Aşkım Tan
NERVA VE DİĞERLERİ
Aşkım TAN
Açlık grevleri, oldukça köklü bir geçmişe sahip, bütün kültürlerde saygıyla karşılanan son derece güçlü politik eylemlerdir.
“Tiberius, Roma İmparatorluğu tahtına çıkan ikinci ve ılımlı yönetime karşın baskıcı yönetimi benimsemiş bir İmparatordu.
Dönemindeki cinayet ve işkencenin yaygın olmasına tepki olarak, ünlü bir avukat olan Nerva,-ki aynı zamanda Tiberius’un yakın arkadaşıdır- çevresindeki vahşete daha fazla tanıklık etmek istemediği için açlık grevine gider.
Tiberius’un tüm ikna çabalarına karşın, Nerva, kendisine bir şey yapılmasını istemez; dürüstçe ölmeyi tercih eder.
Biliyordur ki, en yakın arkadaşının bu şekilde ölmesi, Tiberius’u oldukça sarsacaktır ve yaptıkları konusunda düşünmesini sağlayabilecektir.”
Dünya üzerindeki ilk açlık grevinin Nerva’nın yaptığı tarih kitaplarınca kanıtlanmıştır.
Nerva, Roma döneminde Hıristiyanlara yapılan baskıya bir tepki olarak, açlık grevine başvurmuştur.
Birçok isim, tarihe bu eylemle adını yazdırmıştır ancak bu açlık grevlerinin ne derece fayda getirdiği ise tartışmaya açık bir konudur.
20. Yüzyıl’ın başlarında ise İngiltere’de kadınların oy verme hakkı için açlık grevi direnişi, tarih sahnesindeki yeni bir mücadelenin de aracı olmuştur.
Kadınlara seçme hakkının verilmesini savunduğu için 1909 Temmuz’unda hapse atılan Süfrajettelerden “Marion Wallace-Dunlop”, doktor; akşam yemeğinde ne yemek istediğini sorduğunda; cesur ve cüretkâr bir cevap aldı: “Kararımı yiyeceğim.”
Devlet yetkilileri Dunlop’un içeride öleceğinden duydukları endişe ile 91 saatlik tutukluğun ardından kendisini serbest bırakmak durumunda kalmıştır.
İrlandalı “Thomas Ashe” de açlık grevi tarihindeki önemli isimlerin başında gelmektedir.
1916’daki “Paskalya Ayaklanması” olarak bilinen Britanya sömürgeciliğine karşı direnen Thomas Ashe, Dublin'deki Mountjoy Hapishanesi'nde yaptığı 94 günlük grev sonucunda ölmüştür.
Açlık grevlerinin, dünyadaki en bilindik örneği yine İrlanda’da karşımıza çıkmaktadır.
İrlanda tarihi, Britanya sömürgesine karşı devrimci tutsaklar tarafından yürütülen açlık grevi eylemleriyle doludur.
1970 yılında kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu üyeleri, hapishane koşullarını protesto etmek için kendilerini açlığa yatırdılar.
“Bobby Sands” de aralarında olduğu 10 kişinin hayatını kaybettiği 1980/1981 açlık grevleri, siyasi bir silah olarak açlık grevlerinin en meşhur kullanım örneğidir.
“The New York Times”, ölümünden önce İngiltere Parlamentosu’na üye seçilen Bobby Sands’in “gözü pek İngiltere Başbakanı’nın hakkından geldiğini” yazdı.
Yine 1981 yılı Fransa’daki yüzlerce mahkûmu içeren 56 açlık grevi olayı ve eski Sovyetler Birliği’nde 1981’deki açlık grevi olayı sayılacaklar arasındadır.
1987’de İspanya’da cezaevi yasasında yapılan bir değişiklikle, anti-faşist bir direniş örgütü olan “GRAPO” üyeleri değişik cezaevlerine dağıtılmış, buna tepki olarak 1989 sonlarında açlık grevine gitmişlerdi.
“Nelson Mandela”dan tutun da, “Zapatistalar”a kadar pek çok kişi ve grup açlık grevi eylemlerine başvurmuştur.
Açlık grevleri tarihinin bilindik örneklerden birisi de “Mahatma Gandhi”dir.
Gandhi, İngiliz emperyalizminin Hindistan üzerindeki baskılarına karşı açlık grevi yöntemine başvurmuş ünlü örneklerden birisidir.
Bize gelince…
“Nazım Hikmet”, 1938'de "Harbiye ve Donanma davalarından", "Orduyu isyana teşvik" suçlamasıyla toplam 28 yıl 4 ay hapse mahkûm edilmişti.
Bu cezanın 12 yılını hapiste çeken Nazım Hikmet için 1950 yılında yurtiçi ve yurtdışında özgürlük kampanyaları başlatıldı ve Nazım Hikmet de bu kampanyalara destek olabilmek için açlık grevine başladı.
Nazım Hikmet'in eylemine başladıktan kısa bir süre sonra yapılan seçimler sonucu hükümetin kurulması gecikti ve bu süreçte eylemine muhatap bulamayan Hikmet, ölüm orucunu sonlandırmak zorunda kaldı.
Türkiye'nin “3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar” da, 3 günlük bir açlık grevi yaptı.
27 Mayıs darbesinde tutuklanıp Yassı Ada'ya gönderilmesinin ardından adli tıp raporuna göre 22 Mart 1963'de Kayseri Cezaevi'nden tahliye edilen ancak 6 gün sonra tekrar gözaltına alınarak aynı cezaevine gönderilen Bayar, bu durumu protesto etmek için 3 günlük açlık grevi yaptı.
“Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan”ın 18 Nisan 1972’de özellikle “1961 Anayasasını protesto” amaçlı başlattıkları ve idamları ile sonuçlanan “ölüm orucu” olayı da siyasi tarihimize damgasını vurmuştur.
Ülkemizdeki açlık grevlerinin toplumsal bir gündem haline gelmesi 1980 darbesi ile birlikte olmuştur.
1982 yılının Temmuz ayında Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan baskı ve şiddetten bunalan mahkûmlar ölüm orucuna başladı.
55 gün sonra ölen “Kemal Pir”, Türkiye'de ölüm orucu sebebiyle hayatını kaybeden ilk isim olurken, aynı ay 3 mahkûm daha ölüm orucu sonucu hayatını kaybetti.
Türkiye tarihinde ölüm oruçları sebebiyle en çok, ölümün yaşandığı olay 20 Ekim 2000 yılında başladı.
816 mahkûmun başlattığı eylemde ölüm orucu yüzünden 51 kişi hayatını kaybetti, 5 kişi kendini yaktı.
Bu olayların önüne geçmek isteyen devlet, “Hayata Dönüş” isimli bir operasyon başlatma kararı aldı ve 19 Aralık 2000'de 20 cezaevine eş zamanlı yapılan operasyonlar sonucu 39 kişi daha hayatını kaybetti.
Yazarken dahi zorlandığım, dünya ve ülkemizdeki açlık grevi eylemlerinin kişilerin bünyelerinde açtığı tahribatlar ise daha da yıkıcı oluyor.
Bu tahribatların içinde en bilineni ise yürümeye hatta ayakta durmaya engel olacak düzeyde kas koordinasyon bozukluğu, göz bozuklukları, kaslarda istemsiz kasılmalar, hafıza kaybı, öğrenme ve hafızaları depolama, el - ayaklarda uyuşma ve yanmalar, yanan ayak Sendromu gibi Semptomların görüldüğü “Wernicke-Korsakoff Sendromu”dur.
Bugün hâlâ çeşitli idealler ve haklar uğruna bedenlerini feda eden bu sessiz çığlıklara sessiz kalınması, vicdanın da sesini kısar mı dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.