Altay Suroy Recepoğlu

Altay Suroy Recepoğlu

İklimlerin Terk‑i Diyârı

İklimlerin Terk‑i Diyârı: Osmanlı’dan Günümüze Balkanlarda Doğa, Toplum ve Kültürel Mekânların Dönüşümü

Altay Suroy RECEPOĞLU

Kosova Önceki Adalet Bakanı ve Anayasa Mahkemesi Üyesi

“İklim” kavramı, hem meteorolojik anlamda hava koşullarını, hem de toplumsal düzen, barış, refah ve doğayla uyumlu yaşam biçimini simgeler. Osmanlı Balkanları, bu düzenin hem doğal hem kültürel açıdan bir modeli olarak işlev görmüştür.

Not: Osmanlıca “İklimin Terk‑i Diyârı” ifadesi, günümüz Türkçesiyle “iklimin yurdu terk etmesi” veya “iklim düzeninin bozulması” anlamına gelir.

Osmanlı Dönemi’nde Balkanlarda Doğa ve Yerleşim Pratikleri

Tarım ve Beslenme Ekolojisi

Osmanlı Balkanlarında, özellikle dağlık ve ormanlık bölgelerde, kestane (Castanea sativa), ceviz (Juglans regia) ve fındık (Corylus avellana) gibi ağaçların dikimi hem ekonomik hem de beslenme açısından önemli idi. Bu ağaçlar protein ve yağ içerikleriyle yerel halkın kışlık gıda ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ayrıca, kaynak sularının el yapımı borularla şehirlere taşınması, çeşmelerin sosyal-ekolojik düzeni desteklemesi) yerini, günümüzde küresel çevre krizleri, kimyasal kirleticiler ve atmosferdeki bozulmalar almıştır.

Böylece, “iklimin terk-i diyârı” metaforu, Balkanlarda geçmişte kültürel ve sosyal düzenin kaybolmasını ifade ederken; günümüzde küresel iklim krizinin, hava kirliliğinin ve kimyasal müdahalelerin sembolü haline gelmiştir. Bu tür meyve ağaçları, erozyon kontrolü, su tutma kapasitesi ve dik yamaçlarda toprağın stabilitesini sağlama açısından da ekolojik fayda sağlardı.

Dağ yamaçlarına dikilen kestane (Castanea sativa), ceviz (Juglans regia) ve fındık (Corylus avellana) gibi ağaçlar, hem beslenme hem de ekonomik açıdan önemliydi. Bu ağaçlar, kışlık gıda ihtiyaçlarını karşılarken, erozyonu önleme ve toprak stabilitesine katkı sağlıyordu.

Vakıf sistemleri, meyve bahçeleri ve tarım arazilerinin sürdürülebilir kullanımını teşvik ederek yerel halkın beslenmesini güvence altına alıyordu. Dağ yamaçlarının mikroklima özellikleri, bu tür ağaçların yetişmesi için idealdi.(cornucopia.net)

Tarihsel kaynaklarda, Osmanlı vakıf sistemlerinin bağlar, bahçeler, meyve bahçeleri kurarak halkın beslenmesine katkı sağladığı; orman alanlarının düzenlenmesi yoluyla ürün çeşitliliğinin korunduğu görülmektedir. Dağ yamaçları, özellikle güneş açısı, drenaj ve mikroklima koşulları sebebiyle bu ağaç türleri için elverişliydi. Bu sayede yerel halk hem tarımsal riskleri dağıtıyor hem de sürdürülebilir bir tarım pratikleri geliştiriyordu.

Osmanlıda iklimsel düzen, su kaynaklarının korunması, çeşmeler, köprüler, bağ ve bahçelerle doğayla uyumlu bir yaşam modeli vardı.

“İklim” burada sadece hava şartlarını değil, aynı zamanda düzen, huzur ve barışı da ifade ederdi.

Osmanlı döneminde ülkenin tümüne ait olan iklim, insan ortamı veya doğayı koruma amacıyla düzenlenen hukuki kurallardan: Şehir düzeni, temizlik, sağlık konularını düzenleyen Fatih Sultan Mehmet’in İhtisap Kanunnamesi (1477), Ormanların, meraların ve su yollarının korunmasına ait Kanuni Sultan Süleyman Dönemi Kanunnamesi (16. yy, 1520–1566), İzinsiz ağaç kesmeği yasaklayan II. Selim Dönemi Orman Fermanı (1569) ve Orman Kanunnamesi (1869, Tanzimat sonrası), Çöplerin toplanması, hayvan pazarlarının düzenlenmesi, mezbahaların şehir dışına taşınmasını düzenleyen İhtisap Ağalığı Nizamnameleri (18.–19. yy), 15. ve 16. yüzyıllarda: Temizlik, su yolları, meralar ve ormanlar padişah fermanlarıyla korunuyordu.

17. ve 18. yüzyıllarda: Şehir havası, işletmelerin çevreye etkisi ve hayvan hakları öne çıkıyordu.

19. yüzyılda (Tanzimat sonrası): Avrupa etkisiyle ilk defa modern anlamda kanun (ör. 1869 Orman Kanunnamesi) çıkarıldı.

19. yy Sonu – 20. yy başları Milliyetçilik hareketleri, savaşlar, göçler ve sınır değişimleri, Balkanlarda Osmanlı’nın kurduğu düzeni sarstı.

Bu süreçte “iklimin terk-i diyârı” ifadesi, düzenin bozulması, mevsimlerin yerinden oynaması gibi bir metafor haline gelir.

Su Yönetimi ve Su Kültürü

Osmanlı’da su, hem günlük yaşamın hem de sosyal-dini ritüellerin merkeziydi. Kaynak sularının yerleşim yerine taşınması; suyun ulaşılabilirliği; çeşmelerin, sebillerin, hamamların ve mescitlerin suyla ilişkili yapıların inşa edilmesi bu kültürün somut göstergeleridir.

El yapımı pişmiş toprak borular (“künk”) ile kaynak suları yerleşim birimlerine taşınıyor; meydanlarda, cami avlularında ve sokak köşelerinde çeşmeler inşa ediliyordu. Bu sistemler:

Su medeniyeti kavramı, Osmanlı’nın sürdürülebilir şehircilik anlayışını göstermektedir.

El yapımı pişmiş toprak borular ("künk" ya da benzer adıyla), suyun kaynağından yerleşim birimlerine taşınmasında kullanılan geleneksel tekniklerdendir. Bu sistemler; suyun kaynağından alınışı, borular aracılığıyla şehir ya da köy merkezlerine iletilmesi, çeşme veya sebil gibi kamusal kullanım noktalarında dağıtılması şeklinde çalışmıştır.

Çeşmeler ise hem abdest almak gibi dinsel gereksinimleri; hem de halkın içme ve günlük ihtiyaçlarını karşılamayı; hem de sosyal buluşma mekânları olmayı sağlıyordu. Camiler, külliyeler, medreseler ve vakıf yapılarının çevresinde bulunan çeşmeler, vakıf geliriyle bakımı yapılan unsurlardı. Osmanlı’nın su yönetimi ile ilgili genel yaklaşımlar, modern çevre tarihi araştırmalarında “su medeniyeti” olarak adlandırılmaktadır.

Şehircilik Düzeninde Su ve Yeşil Alanlar

Yerleşimlerin planlanmasında su kaynağına yakınlık, gölgelik alanlar, ağaçlık eğimli dağ yamaçlarına yerleşim ya da bahçelerin kurulması gibi faktörler önemliydi. Dağ yamaçları, hem mikro klima sağlayıcı hem de şehirleri sıcak aylarda serin tutan rüzgâr ve gölge oluşturma fonksiyonuna sahipti.

980 yılında Buhara yakınlarındaki Afşana köyünde doğmuş, Batı’da “Avicenna” adıyla bilinen, Orta Çağ İslam dünyasının en büyük filozof ve hekimlerinden biri olan İbni Sînâ, yaklaşık bin yıl önce ortaya koyduğu “hava ve ömür” ilişkisi, bugün çevre sağlığı biliminin temel ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İbni Sînâ (980–1037), El-Kânûn fî’t-Tıbb (Tıbbın Kanunu)[1] adlı eserinde havanın temizliği ile insan ömrü arasında doğrudan ilişki kurmuştur. Onun temiz hava vurgusu, hem bireysel sağlığın hem de şehir planlamasının vazgeçilmez unsurlarındandır. İnsan yaşamının süresi ve kalitesi, çevresel koşulların doğrudan etkisi altında olduğunu yazan ve söyleyen İbni Sînâ’nın görüşleri, yalnızca tarihsel bir bilgi olarak değil, aynı zamanda modern sağlık politikaları için de yol gösterici nitelik taşımaktadır. Üretimde yeni buluşlar hava kirliliğinin yoğunlaşmasına neden olurken, bunu önlemek için filtrelerin uygulanması, çevreyi ve doğayı kirletmeme için alınan tedbirler yeterli olmamaktadır. Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), günümüzde hava kirliliğini “küresel ölçekte en büyük çevresel sağlık tehdidi” olarak tanımlamaktadır

19. Yüzyıl Sonrası Dönüşüm Süreci

Modernleşme ve Göçler

19. yüzyılda Osmanlı’nın zayıflaması, milliyetçi hareketlerin yükselmesi ve Balkan savaşları, toplumların ve yerleşim düzenlerinin çatışma, göç ve sınır değişimleriyle şekillendiği bir döneme girilmesine sebep oldu. Bu dönemde geleneksel tarım alanları, eski vakıf düzenleri zayıfladı ya da ortadan kalktı. Dağ yamaçlarına dikilen meyve ağaçlarının bakımı, yer değiştiren halkın imkanlarına bağlı olarak aksadı.

Su sistemi açısından da eski el yapımı boru sistemleri ya zarar gördü ya da bakımsız kalıp işlevini yitirdi. Modern su şebekeleri kurulmaya başlandı, fakat birçok bölgede altyapı eksikliği, kaynak suya erişimin kesintili olması, çeşmelerin kuru durması ya da çürümeye terk edilmesi gibi sonuçlar doğurdu.

Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesiyle geleneksel tarım ve su düzeni bozuldu. Modern su şebekeleri kurulmaya başlasa da, birçok çeşme ve eski su sistemi işlevini yitirdi.

Savaşlar ve Demografik Değişim

Balkan Savaşları, I. ve II. Dünya Savaşları ile göçler, nüfus değişimleri ve sınır hareketleri, geleneksel tarım ve su kültürünü ciddi biçimde etkiledi.

Balkan Savaşları (1912‐13), I. Dünya Savaşı ve sonrasında sınırların yeniden çizilmesi; nüfus hareketleri ve mübadeleler toplumsal ve kültürel yapıyı ciddi biçimde etkiledi. Bu bağlamda, eski yerleşimlerin su kültürü, tarımsal bilgisi ve yerel bitki çeşitliliği bir kısmı kayboldu; özellikle ormanlık ve dağlık kesimlerde meyve bahçeleri bakımsız kaldı.

Balkan Savaşları (1912–13), ardından I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı ile hem siyasi hem de toplumsal anlamda “iklim” değişti.

Yugoslavya Dönemi ve Sosyalist Planlama

Sosyalist dönemde tarımsal çeşitlilik ve küçük ölçekli yerel bahçe kültürü çoğu zaman ihmal edildi. Modern şehir planlaması ve altyapı çalışmaları, eski çeşmelerin çoğunu işlevsizleştirdi.

Sosyalist dönemde, devlet merkezli planlamanın baskınlığı tarımsal çeşitliliği ve yerel su kültürünü çoğu zaman göz ardı etti. Büyük tarım kooperatifleri, plantasyon benzeri tarım formları teşvik edildi; yerel ağacın çeşitliliği ve küçük ölçekteki bahçe/kestane/ceviz dikimleri geri planda kaldı.

Köyden kente göç, geleneksel hayatın çözülmesi, doğa ile olan ilişkinin kopması, “iklimin değişmesi”ni hızlandırdı.

Şehir planlaması modern su altyapı projelerine yönlendi; geleneksel çeşmeler ya estetik yapı olarak kaldı, ya çalışmaz duruma geldi; çeşmelerin temizliği, vakıflarla ilişkisi koparıldı.

Günümüz (1990 sonrası)

Yugoslavya’nın dağılması, etnik çatışmalar, göçler ve küreselleşme Balkanlarda yeni bir iklim yarattı.

Kültürel miras ve Osmanlı’dan kalan izler ya korundu ya da kayboldu.

Aynı zamanda gerçek anlamda iklim değişikliği (küresel ısınma, dengesiz hava olayları) de Balkanların doğal düzenini etkiliyor.

Edebî / Metaforik Anlam

“İklimin terk-i diyârı” yalnızca hava koşullarının değil, zamanın, düzenin, insan hayatının ve toplumsal barışın bozulması anlamına da gelir.

Osmanlı döneminde “iklim” kavramı, hem tabiat hem de huzur iklimi anlamındaydı.

Osmanlı çekildikçe Balkanlarda bu iklim bozuldu, farklı güçler geldi, toplum sürekli değişti.

Bugün de iklimin terki, hem doğanın dengesizliği hem de Balkan halklarının yüzyıllardır süren yer değiştirmeleri, göçleri ve kimlik arayışları ile ilişkilendirilebilir.

Günümüzde Balkanlarda küresel İklim Değişikliği ve Kimyasal Kirlilik (Chemtrails)

“İklimin terk-i diyârı” günümüz Türkçesinde “iklim düzeninin bozulması” olarak ifade edilebilir. Günümüzde Balkanlarda bu durum, yalnızca doğal döngülerin değil, aynı zamanda insan kaynaklı çevresel etkilerin sonucu olarak gözlenmektedir. Küresel iklim değişikliğinin etkileri, kuraklık, aşırı yağış, mevsim kaymaları, yanı sıra atmosferdeki kimyasal kirlilik de önemli bir tartışma alanıdır.

Son yıllarda kamuoyunda “chemtrails” olarak bilinen ve uçaklardan yayıldığı iddia edilen kimyasal partiküller, Balkanlarda da zaman zaman tartışma konusu olmaktadır. Bilimsel literatürde bu tür izler, esasen yoğunlaşma izleri (contrails) olarak tanımlansa da, çevresel aktivistler bu hatların atmosfere bilinçli kimyasal veya metal parçacıkları bıraktığını iddia etmektedir. Her iki yaklaşım da ortak bir noktada birleşir: Atmosferdeki partikül yoğunluğunun artması, güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşma biçimini değiştirmekte; yağış döngülerinde düzensizlik yaratmakta; insan sağlığı ve ekosistem üzerinde belirsizlikler oluşturmaktadır.

Analiz ve Tartışma

Osmanlı’nın su ve tarım mimarisi, doğayla kurulan dengeli ilişkiden besleniyordu. Dağ yamaçlarına protein değeri yüksek ağaçların dikilmesi, suyun kaynaklarından yerleşimlere kadar taşınması ve çeşmelerin kamusal birer istikamet ve buluşma mekânı haline gelmesi; hem fiziksel hem de kültürel “iklimin” sürdürülebilir parçasıydı.

Bu yapıların zayıflaması, terk edilmesi ya da işlevsizleşmesi, sadece fiziksel çevrenin bozulması değil, aynı zamanda toplumsal düzen, kültürel hafıza ve yerel kimliğin kaybı ile ilgilidir. “İklimin terk-i diyârı” metaforu hem doğanın hem de insan düzeninin kopuşunu anlatır.

Modern dönemde restorasyon çalışmaları, geleneksel uygulamaların yeniden gündeme gelmesi; suyun kamusal yarar için yeniden düzenlenmesi; bitki türlerinin yeniden değer kazanması, bu kopuşu kısmen telafi etmeye yöneliktir.

Osmanlı döneminde dağ yamaçlarına ağaç dikimi, su yönetimi ve çeşmeler toplumsal düzeni ve doğayla uyumu destekliyordu.

Günümüzde, iklim değişikliği ve kimyasal kirlilikle birlikte, bu düzen bozulmuş; “iklimin terk‑i diyârı” hem tarihsel kaybı hem de modern çevresel krizleri ifade eder.

Osmanlı’nın doğa-insan uyumuna dayalı uygulamaları, günümüzde iklim değişikliği ve kimyasal kirlilik bağlamında yeniden değerlendirilmelidir. Bu bağlamda kavram, geçmişten geleceğe sürdürülebilirlik ve kültürel miras koruma çağrısıdır.

Sempozyumda sunduğum bildirinin özetidir

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.