Cüneyt Şaşmaz
Kod Adı: "PROJE DEMOKRASİ"/1
"Dinsel özgürlük taahhüdümüz Amerikan ideallerinin ifade edilmesinin de üstündedir ve dünyadaki gücümüzün temel kaynağıdır."
Madeleine Korbel Albright, ABD (eski) Dışişleri Bakanı
(...)
Sayın Okur,
Sıkıyor, yazıyorum.
Sıkıyor, okuyorsunuz.
Sıkıyor, yayınlıyorum.
Sıkıyor, paylaşıyorsunuz.
Sıkıyor, okutuyorsunuz.
Her daim dayanışma.
At gözlüğü ile gidilmekte olan 31 Mart sandığı’nın Türkiye’yi hangi çıkmaz sokaklara savurduğu ortada!
Eskiler, bu tür durum'lar için "şüyuu vukuundan beterdir" der.
"Bir şeyin dedikodusunun yapılması, onun gerçekleşmesinden daha kötüdür" manasına gelen bir söz.
Nitekim…
Velev ki, öyle.
Usta gazeteci dostlara nazire yaptığım, "Sıkıyor yazıyorum, sıkıyor yayınlıyor, sıkıyor okuyor, sıkıyor hesap soruyoruz" tekerleme cümlesi, 2007’nin o zor günlerinden kalmadır.
Kaldı ki, şimdi her dönem’in mağdur’u anlı-şanlı gazetecilerimiz de aynı "şemsiye" altında!
Siyasal İslam’da olmayan eleştiri kültürü, karşı taraf’ta fazlası ile var.
"Gülen Cemaat" iken şimdilerde adı "FETÖ" olan yapı’yla ilgili eleştirileri gündeme getirdiğimizde, 28 Şubat’ta "iliştirilmiş mağdur"olarak horoz’luk yapan siyasal islamcı gazeteciler, "Bizde eleştiri kültürü yok" deyip işin içinden çıkıverirdi.
28 Şubat’ın Paşa’larından ürkmeyen siyasal islamcı gazeteciler, Gülen’in ağabeylerinden korkuyordu.
Acayübül garaip!
Kurnazlık bir zeka çeşidi değildir ve hatta zeka’yı köreltir.
Eleştiriye gelince ulusalcı/laik cenah’a eleştiride sınır tanımayacaksın ama hikaye kendi oy kümene, siyasi çizgine geldiğinde "bizde o kültür yok" deyip anında İngiliz usulü sıvışacaksın!
Ki…
Eleştiri tek boyutlu bir eylem değildir.
Eleştirdiğin kadar eleştiriye de açık olmak gerekir.
Melih Gökçek için bazı ünlü(!) gazetecilerimiz ile oynamak, keyif’li bir klavye eğlencesi olabilir ama ülkenin içinde bulunduğu durum da insan zekasına hakaret o eğlenme inadından kaynaklı değil mi?!
Bıçak sırtı!
Ucube Başkanlık konumlandırması gereği, Erdoğan istese de Türkiye’nin diğer yüzde 50’sinin Cumhurbaşkanı olamaz!
Abdullah Gül, Çankaya’dayken hangi yüzde 50’nin Cumhurbaşkanı olduğu sır değil!
Türkiye, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi din'ciler/laikler’ler diye ikiye ayrılmış ise hayat memat nüans ortada!
Bu ayrışma, nerede nasıl biter?!
Türkiye’nin ulusal bütünlüğü ile oynayanlar, oynatanlar kimler?!
Türkiye’nin Filistinleştirilmekte olan diğer yarısında kimlerin parmak izleri var?!
Oyun içinde oyun!
Şarki oryantal!
Nüans?!
Neo Sevr Projesi’nde yer alan figürasyon’un ceza ehliyeti olmadığını kim söyledi?!
Erdoğan, 28 Mayıs sandığı’ndan yüzde 2 farkla da çıksa, yerel seçim’e akan süreç’te meydanlarda hırpalanmayacağının, eski defter’lerin açılmayacağının garantisi var mı?!
Zarrab davası, İran'la savaş güncesi çerçevesi’nde "Demokles’in Kılıç’ı" gibi baş’ının üstünde sallanıyor.
Zemin kaygan ve de konjonktür kaypak!
Erbakan yasaklıyken nasıl konjonktür RP’nin gençlerinin yüzüne güldü ise benzer bir ‘alacakaranlık kuşağı’nın içinden geçiyoruz.
Özal, MSP'den aday olmayı başarabilseydi, 12 Eylül'ün siyasi yasaklıları arasında yer alacaktı, Anavatan Partisi belki de hiç var olmayacaktı.
Başbakan, Cumhurbaşkanı olamayacaktı.
Mustafa Kemal Atatürk, ölmeden önce İnönü'yü görevden almamış olsa, 10 Kasım 1938’in ertesi gün’ü tasfiye edilen isimler arasında, İçişleri ve Dışişleri Bakan’ları ile birlikte O’nun da adı yer alacaktı.
Hal böyleyken…
BOP’a muhalif olmak başka, Erdoğan'a, Ak Parti’ye muhalif olmak başka?!
Soru: Erdoğan'ın tasfiye edilmesi BOP’u sonlandırır mı?!
Cevap "Hayır" ise bir başka soru:
BOP’u sonlandırmak ya da Neo Sevr’e set çekmek için nasıl saflaşılmalı?!
Demeç vererek, yükselmekte olan radikal sağ rüzgarı kesmek mümkün değil!
Osmanlı tasfiye edilirken de ülke çok laf’tan battı, bugünkü tabloda benzer.
Laf çok, ne var ki, ağzı olan konuştuğundan içerik yok!
Boş laf’la da ne gemi mesafe alır ne de vatan kurtulur!
Ezcümle:
Victor Hugo'nun, "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli eser’inde söylediği gibi tarih’e not düşelim:
"Mezarın kapağı içeriden açılamaz ki!"
Konjonktür ortada, o kapağı açmak mümkün olsaydı, Saddam, Kaddafi, Menderes vb isimler açmayı denemez miydi?!
Kendi düşen ağlamaz!
Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor.
Atatürk’ün Türkiyesi’nde, "vatanın bölünmez bütünlüğü"nü savunanlara karşı, işgal güçleriyle her dönemde olduğu gibi işbirliği yapan "Kuvva-i İnzibatiyeci"ler var.
Maalesefki, bu işbirlikçilerden bazıları şu anda devletin tepesinde görev yapıyor.
Bunların arasında Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi’nde altını çizdiği gibi "gaflet", "dalalet"ve hatta "hıyanet" içinde olanlar var.
Türk Milleti’nin imkanlarını işgal güçlerine peşkeş çeken de bunlar!
Vatanın tüm kalelerini işgale açan da bunlar!
Askerinin kafasına geçirilen çuvala göz yuman da bunlar!
Bunlar kim mi?!
Bunları yakından tanıyorsunuz.
Hemen her gün medyada haberleri ve fotoğrafları çıkıyor.
Bu ihanet çemberinin içinde görev alanlar arasında, maalesefki; bazı siyasiler, bazı iş adamları, bazı bürokratlar, bazı yazar ve medya patronları ile bazı Paşalar da var.
Peki kim bunlar?!
İşte size bunları tanıma fırsatı:
Yazılarımda sık sık bahsettiğim, Türkiye’nin üstüne atılan "Örümcek Ağı"nı doğru anlama imkanı.
Yalnız bu yazıyı okurken, öncelikle "Anadolu İhtilali" diye medyada afişe edilen, 3 Kasım seçimleri sürecini bir göz önüne getirin.
Ardından da benim yazılarımda altını çizdiğim hususları, "özelleştirme ihaleleri"nde kopan fırtınaları da hiç aklınızdan çıkarmayın…
Yazılarımda açıkça işaret ettiğim "ihanet çemberi"ndeki isimlerle, "Örümcek Ağı"nda ortaya konulan tarifi yan yana koyarak okursanız, bugün Türkiye'nin hangi noktada olduğunu çok iyi anlarsınız.
Neden Soros’un Türkiye’de "Siyasal İslam" üzerinden başarılı olmadığını, kim ya da kimlerin sayesinde de bu operasyonun tekerine çomak sokulduğunu fark edebilirsiniz.
Kimsenin endişesi olmasın, bu vatan Soros’un yıktığı ülkelerdeki gibi sahipsiz değil.
Bunu bir siyasi parti'nin perde arkasından yıkım operasyonları yaptıranlar da böyle bilsin!
İşte Mustafa Yıldırım’ın "SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA" başlıklı eserinden birkaç pasaj:
1. İktisadi ortamı denetleme:
Borç ekonomisinde dalgalanmalar yaratmak üzere, para piyasalarının dışardan gelen uluslararası vur-kaç tefecilerine sonuna dek açılması.
2. Ulusal bunalımlar yaratılması:
Ülkede sık sık iktisadi dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması.
Ulusal devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket egemenliğine geçirilmesi.
3. Merkez devlete güvensizlik yaratma:
Kritik dönemlerde iktisadi bunalım yaratılmasıyla umutsuzluğa düşürülen yerel sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik aşılanması.
4. İşadamlarını örgütleme:
Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek uzaklaşan "serbest ekonomi" ve "serbest pazar" düzeninin kabul ettirilmesi.
5. Yolsuzluk kampanyaları:
"Yerinden yönetim" taleplerini yükselterek, devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk olaylarını abartarak topluma aşağılık duygusunun yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi.
6. Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi:
Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin "karlılık" esasına oturan şirketlere devredilmesi, su-elektrik gibi kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli düşünsel alt yapının oluşturulması.
7. Ulusal sanayinin yıkımı:
Ulusal iktisadın çökertilmesi için, ulusal sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının dışına çıkarılması.
8. Kamuoyu oluşturucuları aydınlara, yazarlara, bilim adamlarına yönelik içerde ve dışarıda, masrafları karşılayarak, konferanslara çekmek.
Katılımcılarla doğrudan ilişki içinde, ilgili ülke hakkında bilgi almak ve "düşünce" ve "örgütlenme" özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini benimsetmektir.
9. Alt örgütler yoksa, hemen Helsinki Nihai Senedi kapsamında Helsinki Yurttaşlar ve Ortak Zemin Merkezleri örgütlemek ve koşullar olgunlaştıkça, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında insan hakları dernekleri ve benzeri örgütlenmelerin kurulması.
10. Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması.
Yerel vakıf ve "think tank" derneklerinin kurulması.
11. İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların içine bilim danışmanlarıyla sızılması.
Siyasi partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin "düşünce özgürlüğü" ve "siyasal katılımcılık" propagandasıyla örgütlenmesi.
12. Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi, televizyon, video yayını) devreye sokulması.
Bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların yoğunlaştırılması.
İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla sürecin hızlandırılması.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.