Çidem Ayözger Ergüvenç
İlk Kar
İlk kar bize neleri hatırlatmalı? Şehirde yaşıyorsak öncelikle trafik feci şekilde tıkanır, ulaşım öylesine aksar ki eğitime ara vermeği zorunlu kılar. Dünyanın başka herhangi bir köşesinde böyle bir uygulama var mıdır bilemem. Büyük caddelerde kar yol kenarlarında toplanır, dökülen tuz sayesinde bunlar eriyerek çamur halinde tekrar yola kavuşur. Geçen araçların sıçrattığı sular kaldırım kenarlarında yürüyenlere tiksindirici bir duş aldırır. Gece olup soğuk tekrar şiddetlenince bu kez çamurlar saydam bir buz tabakasına dönüşür, araç sürücüleri kendilerini lunaparklardaki çarpışan arabalar pistinde sanır.
Yayaların işi ayrıca zordur. İlk yağan temiz karda yürürken Kenan Evren’in tezine göre Kürt olurlar, hani kendisi demişti ya karda yürürken kart kurt diye karı ezme sesleri çıkardıkları için, bundan mülhem onlara Kürt demişlerdir, aslında etnik bir grup değildir diye.
Karlar ezilir, dükkânlar kapı önlerini temizleyip onları ağaç altlarına ve caddeye atar, geri kalan su donar, jilet gibi olur; yürüyenler emin bölgeden geçtiklerini sanarak rahatlamaya kalkarken kendilerini yerde bulur. Kaldırımda geri kalan karlar kirli buza dönüşür, karanlıkta kimse bunu fark etmez, gelsin kırıklar çıkıklar.
Dünya liderimiz var; ne kadar övünsek azdır. Ama bu arada Doğu bölgesinde köy yollarının çoğu kardan kapanır. Köy okulları tatile girer, aslında çocuklar okula devam edebilseler de ne öğreniyorlar sanki? Ama neyse ki bazı kanallardaki haberleri dinleyip nasıl bir refah ülkesi olduğumuzu anlayarak mutlu olurlar.
Buralarda yaşayan insanlar hastalarını, anne adaylarını en azından ilçelere götürebilmek için çağdaş Türkiye’ye uygun biçimde ya kendi imkânları ile yaptıkları sözde sedyelerle, ya da hayvan veya kendi sırtlarında taşımaya çalışır. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.
Çığ tehlikesi ayrı bir sorun.
Parası olan insanlar ki biz onları günlük yaşamımızda pek görmüyoruz, bir servet ödeyerek kayak merkezlerine üşüşür, çok havalı giysileri falan vardır; ama kayak yapmakta acemi olup hava atmak için kayak yapmaya çalışanlar ya kendilerini olmayacak bir köyün içinde bulur, bazen kaybolur, ya da en kötüsü de oralarını buralarını kırar.
Büyük merkezleri birbirine bağlayan otoyollar bile zaman zaman karın hışmına uğrayabilir. Bizim sürücülerin bir özelliğine de yeri gelmişken değinmek isterim. Araçlarına zincir takmayı pek sevmezler. Ya takıp çıkarmaya üşenirler ya da arabalarına zararı dokunur düşüncesine kapılırlar.
Yeterince kardan nefret ettiyseniz gelelim karın güzelliklerine. Siz sıcacık evinizde genellikle öğleden sonra belki televizyon karşısında, muhtemelen beyler telefonları ile meşgul, hanımlar örgülerini örerken (biz yaştakileri kastediyorum) ilk kar nazlı nazlı inmeye başlar; sonra lâpa lâpa yağar. Perdeleri açıp gençliğinizdeki karlı günlere gidersiniz…
Okuldaysanız bir sınıf arkadaşınız, “Kar yağıyor” diye bağırınca alır içinizi bir sevinç, ders bitse de dışarı çıkıp karda ıslansak diye telâşlanırsınız. Okul bahçesine çıktığınızda büyük olasılıkla eldiveniniz yanınızda yoktur; çıplak elleriniz donarken, duvar üstlerinde ve kenarlarda biriken kar müsveddelerini avucunuzda toplar aklınız sıra, kartopu yaparsınız.
Okul paydos zili çaldığında kar şiddetlenmiş, tipiye dönüşmüş olur. Yokuşlardan çantanızı kızak yaparak kayar, düşe kalka yürümeğe çalışırsınız, tabii arkadaşlarınızla kıkırdamaktan yürüyebilirseniz. Öğrenci otobüsüne biniyorsanız hiç değilse sıcakta, ama aklınız dışarıda kalarak birkaç saatte evinize varırsınız; yoksa sokaklarda biraz sefil olmanız kaçınılmazdır ama yine de kar yağdığı için mutlusunuzdur.
Arkadaşlarınızla birlikte ya kızak kayarsınız; ya sahici kızakla ya da üstüne oturabileceğiniz herhangi bir altı düz olan şeyle. Biz oğluma iki kızak almıştık, arkadaşları ile dönüşümlü olarak binerlerdi.
Gece yağan kar ayrı bir keyiftir, sokak lâmbalarının ışığı altında nasıl da keyifle uçuşur kar taneleri.
Bahçelerde ya da parklarda kardan adam yapmağa özenirsiniz. Bazıları burunlarında havuç, gözlerinde zeytin, başlarında şapka, boyunlarında atkıyla gerçekten çok güzel olur. Bazıları da bir hilkat garibesi. (Benim küçüklüğümde evler sobalı olduğu için zeytin yerine kardan adamlara kömür parçalarından göz yapılırdı.)
Arkadaşlarınızla kartopu oynarsınız. Top nerenize gelirse… Kulağınıza ya da gözünüze rastlarsa hem tehlikelidir hem canınız çok yanar, ama bunun dışında çok eğlencelidir.
Sıcacık olduğunu düşlediğim evinize keyifle dönersiniz. Eğer bir de ev sobalıysa değmeyin keyfinize. Eldiven içinde sırılsıklam olup soğuktan morarmış ellerinizi sobada ısıtırsınız. Anneniz sizin dönüş saatinizi ayarlayıp kestane kızartmaktadır. Acele üstünüzü değiştirip kurt gibi acıkmış olarak kestanelere yumulursunuz. Tabii eğer kestanenin tanesi yirmi bir lira değilse.
Eviniz sobalı değilse de sorun yok. Üstünüzdeki ıslak giysileri çıkarıp ev kıyafetinizle kaloriferin üstüne oturup poponuzu ve ellerinizi ısıtırsınız. Kaloriferli evlerde oturan anneler de boş durmaz, elbet size atıştıracak bir şeyler hazırlar.
Gece olunca ertesi gün kar tatili müjdesini alarak uyanma umuduyla, yorgunluktan bitkin ama mutlu ve heyecan içinde uykuya geçersiniz.
İyisi ile kötüsü ile kar sevmemek bence mümkün değildir. Bir de doğaya getirdiği yararlar düşünülürse insanlar kar duasına da mı çıksa acaba?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.