ONUR AKBAŞ YAZDI: MODERN ZAMANLARDA HİCRETİ YENİDEN OKUMAK
İslam ansiklopedisinde ilgili maddeye göre: Sözlükte “terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen hecr (hicrân) masdarından isim olan hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir
Ancak kelime daha çok “bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır. Terim olarak genelde gayri müslim ülkeden (darülharp) İslâm ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden müslümanlara muhâcir, Resûl-i Ekrem’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da ensâr unvanı verilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hicret kelimesi yer almamakla birlikte otuz bir yerde “hecr” kökünden gelen çeşitli türevlerin geçtiği görülür. Bunlar kullanılışlarına göre “Kur’an’ı terketmek” (el-Furkān 25/30), “bir kişiden veya gruptan ayrılmak” (en-Nisâ 4/34; Meryem 19/46; el-Müzzemmil 73/10), “kötü şeyleri terketmek” (el-Müddessir 74/5) ve terim anlamına uygun olarak “Allah uğrunda başka bir yere göç etmek” (meselâ bk. el-Bakara 2/218; Âl-i İmrân 3/195; en-Nisâ 4/89, 97; et-Tevbe 9/20) anlamlarına gelmektedir. “Hicret eden kimse” karşılığında da muhâcir ve çoğul olarak muhâcirîn, muhâcirât kelimeleri kullanılmakta (meselâ bk. en-Nisâ 4/100; et-Tevbe 9/100, 117; en-Nûr 24/22; el-Mümtehine 60/10), bu âyetlerin çoğunda da Mekke’den Medine’ye göç eden müslümanlar kastedilmektedir.
Kur’an’da hicret kelimesinin geçmemesi ve Mekke’den Medine’ye göç olayının muhâceret masdarından türeyen kelimelerle anlatılmış olması, Caetani’nin iddiasının aksine (İslâm Tarihi, III, 17-18) hicret tabirinin sonradan, hatta Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra ortaya çıktığına delâlet etmez; çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de olayın kendisinden çok onu gerçekleştirenlerin ve bu amellerinin önemine dikkat çekilmiş, ayrıca bu tabir hadislerde böyle bir şüpheye yer bırakmayacak kadar çok kullanılmıştır (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “hcr” md.; Miftâḥu künûzi’s-sünne, “hicret” md.). Kelime bu hadislerin pek çoğunda Mekke’den Medine’ye göç olayına işaret etmekte, ancak farklı anlamlarda kullanıldığı da görülmektedir. Meselâ bir hadiste, “Muhacir Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terkeden kimsedir” denilmekte (Buhârî, “Îmân”, 4; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 4, “Vitir”, 11), başka bir hadiste de hicretin “kötü şeyleri terketmek” anlamına geldiği belirtilmektedir (Müsned, IV, 114). Hicretin ahlâk ve zühd ile ilgisine işaret eden âyet ve hadisleri dikkate alan mutasavvıflar bu kavramı hem “haramları terkedip kötülüklerden uzaklaşmak”, hem de “nefsi terbiye etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak” veya “kalben ve zihnen halkı terketmek” anlamında kullanmış, seyrüsülûk dedikleri mânevî yolculuğu da bir çeşit hicret saymışlardır (Reşîdüddîn-i Meybüdî, I, 58)
Sürekli sanal âlemin sanallığından şikayet ederek her işimizi sanal alemde hallederiz. Dünyanın yalan olduğundan bahsedip de bir lokma bir hırkadan fazlası niyetine akademiye çökenler gibiyiz. Ama bu sefer bundan bahsetmeyeceğim zira köyün delisi olduğumdan beni dinlemezsiniz ama o işi Yaşar İçen hanıma havale ettim. Bir ara köşesinde güzel bir yazı kaleme aldı konuyla alakalı. Ben Tanrı buyruğuna uyup bu olumsuzluklardan bahsetmek yerine sureti haktan görünen bu güruhtan yüzümü çevirerek şerden hayra hicreti tercih etmek makamında şu kutsal mesajın gereğini yapacağım: Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: “Neyiniz vardı sizin?” 123 Onlar: “Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük” diye cevap verecekler. [Melekler], “Allah'ın arzı sizin kötülük diyarını terketmenize yetecek kadar geniş değil miydi?” 124 diyecekler…(Nisa 97)” Maalesef erdem, maneviyat gibi kutsallarımıza taarruz, kutsal cübbesi giymiş zındıkadan geliyor. Ben işin bu felsefi tarafını da Ali Şeriati’nin “Dine karşı din” kitabına bırakarak bu olumsuzlukları da faili ile birlikte foseptik çukuruna bırakarak iyi ve güzele fiziki ortam itibariyle olamasa da fikren hicret etmek yani göç etmek gerektiğini düşünüyorum.
Dünyanın yalanlığından da sanal alemine sanallığından da bu sıfatları ya da adlaşmış sıfatları vird haline getirmek hiçbir şey kazandırmadığı gibi kaybettirir de… O halde yalanı doğruya, sanalı güzele tebdil etmenin yolu önce bireylerin güzel hayaller ve hesaplar peşinde koşmasından geçer. Uzun süredir malum Youtube’da kanal kurmak revaçta. Zira sanaldaki kanal ekrandaki kanaldan daha az sanal, daha özgür, daha doğal. Bu yüzden ana akım medyada işini değil de iş yapma niyetinden dolayı yer bulamayanlardan tutun da hayatını üretmeye yazmaya, düzeyli okumaya, bilime adamış, bu hasletlerin şu sıralar malum pazarlarda beş para etmediği bir ortamda bu değerler adına ontolojik mücadele veriyorlar. Şu sıralar anlıyoruz ki bu bağlamda da reel ortamdan sanal ortama bir iltica başladı. Kimseyi gündemden kopup teorik şeylere boğup, poz satma telaşında değiliz. Gündemi de hayatı da bireyi de ama yazdıkları, ama gezdikleri ama okudukları satır arasından, duyumsadıkları şairane hallerden kucaklayanlarla birlikte samimi, hiçbir etikete ve kimliğe yahut siyasal saplantılara gönüllü uşaklık etmeyen varlığını evrensel duyuş ve düşünüş makamında kimlik kalemi ve kişilik enstrümanı ile hissettirenler için gerçekten ciddi bir zihinsel göçe ihtiyaç var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.