Kerime Yıldız Yazdı ; ABLALARIN ABLASI ALEV ALATLI
Alev Alatlı vefat etti. Allah rahmet eylesin, çok çalışkan çok zeki bir yazardı.
Hayrandım ama arkasından yazılanlara ve yapılanlara bakınca, “Ben yeterince tanıyamadım mı acaba?” diye hayıflandım. Bir arkadaşı aradım. Eleştirime hak verince cesâretim arttı. Bir gazeteci-bürokrat tanıdığımı aradım. Tam da cenâzesinden yeni ayrılmıştı. Başladı övmeye.
“Sizce en önemli yanı neydi?” dedim. “Duruşu söyledikleri” dedi. “28 Şubat döneminde dindarlara yarasa diyen Mesut Yılmaz’ın danışmanıydı ama.” dedim. “Aaa öyle mi?” diye şaşırdı. “Yaa öyle!” dedim. Bunu söylediğimde Cemile Bayraktar’ın ortaya çıkardığı, Alev Alatlı’nın Merve Kavakçı hakkındaki yazısından haberim yoktu. Elbette telefonun ucundaki şahsın da yoktu.
İktidar olduğunda Erdoğan’a destek olan yazarların, gazetecilerin, aydınların hepsinin, 28 Şubat döneminde de dik durduğunu zannetmek gibi bir hâfıza sorunumuz olduğu için bu hatırlatmayı yaptım.
Sonra bir akademisyen büyüğümü aradım. Alev Alatlı hakkındaki güzel fikirlerini paylaştı. “Tamam, buna itirazım yok da muhâfazakâr mahalle, daha doğrusu mahallenin erkekleri biraz abartmadı mı?” dedim. Laf lafı açtı. Haksızlık ettiğimi söyleyen büyüğüm, biraz sonra “haklısın” diyerek açtı ağzını yumdu gözünü. Nuray Mert vak’asından da bahsetti ki tam o anda aklımdan geçiyordu. Bizim muhâfazakâr erkeklerin öteki kadın karşısındaki ezikliğine saydı durdu.
Evet, bir dönem Nuray Mert fırtınası esmişti. “Abla abla” diye karşısında bayramlık oğlanlara dönenler, ablaları bunların köylülüğünden sıkılıp mahallesine dönünce, “Nâmertmişsin be abla!” diye aleyhinde yazılar döşemişlerdi. “Nuray Mert’i nâmert yapan öteki kadın hastalığı” başlıklı bir yazı kaleme alıp, ablasının ardından sövenleri eleştirmiş; Nuray Mert karşısındaki ezikliklerini Esmeralda’dan su alınca, “Bana su verdi! Bana su verdi!” diye deliye dönen Kuazimado’ya benzetmiştim.
Alev Alatlı, Nuray Mert gibi yapmadı. Sıkılmadı bu taraftan. Vazgeçmedi eğitmekten. Sâdece abla değil, anne oldu. Çok merak ediyorum, eğer mahallesine dönseydi, “Alev Alatlı tastamam bizdendi. Çoraklaşan entelektüel hayâtımıza, şehrin karşı kıyısından vaha mesâbesinde koşup gelendi.” diyen yazar, Nuray Mert’e dediği misâl, “Nâmertmişsin be annem!” der miydi? Of of of neler neler derdi.
Peki neden? Alev Alatlı, neden bu kadar sabırlı ve hoşgörülüydü muhâfazakâr mahalleye? AK Parti dönemindeki yanlışları niye eleştirmediğini geçmişine bakınca anladım. İktidarla çatışmak karakterinde yoktu. Belki de enerjisini böyle tüketmek yerine, uyumlu davranarak daha çok üretmek istiyordu.
Benim derdim, rahmetliyle değil. Derdim, onu uçuranların aşağılık kompleksinde. Konuyla ilgili yerli sinemada güzel bir örnek var. “Herhangi Bir Kadın” filminde, okumuş sosyetik bir kadına âşık olan hamal, birgün pat diye kadının karşısına çıkınca kadın, “merhaba” diyor. Hamal sevinçten deliye dönüyor. Kaldığı han odasına dönünce “Ne oldu?” diye soran arkadaşlarına, “Bana merhaba dedi.” diye hava atıyor.
İşte bizim mahallenin ezik hâli de böyle. Öteki mahalleden bir kadın, (hele de sarışınsa) “merhaba” dedi mi değmeyin keyiflerine! İltifatlar, el etek öpmeler bir yana, olmayan anlamlar da yüklüyorlar. Haksızlık etmek istemem ama maalesef bu eziklik, merhaba diyen kadınların da pek hoşuna gidiyor. Kendi mahallelerinde asla göremeyecekleri itibar, elbette hoşlarına gider. Kimi, Nuray Mert gibi bir süre sonra sıkılıyor; kimi, Alev Alatlı gibi abla-kardeş muhabbetine halel getirmiyor.
Cemile Bayraktar’ın ortaya çıkardığı yazıda Alev Alatlı, 28 Şubatçıları destekleyen fikirlerini yazmış. ABD vatandaşı Merve Kavakçı’nın Meclis’e girmesini, dehşet verici buluyor. Bunların yarın birgün dışişlerinde görev almalarındaki tehlikeye işâret edip ülkeyi satabileceklerine dikkat çekiyor.
Bizler, 28 Şubat döneminde başörtüsüne takılıp kaldığımız için böyle bir tehlikeyi hiç hissetmedik. Peki Alev Hanım, bu fikrinde samimi ise daha sonra dikkat çektiği şeyler gerçek olduğunda, yâni Merve Kavakçı büyükelçi olduğunda niye itiraz etmedi?
Acaba Nuray Mert’in başına gelenlerden ders mi almıştı? İktidar ile çatışmaktan niye bu kadar imtinâ ediyordu? En iyisi şöyle sorayım: Bu kadar donanımlı olan, kendisiyle uğraşmaya kalkanı zekâsıyla alt edebilecek bir münevver, niçin iktidarlar ile uyumluydu?
Sebebini, nihâyet bir röportajında buldum.
Alatlı, Rumeli kökenli. Dedeleri uçbeyi. 2. Viyana Kuşatması’nda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, dedesi Uzun İbrâhim Paşa’nın boynunu vurdurmuş. Buna rağmen dedesi, îdamdan evvel devrin hünkârına bir mektup yazıp Merzifonlu’yu övmüş, “Devlet için lâzımdır, cezâlandırmayın.” demiş.
Alev Alatlı’nın torunu bunu öğrendiği zaman, “Şimdi senin niye böyle vatan millet diye tutturduğunu anladım.” demiş. Ben de torunu misâli Alev Alatlı’nın niye iktidarlar ile uyumlu olduğunu anladım. Çünkü dedesi, “Kış geldi, Viyana’yı alamazsınız.” dediği için bozgunculukla suçlanmış.
Devlet sevgisi, Alev Hanım’a dede mîrası. İktidarın hışmına uğramaktan korkmak da dede mirası olsa gerek diye düşünüyorum.
Korku, son derece insânî bir duygudur. Yargılamıyorum, anlamaya çalışıyorum. Anlayamadığım ve asla anlayamayacağım mesele, öteki kadın “merhaba” deyince sevindirik olan hamalların durumu...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.