Kurgu mu, gerçek mi?
Çidem Ergüvenç’in yeni yazısı...
Öyle yaşam öyküleri vardır ki insan gerçekler bazen kurgulardan daha şaşırtıcı olabiliyormuş diye düşünür. Anlatacağım yaşam çok sevdiğim bir arkadaşımın öyküsü.
Aynı okuldan mezun olduktan sonra yıllar geçti ve bu arkadaşımla yaşamımız yeniden kesişti. Esmer güzeli çok hoş bir kızdı. Yeniden karşılaştığımızda eşinden boşanmış iki çocuğuyla birlikte yeni eşiyle yaşıyordu. Arada bir akşamüstleri buluşup sohbet ediyorduk. Bir seferinde lâf açıldı, nasıl boşandığını anlattı. Şimdi onun ağzından dinleyelim:
“Biz ilk eşim, çocuklarımın babasıyla birbirimizi çok seviyorduk. Bizimkisi tam bir aşk evliliğiydi. O THY’da ben ise bir seyahat acentesinde çalışıyordum. İlk çocuğumuz, ardından ikincisi doğdu. Oturduğumuz apartman dairesi artık küçük gelmeye başlamış, evlenirken bütçemize göre almış olduğumuz mobilyalar ise “artık değiştirin bizi” diye adeta haykırır olmuştu. Bir akşam çocukları bırakıp yemeğe çıktık. Dönüş yolunda mobilyacıların vitrinlerine bakarak yeni evimize neler alacağımızı falan konuştuk.
“Ertesi sabah çocuklardan birini yuvaya, diğerini ilkokula bırakıp iş yerlerimize gittik. Akşam oldu, eşim ortada yok. Bürosuna telefon ediyorum kimse açmıyor. Bir süre sonra kapı çaldı ve eşimin iş yerinden bir şoför elinde arabanın anahtarı ve bir zarfla gelmiş, bana teslim ederken eşimin göndermiş olduğunu söylüyordu.
“Hayretler içinde zarfı açtım ki Güney Amerikalı bir kızla seviştiklerini, onunla birlikte Güney Amerika’ya gittiklerini yazıyor. Çocuklara iyi bakmamı, onlara kendisi aleyhine bir şey söylememi rica edip, zarftan çıkan bir, iki yüz lirayı acil ihtiyaçlarımız için koyduğunu belirtiyor. Kendisinin bir daha geri dönmeyeceğini söyleyip onu affetmemi istiyor.
“Beynimden vurulmuşa döndüm. İlk şokla çocukları alıp mutfağa götürdüm. Kapıyı kapatıp altına bezler sıkıştırdım. Havagazı fırınını ve bütün ocakları yaktım. Üçümüz de fırının önünde oturduk, onlara masal anlatacağımı söyledim. Hava giderek ağırlaşıyor, ben anlatmakta direniyor bir taraftan da onların biran önce kendilerinden geçmesini bekliyorum; onlardan önce ölmemem şarttı. Derken oğlum, yuvaya gitmekte olan, “Anne ya biz masal dinlerken ölürsek, kendimi hiç iyi hissetmiyorum” deyince yaptığım deliliği idrak edip fırladım; mutfak camını ve balkon kapısını açtım. Havagazını kapattım, salona geçerek bütün camları açıp evi havalandırdım. Oğlumdan bu uyarı gelmeseydi kim bilir neler olacaktı. Neyse ki bu çılgınlığımı kazasız belâsız atlatmıştık.
“Yaşamımızı yoluna koydum. Geçirdiğim travmayı zorunlu olarak çabuk atlattım; başka çarem yoktu. İki evlâdımla yalnız kalmıştım.
“Aradan birkaç yıl geçmiş artık yaşamımız düzenli bir biçim almış, çocuklar babalarını daha az sorar olmuştular ki bir gece yarısı kapımız çaldı. Henüz yeni bir eve taşınmamıştık.
“Kapıyı açtım, karşımda kocam. Henüz boşanmamışız; gözyaşları içinde ellerime, bana sarılıyor, özürler diliyor ve kendisini geri almamı istiyordu. Arada çocuklar var, benim ise bir ilişkim yok diye kabul ettim. Tekrar bıraktığı işine döndü; yaşamımız iyi kötü normalleşmişti ki aradan altı ay kadar geçti ve aynı film tekrarlandı. Adam yine aynı kadınla kaçıp bana arabamızın anahtarını yollamıştı. Bu kez derhal boşandım. Çocuklar da ikinci kez terk edilmiş olmalarını fazla sorun etmediler.
“Aradan bir süre geçtikten sonra bir adamla tanıştık. Kısa sürede evlenmeye karar verdik ve nikâh günümüzü aldık. Nikâhtan bir gece önce bu adam kapımıza dayandı; hüngür sümük ağlıyor. “Özür dilerim, annem asla evlenmemizi istemiyor. İki çocuklu boşanmış bir kadınla evlenirsem üzüntüden öleceğini söylüyor, beni de ret edecekmiş. Bu durumda evlenmemiz olanaksız. Ancak lütfen ayrılmayalım, evlenmeyelim de; anneme hissettirmeden birlikteliğimizi sürdürelim” dedi. Hemen kapıdan kovdum ve kendisiyle asla bir daha görüşmeyeceğimi söyledim.
“Çocuklar iyi kötü bu adamı benimsemişlerdi. Epey zorlanarak onların anlayacağı biçimde evlenmekten vazgeçtiğimizi açıkladım. Nikâh salonuna da doğal olarak gitmedim.
“Ne var ki elimde olmadan yaşamış olduğum bu şanssızlıklar sağlığımı bozdu. Beyin kanaması geçirdim; günlerce komada yatmışım. Neyse ki kurtuldum. Bir sakatlık başıma çıkmadan normal yaşamıma döndüm.
“Artık erkeklere olan güvenim sıfırın altına inmişti ki şimdiki eşimle karşılaştım. Çocuklar da ben de eşim de çok mutluyuz. Artık fırtınasız bir yaşamın bizleri beklediğine inanıyorum” dedi. Takdir edersiniz ki olağanüstü etkilendim.
Sıklıkla tekrarladığımız akşamüstü buluşmalarımız bir Cuma günü bu kez benim evimde gerçekleşiyordu. Birlikte çok güzel vakit geçirdik sonra ayrıldık.
Pazartesi günü bir haber geldi. Arkadaşımın çocukları üvey babaları ile dışarı çıkınca, ev işlerini yoluna koymuş; kuşkusuz yorulmuştu.
Ailesi eve döndüklerinde onu yatağına uzanmış olarak buldular. Ölmüştü. Ölmüş müydü yoksa yaşadıkları mı onu öldürmüştü? Kim bilir.
Çilekeş arkadaşım ışıklarda dinlensin. Gerçek mi kurgu mu, hangisi daha inanılmaz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.