NEVZAT BİNGÖL YAZDI: IRAK’IN KUVEYT’İ, TÜRKİYE’NİN SURİYESİ OLMASIN
“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” demiş atalarımız. Bir başka deyişle; insan hafızasının mükemmelliği kadar, unutması da meşhurdur.
Aslında bu unutkanlık yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz bir özelliğimiz olduğundan, isteyerek ve bilerek bazen de “görmek istediğimiz gibi görme isteğimizden” kaynaklanmaktadır. Yani kendi kendini aldatma.
“Tarih tekerrürden ibarettir” de bir başka atasözümüz. Geçmişte yaşananlardan ders almıyor olmamızdan kaynaklanan, olayların yeniden yaşandığını/yaşanacağını anlatmaktadır. Akıl azaldığı oranda kaygı da azalır. Sorumluluk duyan insanların yaşananlardan kaygı duyması işte tam da bu nedenledir.
Ortadoğu, özellikle Irak, Suriye ve İran’la ilgili sorunlar konuşulduğunda, muhafazakâr kesimin referans aldığı bilgi, rahmetli Necmettin Erbakan’ın 1993 yılında meclis kürsüsünde yaptığı konuşmadır. Bu konuşmada Erbakan kısaca; Irak’tan sonra sıra Suriye’ye, ardından da Türkiye’ye geleceğini ifade ederek bunun için birtakım önerilerde bulunur.
Bugün Suriye’de yaşananlara bakınca, Erbakan Hocanın söylemlerini hatırlamamak olmaz. Hatırlamamız gereken diğer bir konu ise soruna bakışımız ve çözüm yollarımızdaki yanlışlardır diye düşünüyorum.
Bir defa Suriye’de savaş(!) ortamına girerken, kendi vatandaşlarımızla iç birliği sağlamamız gerekmekteydi. Ötekileştirici politikalar nedeniyle hasta hasta ringe çıkmış boksör gibiyiz. Herhangi bir rahatsızlığı olan boksör ringe çıkmaz, rakibin hastalığı fark edip, rahatsız bölgeye vurmaya başlaması boksörü sıkıntıya sokabilir. Bu nedenle de boksörler, ringe çıkmadan önce hastalığını tedavi ettirir.
Ortadoğu’da her zaman resmi bir bütün olarak görmek lazım. Çünkü detaya boğulduğumuzda oynanan oyunu göremiyoruz. Bugün Suriye’de yaşananlar konusunda detaylarıyla uğraşırken, pompalanan algılardan, asıl olguyu kaçırmaktayız. Tarih tekerrürden ibarettir derken geçmişte yaşanan benzeri olaylara yani malum güçlerin, Irak’ı Kuveyt’e işgale yönlendirdiği sürece çok benzer olduğunu görmek lazım. Biz “Serakib’e girdik, İdlib’e girdik” derken, hatırlayalım, o dönem dünyanın 4., 5. Güçlü ordusu olarak sıralanan Irak ordusu Kuveyt’in tamamına hâkim olmuştu.
“Suriye’de ne işimiz var?” diyenlerin hain ilan edildiği bir yerde, “Suriye bu hale kimler tarafından getirildi?” sorusunun cevabı daha anlamlı olacaktır. Toprak bütünlüğü sorunu olmayan Suriye’de, başta YPG-YPJ-DSG olmak üzere, devletin silahlı güçleri dışında hiçbir silahlı örgüt de yoktu, olayların körüklenerek yayılmasının ardından Esad’ın da bilgisi dahilinde bu güçler kuruldu. Rejime karşı silahlandırılıp eğitilen gruplar ve karşıtı gruplar nedeniyle, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Türkiye’nin bekası tehdit edilir duruma geldi.
En başından itibaren Suriye politikalarının yanlışlığını anlatmaya, yazmaya çalışıyorum. Türkiye’nin Suriye’de rejimi değiştirmek gibi bir politikası olmamalı. Yabancı savaşçıların Suriye’ye girerek Suriye’nin toprak bütünlüğünü, Türkiye’nin bekasını tehdit etmesine izin verilmemesi gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum. Ancak gelinen noktada bırakın beka sorununu Sayın Erdoğan’ın dediği gibi; “Ülkemizin bir savaşa girdiğini” görmemek için 3 maymun da yetmez.
Toplumların dirliği için biat tan daha ziyade bütünlük önemlidir. Bütünlük içindeki toplumda, biat ile insanı akıldan ve sorumluluktan uzaklaştırarak, iradesini biat ettiği kişiye teslim etmek yerine, kendi aralarında ortak bir geçmişi olanların aynı şekilde ortak bir gelecek kaygısı etrafında bütünleşmesi sağlanmıştır. Kaldı ki; Dinimize göre de dini ve dünyevi işler konusunda istişare önemlidir, medeni dünyada da fikir ve ifade özgürlüğü, olmazsa olmazlardandır.
Halkımızın artık biat’tan ziyade aklıyla hareket ederek yanlışa yanlış demesi ve bu yanlışın düzeltilmesini istemesi gerekir. Tek bir propaganda merkezi tarafından beslenen basınla-medya gücü ile toplum, belirli bir süre, istenildiği gibi yönlendirilebilir, istenildiği gibi dizayn edilebilir.
Unutmamak gerekir ki 2 Mayıs 1945 tarihinde Kızıl ordu Tankları Berlin'e girene kadar, Almanlar, Rusya'yı işgal ettiklerine inanıyorlardı. Çünkü Alman gazeteleri öyle yazıyordu. Farkına vardıklarında ise artık iş işten geçmişti.
Ancak yine unutulmamalıdır ki; bu basın-medya gücü bir süre sonra yabancı çobana dönecek ve artık doğruyu söylediğinde dahi kimsede inandırıcı etkisi olmayacaktır. Umarım bu iletişime en çok ihtiyaç duyacağımız zamanlarda başımıza gelmez…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.