bu tehdidin hukuki bir çerçevede değerlendirilmesini ve yaptırımların uygulanmasını gündeme getirmektedir. Çevresel yıkımın insanlık ve gezegen üzerinde geri dönüşü zor zararlar doğurması, iklim değişikliğinin sadece çevresel değil aynı zamanda temel insan haklarının ihlali anlamına gelmesine yol açmaktadır. Uluslararası hukukta eko-kıyımın barışa karşı işlenmiş bir suç olarak tanımlanmasının gerekliliği tartışılmakta olup, bu durum devletlerin iklim değişikliğiyle mücadelede sorumluluklarını artırmaktadır. Eko-kıyımın kabulü, iklim değişikliğiyle ilgili eylemsizliklere karşı yaptırımların uygulanmasını sağlayarak hak ihlallerinin önlenmesine katkı sunabilir.

İklim Adaletinin Uygulama Düzeyleri: Makro, Mezo ve Mikro

Makro Seviye: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) ve Paris Anlaşması gibi küresel anlaşmalar, iklim adaletinin temel çerçevesini oluşturur. Sanayileşmiş ülkelerin tarihsel sorumluluklarını kabul etmesi ve gelişmekte olan ülkelere finansal destek sağlaması beklenmektedir.

Mezo Seviye: Ulusal iklim politikaları, küresel hedeflerle uyumlu şekilde yerel koşullara uyarlanır. Etik ve adalet ilkeleri ulusal programlara entegre edilerek kırılgan grupların korunması sağlanır.

Mikro Seviye: Yerel yönetimler ve topluluklar, iklim adaletinin somut biçimde hayata geçirildiği alanlardır. Toplulukların iklim değişikliğine uyum kapasiteleri artırılır, yerel bilgi ve kültürler süreçlere dâhil edilir.

Sonuç ve Yeni Toplumsal Düzen:

İklim değişikliği, küresel sosyo-ekonomik yapıyı etkileyen büyük bir tehdit olup; insanın doğayı kontrol etme çabası, ekolojik krizin temel nedenidir. Ekolojik kriz, insanlığın kendi varlığına yönelik bir tehlike teşkil ederken, iklim adaleti çevresel, sosyal ve politik boyutlarıyla adil paylaşım ve hak temelli yaklaşımları gerektirir. Doğayla ilişkinin sürdürülebilir biçimde yeniden kurulması toplumsal barış ve eşitlik açısından da önemlidir. İklim adaleti mücadelesi, ancak küresel iş birliği ve yerel hareketlerin bütünleşmesiyle başarıya ulaşabilir.

Bitirirken; Küresel Isınma ve İklim Değişikliğini kabul ederek bu konuyu ele aldığımızı söylemeliyiz.

Tekrar İklim Modifikasyonu ve Chemtrails Konusu!

Emperyalist sistemin iklimi bir silah haline getirdiğini ve iklimi kontrol edebileceği teknolojilere sahip olduğu bilgisiyle konuyu ele aldığımızda, İklim Adaletinin belki de en baştan ele alınması gerekecektir:

Daha önceki yazılarımıza geri dönerek, günümüzde Türkiye için bir tehdit olan Chemtrails (Kimyasal İzler) konusunu tekrar hatırlatmak isterim. Bu kimyasal izler, uçakların püskürttükleri kimyasallar ile oluşmaktadır. Bunun bir Komplo teorisi olduğu aşaması henüz toplumca aşılamadı, ancak milli güvenlik konusu olarak ele alınması gerektiği aşikardır. Biz de toplum sağlığı ve çevre kirliliğinin olumsuz etkileri açısından konunun önemine değinerek bu konuda ivedilikle yapılması gerekenleri tekrar söylüyoruz:

Chemtrails Konusunda Toplumsal Sağlık ve Koordinasyon Stratejileri:

Chemtrails olayının bir halk sağlığı tehdidi olduğu kabul edilmeli ve bu doğrultuda devlet politikaları geliştirilmelidir. Toplum sağlığının korunması amacıyla erken uyarı sistemleri kurulmalı, hava kalitesi ile olası kimyasal püskürtme aktiviteleri sürekli olarak izlenmelidir. Bu süreçte, sağlık personeline yönelik eğitimler artırılarak chemtrails etkileniminde erken teşhis ve hızlı müdahale sağlanmasının önü açılmalıdır.

Halkın panik ortamına sürüklenmesini önlemek için, topluma yönelik koordineli eğitim ve bilgilendirme kampanyaları düzenlenmelidir. Bu kampanyalar sayesinde, toplumun bilinçli hareket etmesi ve alınan önlemlerin etkinliği artırılabilir. Aynı zamanda, ilgili Bakanlıklar arasında koordinasyon sağlanmalı ve ortak eylem planları hazırlanarak ilgili tüm kurumlar iş birliği içinde hareket etmelidir.

Chemtrails konusunda yanlış bilginin yayılmasını önlemek amacıyla dezenformasyonla etkin mücadele edilmeli, resmi ve güvenilir kaynaklardan doğru bilginin topluma yaygınlaştırılması esas alınmalıdır. Bu süreçte, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları da sürece aktif şekilde dâhil edilmeli ve halkın katılımı teşvik edilmelidir.

Son olarak, ulusal ve uluslararası düzeyde iş birlikleri artırılmalı, bilimsel araştırmalar desteklenerek chemtrails konusunda kanıta dayalı bilgi temelli yaklaşımların yaygınlaştırılması sağlanmalıdır. Toplumun her kesiminde farkındalık oluşturmak, geleceğe yönelik sağlıklı ve bilinçli kararların alınmasına katkıda bulunacaktır.

Kaynaklar:

  1. Kaya, Y. (2017). Paris anlaşmasını iklim adaleti perspektifinden değerlendirmek. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 14(54), 87-106.
  2. Ünsal, R. B. (2024). İklim Değişikliği ile Mücadelede Paris Anlaşması ve İklim Adaleti. Ekonomi Yönetim Politika, 2(2), 112-126.
  3. Balcılar, A. N. (2022). İklim adaleti bağlamında sınırlar ve iklim Göçü. Uluslararası Eşitlik Politikası Dergisi, 2(1), 118-132.
  4. Akkuş, A. (2021). Küresel Güney bağlamında iklim etiği ve iklim adaleti uygulamaları. Cappadocia Journal of Area Studies, 3(2), 200-215.
  5. Tatgın, E. (2019). İklim adaleti kapsamında toplumsal cinsiyet tartışması. Kent ve Çevre Araştırmaları Dergisi, 1(1), 104-118.
  6. Balıbey, B. (2023). İklim Değişikliğine Adalet Perspektifinden Bir Bakış: İklim Adaleti (Master's thesis, Ankara Universitesi (Turkey)).
  7. Metin, S. (2023). Afrika’da iklim değişikliğinin etkileri: İklim adaleti ve göç. Akdeniz Havzası ve Afrika Medeniyetleri Dergisi, 5(2), 99-118.
  8. Çolakoğlu, M. (2023). İklim adaleti ve çocuk hakları. Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 28(49), 469-496.
  9. Bilben, M. S. I. (2018). Yeni Bir Toplumsal Düzenin Doğum Sancısı: İklim Adalet (sizliğ) i ve Hak Temelli Yaklaşımın Önemi. Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi, 8(1), 213-226.
  10. Chemtrails ve Dünya’da İklim Savaşları Sempozyum Kitabı. Ed: Prof. Dr. İsmail Hamit Hancı. İç: Mustafa Tözün. Chemtrails ve Halk Sağlığı, s. 201-210.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler