NURAY BAŞARAN YAZDI: SURİYE PLANI
Aşağıda ki belge tam da yazımı yazmak üzereyken çok özel bir kişiden geldi. Ben de sizlerle paylaşmak istedim. Zira Türk halkı uzun süredir hem, ‘ Suriye’de ne oluyor ?’ onu anlamak istiyor. Hem de, ‘Biz neden oradayız?’ diye soruyor.
Aslında , ‘Neden oradayız?’ sorusunun cevabı başlangıçta çok basitti: Sınır güvenliği!
Öyle ki; Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği ve 30 binin üzerinde kişinin katili PKK Terör örgütü ve uzantıları güney sınırımızda tehdit unsuru olarak duruyordu. O unsurlar ki, elebaşları da yıllar önce Suriye tarafından misafir edilmişti. O günlerde de TSK gerekli tavrı almış ve Suriye terörist elebaşı Öcalan’ı sınırlarının dışına çıkartmak zorunda kalmıştı. Sonra da dostluk dönemi başlamıştı sınır komşumuz Suriye ile… Ama bugün karşımızda sadece komşumuz Suriye yok. Rusya, İran ve ABD Suriye’nin kaynaklarını paylaşmak üzere bölgedeler. Ve hepsi bu paylaşımdan bir şeyler almak üzere masadalar.
Peki ya Türkiye?
Gelinen noktadaki resme baktığımda gördüklerim şöyle:
Aslında uzun zamandır ‘masa’ da sınır güvenliğinin şartlarını ortaya koyan Türkiye, verilen sözlerin tutulmaması nedeniyle sınırda hiç olmazsa 30 kilometrelik ‘güvenli bölge’yi elde etmek istedi. Bu durum yarım yamalak elde edilirken; burada Rusya’nın da içinde bulunduğu bir anlaşma yaptı. Ancak ne hikmetse kısa bir süre sonra önce terörist unsurlar 30 kilometrenin dışına çekiliverdi. Ardından buradaki gözlem noktalarında birlikte güvenliği sağlayacağımız Rusya da zik zak çizdi.
Elbette uluslararası ilişkilerde, tam teslimiyet ve tam güvenme olmadığı ve çıkarlar doğrultusunda çatışmaların olasılığı gerçeği bilinmekle birlikte, Türkiye elindeki mevcut enstrümanları kullanma yoluna gitti.
Ancak elindeki en önemli enstrümanlardan ve yıllardır bedelini çok ağır ödediği NATO’yu ilk kez tam zamanında kullanamadı. Zira bu enstrümanları kullanma kabiliyeti uzun zamandır- Türkiye içinde olası iç savaş senaryoları çerçevesinde yapılan oyunlarla -Türkiye’nin adeta elinden çalınmıştı.
Zira Ergenekon operasyonları ile başlayan önce ulusalcı, sonra da NATO’cu adı altında Türkiye’nin en büyük ve en önemli gücü TSK darmadağın edilip zayıflatılmıştı. Sonra da asker sayısının bile düşürüldüğü bir ordu ile bugün başta Suriye (İdlib) olmak üzere, Libya gibi birçok cephe ile karşı karşıyayız.
Elbette ordumuz ve Mehmetçiğimiz büyük mücadeleyi çok onurlu bir şekilde sürdürüyor. Gelinen noktada şehitlerimiz var ve canımız yanıyor. Misliyle cevap veriyoruz. Cephedeki başarımız ‘masa’daki yerimizi belirleyecek. Gelinen noktada İdlib’i alamaz isek, yıllardır kendi haritalarında gösterdikleri Hatay’a gözlerini çevirdikleri aşikâr. ‘ Sınırınıza gidin ‘diyenler de biliyor ki artık Türkiye’nin güvenliğini sınır ötesinde durarak koruyabileceği gerçeği ortada. Nitekim şimdi onu yapıyoruz. Ve bunu yapmak gerçekten zor ve bir bedeli var. Bu noktada TSK’nın ve ülkemizin yanında kenetlenmek mecburiyetindeyiz. Elbette bu mecburiyet, bu duruma gelmemizin sebeplerini sorgulamamıza engel değil. Ancak belki o gün bugün değil. Bugün söz konusu olan vatandır!
Zira 15 Temmuz’dan sonra ‘ara dönem’ yaşayan siyaset de artık bugün ‘yeni dönem’ ile karşı karşıya. Dolayısıyla artık her durumu ‘oy’a tahvil etme dönemini geride bırakma dönemidir yeni dönem. Yeni dönem ‘uyutma’ siyasetini kaldıramayacak kadar da nazik ve kaotiktir. Çünkü bu resmin aktörlerine baktığınızda egemen ülkeler ve onların liderleri de vardır. O ülke ve liderler ki ‘güven’ noktasında test edilmeyecek türden güven vermemektedir. Ya da açık yazacağım; GÜVENİLMEZDİR! Ve kendi yazdığımız senaryoyu oynamamızın zorluğu ortada açık ve nettir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.