Kanal İstanbul ve/veya Küresel Satrançta Türkiye’nin Hamlesi ve Yeni Dünya Düzeninin Şifreleri?!

Kanal İstanbul ve/veya Küresel Satrançta Türkiye’nin Hamlesi ve Yeni Dünya Düzeninin Şifreleri?!

Kemal Uysal, uluslararası ilişkiler, strateji ve jeopolitik alanlarında çalışan bir düşünür.

Kemal Uysal, uluslararası ilişkiler, strateji ve jeopolitik alanlarında çalışan bir düşünür.
Devletler-arası güç ilişkilerini yalnızca siyaset ya da askerî dengelerle sınırlı görmeyen Uysal, bu dinamikleri kültür, tarih ve insan zihninin derinlikleri ile birlikte okuyor.
Uysal'ın bu özgün bakışı, onu yalnızca politik değil, aynı zamanda meta-politik bir düşünce zeminine taşımakta.
Yani görünenin ötesine geçerek, düşünsel yapıları ve toplumsal zihniyet kalıplarını da sorgulayan bir görüş inşa etmekte.
Kemal Uysal, çalışmasında küresel güç mücadelesinde denizyolları ve su geçitlerinin oynadığı stratejik rolü kapsamlı biçimde ele alıyor.
Süveyş, Panama ve Kiel gibi farklı coğrafyalarda yer alan insan yapımı kanalların yalnızca ticari değil, aynı zamanda askerî ve jeopolitik etkilerini inceliyor.
Bu bağlamda, Kanal İstanbul projesini merkeze alarak yeni bir su yolunun uluslararası güç dengelerini nasıl etkileyebileceğini sorgulamakta.
Uysal'a göre, Kanal İstanbul'un Montrö Sözleşmesi’ni dolaylı biçimde devre dışı bırakma ihtimali, ABD ve NATO'nun Karadeniz'e erişimini kolaylaştırabilir.
Bu da Rusya'nın bölgesel güvenlik stratejileri açısından yeni bir kırılma yaratabilir.
Öte yandan, İsrail'in Süveyş Kanalı'na alternatif olarak geliştirmeyi planladığı Ben Gurion Projesi'nin de Panama Kanalı ve Kanal İstanbul'la birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor.
Bu üç proje, birlikte ele alındığında çok aktörlü ve çok boyutlu bir jeopolitik yeniden yapılanmayı işaret etmekte.
Çalışma ayrıca, ABD'nin Panama üzerindeki artan nüfuzunu, Türkiye ve İsrail'in kanal projeleriyle birlikte düşünerek, Çin ve Rusya'nın stratejik etkisinin sınırlandırılması ihtimalini masaya yatırmakta.
Akdeniz, Kızıldeniz ve Karadeniz ekseninde yeniden şekillenen ticaret ve enerji koridorları üzerinden Türkiye, ABD, NATO ve İsrail arasındaki muhtemel iş birliklerine dikkat çekmekte.
Uysal, bu yeni deniz yolları üzerinden değişen güç mimarisini okuyarak, ABD, İsrail ve Türkiye arasındaki politik etki ilişkilerini yeniden analiz ediyor.
İşte bu değerli düşünür'le yaptığımız söyleşinin değerlendirmesi...
...
Bugün aslında dün'dü.
Tarih, stratejik kanalların sadece ticaret yolları olmadığını, aynı zamanda büyük güçlerin hegemonya mücadelelerinin damarları olduğunu defalarca göstermiştir.
Panama, Süveyş ve Kiel gibi kanallar, küresel ticaretin akışını şekillendirdiği kadar, askeri ve stratejik hamlelerin de mihenk taşı olmuştur.
Günümüzde Kanal İstanbul ve İsrail'in önerdiği Ben Gurion Kanalı, küresel ticaret ve enerji hatlarını yeniden yapılandırma potansiyeline sahip.
Öncelikle...
Kanal İstanbul'un Türkiye için yalnızca bir altyapı projesi olmadığını anlamak gerekir; bu, küresel güç dengelerinde belirleyici bir jeopolitik hamledir.
Türk Boğazları'na alternatif bir geçiş güzergâhı sunarak, Türkiye'ye NATO ve ABD ile daha yakın askeri ve diplomatik işbirliği alanı yaratabilir.
Bu, Karadeniz'de NATO'nun caydırıcılığını artırırken, Rusya’nın bölgedeki etkisini dengeleme potansiyeli taşır.
Nitekim...
Kanal İstanbul'un jeopolitik satrançtaki yeri, perde arkasında dönen oyunlarla daha da belirginleşiyor.
NATO içindeki bazı özel toplantılarda, 2024'te yapılan bir savunma planlama oturumunda, Kanal İstanbul'un Karadeniz'e daha esnek askeri erişim sağlayarak Rusya'nın bölgedeki hareket alanını sınırlayabileceği tartışıldı.
Ancak, bu durumun Rusya ile gerilimi artırabileceği de not edildi.
Projenin finansmanı için Körfez ülkelerinden gelen yatırım teklifleri, Türkiye'nin bu projeyi küresel bir çekim merkezi haline getirme çabasını gösteriyor.
Nüans?!
Çin’in olası yatırımları ise daha karmaşık bir tablo çiziyor; zira Çin, Kanal İstanbul'u "Bir Kuşak ve Yol Girişimi"ne entegre etmeye çalışırken, Türkiye bu konuda temkinli bir denge politikası izliyor.
Ayrıca, enerji hatları açısından, Türkiye'nin Azerbaycan ve Türkmenistan gazını Avrupa’ya taşıyacak alternatif rotalar oluşturma planları, Kanal İstanbul’un stratejik değerini artırıyor.
Hal böyleyken...
Başkan Uysal'a sordum:
Kanal İstanbul Projesi'nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi üzerindeki potansiyel etkileri ve bu durumun ABD, NATO ve Rusya’nın Karadeniz’deki stratejilerine yansımaları nelerdir?!
Elcevap: ?!
"Kanal İstanbul’un Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kurduğu potansiyel gerilim, projenin en kritik jeopolitik boyutlarından biri.
Montrö, Karadeniz'e geçiş yapan savaş gemilerine süre (21 gün), tonaj (45.000 ton sınırı) ve bayrak devletine göre sınırlamalar getirerek bölgesel dengeyi koruyor.
Kanal İstanbul, bu sınırlamaların dışına çıkabilecek bir alternatif güzergâh sunarak, özellikle ABD ve NATO için Karadeniz'e daha esnek askeri erişim imkânı yaratabilir.
Bu, NATO’nun Doğu Avrupa'daki caydırıcılığını güçlendirirken, Rusya’nın Karadeniz’deki stratejik önceliklerine doğrudan bir meydan okuma oluşturabilir."
Hasılı:
Rusya, Karadeniz'i tarihsel olarak "arka bahçesi" olarak görür ve NATO'nun artan varlığına karşı yüksek duyarlılık gösterir.
Kanal İstanbul'un açılması, Rusya'nın bu hassasiyetini tetikleyebilir.
Ancak, bir nüans burada devreye giriyor:
Kanal İstanbul, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi üzerinden geçiş gerektirdiğinden, Montrö'nün kuralları teknik olarak hâlâ geçerli olacak.
Uysal, Türkiye'nin Montrö'yü ihlal etmeden projeyi hayata geçirebileceğini, ancak bunun diplomatik bir ip cambazlığı gerektireceğini belirtiyor.
Hülasa:
Kanal İstanbul, Türkiye'yi hem NATO ile daha yakın bir iş birliğine iterken hem de Rusya ile ilişkilerde dikkatli bir denge kurmaya zorlayacak.
İsrail'in Ben Gurion Kanalı projesi ve Panama Kanalı'ndaki artan ABD etkisi, Çin ve Rusya'nın bölgesel stratejik etkisini sınırlayabilir.
Uysal'a sordum:
Bu durumun uluslararası ticaret ve enerji koridorları üzerindeki olası etkileri nelerdir ve Türkiye, ABD, NATO ve İsrail arasındaki iş birliği fırsatlarını nasıl artırabilir?!
Elcevap: ?!
"Panama Kanalı'nda ABD'nin yeniden güç kazanması ve İsrail'in Ben Gurion Kanalı projesi, Çin'in "Bir Kuşak ve Yol Girişimi" ile Rusya'nın bölgesel nüfuzuna karşı bir denge oluşturma potansiyeli taşıyor.
Panama'da, özellikle Trump döneminde, Çin'in liman ve altyapı yatırımları bir güvenlik riski olarak görülmüş ve ABD, ekonomik yaptırımlar ve diplomatik baskılarla bu etkiyi sınırlamaya çalışmıştır.
Biden yönetimi ise daha çok ittifak koordinasyonuna odaklansa da, bu politikaların izleri devam ediyor.
Ben Gurion Kanalı ise Süveyş'e alternatif bir rota sunarak Akdeniz-Kızıldeniz hattında yeni bir denge yaratabilir.
Husi saldırıları gibi güvenlik tehditleri, bu tür alternatif rotaların önemini artırıyor."
Ezcümle:
Türkiye, jeostratejik konumuyla bu denklemde doğal bir bağlayıcı güçtür.
Kanal İstanbul, NATO'nun Karadeniz'deki manevra kabiliyetini artırırken, Ben Gurion Kanalı ile entegre bir strateji, Batı'nın Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz üçgenindeki etkisini güçlendirebilir.
Türkiye, bu işbirliğini savunma sanayisi, enerji hatları ve lojistik ağlar üzerinden derinleştirerek, Çin ve Rusya karşısında daha dengeli bir küresel yapıya katkıda bulunabilir.
Ancak, bu süreçte İngiltere'nin Kanal İstanbul'a yönelik çekinceleri ve bu bağlamda Ekrem İmamoğlu'nun durumu dikkat çekiyor.
Perde Arkası: İngiltere'nin Çekinceleri ve İmamoğlu'nun Durumu:
Kanal İstanbul, İngiltere'nin de radarında.
Londra, Montrö'nün sağladığı statükonun değişmesinden ve Türkiye'nin Karadeniz'deki ağırlığının artmasından çekiniyor.
Bazı kaynaklar, İngiltere'nin, Türkiye'nin NATO içindeki bağımsız hareket kabiliyetini sınırlamak için projeye dolaylı yollardan karşı çıktığını öne sürüyor.
Bu bağlamda, Ekrem İmamoğlu'nun Kanal İstanbul'a yönelik eleştirileri ve projeyi çevre ve kent planlaması açısından sorgulayan tavrı, İngiltere'nin bölgedeki stratejik çıkarlarıyla örtüşüyor gibi görünüyor.
İmamoğlu'nun 19 Mart 2025'ten beri hapiste tutulması, bu eleştirilerinin siyasi bir hedef haline getirildiğine işaret ediyor.
Hükümet, İmamoğlu'nun söylemlerini projeyi sabote etme girişimi olarak değerlendirirken, muhalefet bu durumu ifade özgürlüğüne bir saldırı olarak görüyor.
Henüz kamuoyuna yansımamış bazı iddialar, İmamoğlu'nun davasında uluslararası aktörlerin dolaylı etkisinin araştırıldığını öne sürüyor, ancak bu konuda somut kanıtlar sınırlı.
Bu kapsamda sorabilirsiniz:
Makalenizde ABD, İsrail ve Türkiye'nin stratejik kanal girişimlerini bir 'yeni eksen' olarak tanımlıyorsunuz.
Bu, geleneksel ittifak yapılarından farklı bir sinyal mi veriyor?!
Küresel yansımaları neler olabilir?!
Elcevap: ?!
Bugün aslında dün'dü.
Geleneksel Batı ittifakları hâlâ önemini korurken, Çin’in "Kuşak ve Yol Girişimi" ve Rusya'nın artan askeri etkisi, Batı'yı daha esnek iş birliği modellerine yöneltiyor.
ABD, İsrail ve Türkiye'nin stratejik kanal projeleri -Panama, Ben Gurion ve Kanal İstanbul- birlikte ele alındığında, küresel güç dengelerine doğrudan etki edecek bir "yeni jeopolitik eksen" oluşturuyor.
Öncelikle...
Bu eksen, uluslararası ticaret yollarının yeniden yapılandırılmasını, enerji koridorlarının güvenliğini ve Çin’in lojistik hâkimiyetine karşı alternatif rotaların oluşturulmasını hedefliyor.
Kanal İstanbul, NATO’nun Karadeniz’deki manevra kabiliyetini artırırken, Ben Gurion Kanalı, Kızıldeniz'deki güvenlik krizlerine yanıt verebilir.
Nitekim..
Bu eksenin küresel yansımaları derin olacak.
Ticaret yollarının kontrolü, enerji güvenliği ve jeopolitik ağırlık merkezlerinin yeniden tanımlanması, Batı'nın 21. yüzyılda Çin ve Rusya karşısındaki pozisyonunu güçlendirebilir.
Ancak, İngiltere'nin Kanal İstanbul'a yönelik çekinceleri ve İmamoğlu'nun durumu, bu eksenin içindeki gerilimleri de gözler önüne seriyor.
Nüans?!
Türkiye'nin bu eksende bağımsız bir aktör olarak hareket etme çabası, hem fırsatlar hem de riskler barındırıyor.
Arktik Deniz Rotası'nın yükselen önemi, bu kanal projeleriyle nasıl bir rekabet veya tamamlayıcılık ilişkisi kurabilir?!
Hal böyleyken...
Küresel ısınmayla eriyen buzullar, Arktik Denizi'ni jeopolitik mücadelenin yeni cephesi haline getirdi.
Rusya, Arktik'i "Kuzey Kalesi" olarak tahkim ederken, Çin "Kutup İpek Yolu" ile bölgede nüfuz inşa ediyor.
ABD ve NATO ise Arktik'i stratejik bir kırmızı çizgi olarak görüyor.
Hasılı:
Arktik, Kanal İstanbul ve Ben Gurion gibi sıcak su projelerinin önemini gölgelemez; aksine, çok cepheli bir küresel mücadelede bu projeleri daha kritik hale getirir.
Türkiye, bu genişleyen satranç tahtasında, Kanal İstanbul ile hem Karadeniz hem de Arktik'teki gelişmelere dolaylı olarak etki edebilir.
Bu bağlamda sayın Uysal'a bir diğer sorum şu oldu:
Çin’in yükselişi ve stratejik suyollarının kontrolü, ABD'nin hegemonyasını ne ölçüde sarsabilir?!
Türkiye'nin rolü nasıl şekilleniyor?!
Hülasa:
"Robert Gilpin'in hegemonik savaş teorisi, Çin’in yükselişini ve ABD ile sürtüşmelerini açıklamak için yetersiz kalıyor.
Çin, maddi güçte (ekonomi, altyapı) meydan okusa da, Batı'nın epistemolojik üstünlüğü -norm üretimi, bilgi kontrolü ve anlam inşası- hâlen belirleyici.
Nüans?!
Çin, "Bir Kuşak ve Yol" ile alternatif rotalar oluştururken, Batı zihinleri ve normları yönetmeye devam ediyor.
Bu bağlamda, Kanal İstanbul ve Ben Gurion gibi projeler, Batı'nın stratejik üstünlüğünü pekiştiren araçlar olabilir.
Netice:
Türkiye, jeostratejik konumu, savunma sanayisi ve genç nüfusuyla bu mücadelede denge kurucu bir aktör.
NATO içinde yön verici bir rol üstlenen Türkiye, ne Batı'ya ne de Doğu'ya bağımlı; kendi tarihsel ve ontolojik derinliğinden güç alıyor."
Ezcümle:
Türk aklı, küresel rekabette sadece coğrafi değil, zihinsel bir merkez olarak yükseliyor.
İmamoğlu'nun durumu ise, bu bağımsız duruşun iç ve dış aktörler tarafından test edildiğini gösteriyor.
Uysal'a; "Batı'nın epistemolojik üstünlüğüne vurgunuz, sizi Batı yanlısı olarak gösterebilir." dedim.
Bu kapsamda TÜRSAM (Türkiye Stratejik Aramalar Merkezi) Genel Başkanı Kemal Uysal'a sordum:
Türkiye'nin bağımsız rolünü nasıl konumlandırıyorsunuz?!
Elcevap: ?!
"Düşünür, geçici çıkarlara değil, tarihin derin akışına bakar.
Batı’nın bilgi üretimindeki üstünlüğünü teslim etmek, ona biat etmek değil, gerçeği teşhis etmektir.
Öncelikle...
Ben bir Türk’üm; bu, etnik bir kimlik değil, kıtaların ve medeniyetlerin süzgecinden geçmiş bir bilinç ritmidir.
Türkiye, ne Batı'nın periferisi ne de Doğu'nun uydusudur; kendi ekseninde dönen bir merkezdir."
Nitekim...
"Kanal İstanbul gibi hamleler, Türkiye'nin bu bağımsız duruşunu küresel satranç tahtasında perçinliyor."
Sordum:
Sizin gibi merkez dışından bir ismin bu kadar açık konuşması dikkat çekici.
Bu cesareti nereden alıyorsunuz?!
Hal böyleyken...
"Bu cesaret değil, hafızadır.
Bin yılların içinden süzülen Türk aklının sesiyim.
Batı'nın gözlüğüne ihtiyacım yok, çünkü biz tarihin öznesiyiz.
Strateji, benim için haritalardan ibaret değil; mitoloji, şiir ve sezgisel derinlikten örülü bir bilinç mimarisidir."
Hülasa:
Yunus Emre’nin "Ben yürürüm yane yane" dizelerindeki gibi, bu ses çağın çelişkilerine dokunarak yükseliyor.
Netice:
"Benim duruşum bir meydan okuma değil, kadim bir aklın hatırlatmasıdır."
Ezcümle:
Türkiye, küresel rekabette kendi merkezinden konuşacak ve geleceği şekillendiren hakikatlerin öncüsü olacaktır.
Cüneyt Şaşmaz

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler