İSMÂİL KARA’NIN SUÇU, HOCAEFENDİ AĞLAYINCA AĞLAMAMAK MI?

İSMÂİL KARA’NIN SUÇU, HOCAEFENDİ AĞLAYINCA AĞLAMAMAK MI?

Ngazete yazarı Kerime Yıldız'ın yeni yazısı...

15 Temmuz Darbe Komisyonu’nda konuşan bir psikiyatristle aramızda şöyle özel bir konuşma geçmişti:

“Hocam, Gülen’in sürekli ağlamasına ne diyorsunuz?”

“Rol yapıyor.”

“Peki, o ağlayınca ağlayanlara ne diyorsunuz?”

“İşte bu tuhaf!”

“Peki, o ağlayınca ağlayanların, şimdi sümüklü demelerine ne diyorsunuz?”

“İşte bu, daha da tuhaf!”

Evet, bu tuhaf insanlar, şimdi bize akıl veriyorlar. Sâdece bize olsa iyi, Cumhurbaşkanlığı makamına da akıl veriyorlar.

Prof. Dr. İsmâil Kara, 2020 Cumhurbaşkanlığı Sosyal Bilimler Ödülü’ne lâyık görüldü. Hayırlı olsun! Ödüller açıklandığında Sabah gazetesinin iki köşe yazarından ilginç bir tepki geldi.

Birisi, Hoca’nın adını anmadan eleştirdi. Rüzgârı test etmekle itham etti.

Diğer köşe yazarı Sâlih Tuna, 31 Ekim târihli yazısında, İsmâil Kara'nın 15 Temmuz konusunda kafasının bir hayli karışık olduğuna dikkat çekti. Mesnedi ise Kara’nın, 28 Aralık 2016’da Al Jazeera Türk'te yayınlanan "Bizi kutuplaşmadan kim kurtaracak?" başlıklı söyleşisindeki şu cümle:

 "15 Temmuz'da karşı karşıya kaldığımız hâdisenin daha ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz."

Kara’nın ifâdesi, tam olarak şöyle:

“Bugüne kadar olan askerî müdâhalelerin doğrudan doğruya din ile bir bağlantısı yoktu. Din istismarı ya da irtica meşrulaştırma maddelerinden biriydi. 15 Temmuz’da karşı karşıya kaldığımız hâdisenin daha ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. İsterseniz, ben tam olarak bilmiyorum diyeyim, çünkü herkes bilmiş ve anlamış gibi konuşuyor. 2012-2013 yılından bu yana, beni daha ziyâde ilgilendiren husus, cemaat ile siyâsî merkez arasındaki tartışma ve mücâdele üzerinden dinî alanda ortaya çıkan ve taraflarla sınırlı kalmayan, ileride de kalmayacak olan yeni, ciddi ve derin problemlerdir. Geniş mânâsıyla dinî problemler…”

İsmâil Kara’nın, çok ama çok derin bir derdi var. Nitekim bu derdini, 15 Temmuz’dan evvel Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide izah etmiş. Ruşen Çakır’ın, “Habertürk’te yaptığımız ilk röportajda Cemaat-Hükûmet tartışması öne çıkmıştı ve sen demiştin ki, ‘İkisi birlikte Türkiye’yi aşağı çekiyor, sâdece ülke olarak Türkiye’yi değil, İslâmî câmiâyı da’ O zamandan bu zamana bir yıl oldu, şimdi nasıl bakıyorsun Cemaat-Hükûmet savaşına?” sorusuna, şöyle cevap vermiş:

“Meseleye iktidar-cemaat çatışması olarak bakmak, bizi bir yere götürmez. Türkiye’de insanlar böyle bakıyorlar, ben hiç bakmadım. Ben Türkiye’ye bir müdâhale olarak baktım; dolayısıyla burada problemi tartışmak için bir yukarıya çıkmamız gerekir. Benim Cemaat’le mesâfeli duruşum, 1996’da başladı. Herkesin Cemaat’e sempatik yaklaşmaya başladığı dönemde ben, aslında tedirgin baktım. Bunları yazdım da yıllarca.” (20 Haziran 2016)

Demek ki neymiş? Sâlih Tuna (ve kankası) “Hocaefendi ağlayınca ağlarken” İsmâil Kara tedirginmiş. Uzak durmuş. Durmakla da kalmamış, korkmadan yazmış.

Hani inanan olsa İsmâil Kara’yı neredeyse fetöcülükle suçlayacak olan Sâlih Tuna, mezkûr yazısından 4 gün sonra “Sosyopat” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Geçmişte Sâlih Mirzabeyoğlu, İsmet Özel ve Âkif Emre’nin cemaatten uzak durup uyardıklarını ifâde ettikten sonra kendisini şöyle konumlandırdı:

“Bizler de adımlarımızı Erdoğan'a uydurmuştuk.”

Şimdi bundan ne anlamalıyız? “FETÖ'yü biliyorduk ama çaktırmadık. Erdoğan’ı tâkip ettik.”

Arkadaş, sizin aklınız yok muydu? Erdoğan uçurumdan atlasa atlayacak mıydınız?

Hadi diyelim ki bu bir taktikti. Adımlarınızı Erdoğan’a uydurdunuz. Peki hocaefendi ağlayınca ağlamak nedir? Erdoğan’ın, Gülen ağlayınca ağladığını hiç görmedik.

Ayrıca o muhteşem uyuma ne oldu da şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği ödüle itiraz ediyorsunuz?

Tuna, bir yazısında hocaefendici geçmişlerini karıştıranlara, “arşiv fâresi” diyor. Güne bakmak yerine düne çakılıp kalmak için gerçekten de mûcize çapında ahmak olmak gerekirmiş. FETÖ'yle kim mücadele ediyorsa itibarsızlaştırmaya çalışmak, sosyopatlık değilse neymiş?

Yok yok, bu yazarların, bu kadar çabuk çürüyecek saçmalıklarla itiraz etmiş olmaları, aklıma yatmadı. Daha başka şeyler olmalıydı.

Biraz daha arşiv fâreliği yaptım ve şöyle bir sonuca ulaştım:

İsmâil Kara, 16 Nisan 2020’de Ruşen Çakırla internet üzerinden yaptığı söyleşide “rüzgârı çok iyi test edenler”in canını sıkacak şeyler söylemiş. Buyurun okuyun:

“İ. Kara: Fethullahçılığın Türkiye’de yeniden canlanma şansı yok. Fakat Fethullahçılık, bugün sâdece dışarı atılan kısımla sınırlı olan bir şey değil. Bizim 2014, 2015, 2016’dan sonra itirafçı olarak gördüğümüz, yâni Fethullah hoca aleyhtarlığı yapan, Fethullahçılığa karşı çıkan insanların üzerinden ne yapılacağına dikkat kesilmemiz lâzım. Yoksa Fethullahçılık bitmiştir. Dikkat edilmesi gereken öbürü. İçeride bırakılan kısım önemli.

R. Çakır: Henüz yakalanmayanlar mı?

İ. Kara: Hayır hayır, onu kastetmiyorum. Bilindiği hâlde içerde olanlar var. Bunlar ne yapacak, yeni dönemde bunu göreceğiz.”

Bence Sabah yazarlarının sosyal bilimci Prof. Dr. İsmâil Kara’dan duydukları esas rahatsızlık bu. Yâni içeride bırakılanları sorgulayan sosyopatlığı(!)

….

Yazımın başında bahsettiğim o psikiyatriste, iki soru daha sormak istiyorum:

Hocam, “sümüklü hoca” demelerini yutmayıp hocalarıyla ağladıkları günleri unutmadığımız için bizi fâreye benzetenlere “psikopat” diyebilir miyiz?

Çevresinde “âbi” dediği insanlar, cemaat konusunda son derece açık ve net uyarırken, adımlarını siyâsî otoriteye uydurana “ahmak” diyebilir miyiz?

 

 

 

 

 

 

 

 

                              

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler