Opera

Opera

BKM yapımı “Bir Cumhuriyet Şarkısı” filminin hala etkisindeyim. Bildiğiniz gibi yönetmen Yağız Alp Akaydın’ın yönettiği film, 1930'lu yıllarda Türkiye'de yeni kurulan cumhuriyetin kültürel dönüşümünü, azimli bir grup gencin gözünden anlatıyor.

“Aynı nehirde iki defa yıkanmaz” sözü filozof Heraklitos’a ait. Heraklitos’a göre evrende hiçbir nesne, nesnelerin hiçbir özelliği yoktur ki, değişmeden kalsın. Her şey bir başka şeyin yıkımı/ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve daha sonra yok olup gitmektedir. Heraklitos kusura bakmazsa aynı nehirde yıkanmaya benzer aynı konuyu tekrar yazacağım.

BKM yapımı “Bir Cumhuriyet Şarkısı” filminin hala etkisindeyim. Bildiğiniz gibi yönetmen Yağız Alp Akaydın’ın yönettiği film, 1930'lu yıllarda Türkiye'de yeni kurulan cumhuriyetin kültürel dönüşümünü, azimli bir grup gencin gözünden anlatıyor. Bir kültür devrimini izliyoruz filmde. “Özsoy Operası” nın doğuşu öyle güzel anlatılıyor ki.

Yıl 1913. Mustafa Kemal çocukluk arkadaşı Fethi Okyar’ın Büyükelçi olarak görev yaptığı Sofya’ya atanmıştır.

Askeri Ataşe olarak görevine başlamasıyla beraber çevreyi tanımaya, Avrupa gazete ve dergilerini daha yakından takip etmeye başlar. Yakın dostu Fethi Bey ile ülkenin gidişatı hakkında derin sohbetleri sırasında bir haber gelir. Katip efendi Sofya’da bir opera sahneleneceğini söyler. Mustafa Kemal şaşırır. “Yahu” der, “Osmanlı egemenliğinden çıkıp daha yeni bağımsız olmuş Bulgaristan’in bir opera binası, sanatçıları ve orkestraları var öyle mi, bunu mutlaka görmemiz lazım”!

Hemen bilet almak için harekete geçerler ancak sonuç hüsrandır. Tüm biletler hemen çıkar çıkmaz tükenmiştir. Mustafa Kemal arkadaşı olan Türk kökenli Varna mebusu Şakir Zümre’ye ulaşır. “Aman” der, “bize bilet bul”! Zümre “Emriniz olur” der, hemen çok iyi yerden iki bilet bularak gönderir.

Fethi Bey ve Mustafa Kemal smokinlerini giyerler, iki dirhem bir çekirdek hazırlanıp operaya giderler. Sarı saçlarını özenle geriye taramış, son derece şık siyah smokiniyle parıldayan Mustafa Kemal ve Fethi Bey perdenin açılmasına az bir zaman kala içeriye girdiklerinde tüm gözler onların üzerindedir. Yerli ve yabancı tanınmış devlet adamları, tüm sosyete yerlerini almışlar ve Georges Bizet’in Carmen operasını izlemek için sabırsız bir şekilde perdenin açılmasını beklemektedirler.

Kadife perde yavaş yavaş açılırken büyüleyici bir müzik başlar. İlk perde biterken herkes ayakta alkışlamaktadır. Verilen ara sırasında henüz kimse ayaklanmadan bizimkilerin yanına bir görevli gelir ve “Kral Hazretleri operayı beraber izlemek üzere size locaya davet ediyorlar” der.

Böyle bir jest beklemediklerinden şaşırırlar. Şaşkınlıkları Kral Ferdinand onları locada ayakta karşılayınca daha da artar. Ferdinand Osmanlı elçisi ve askeri ateşeyi görmekten duyduğu memnuniyeti dile getirdikten sonra Mustafa Kemal’e dönüp “Operayı nasıl buldunuz?” diye sorar. Normalde bu soruyu önce Büyükelçiye sorması gerekmektedir ama Mustafa Kemal böyledir işte. Ona bakan herkesi büyüleyerek etkisi altına alır, düşmanlarında bile hayranlık yaratır.

Çok okuyan, her şeyi okuyan, müziği çok seven ve hemen her fırsatta müzik dinleyen Mustafa Kemal’in ömrü Selanik’de, Manastır’da, İstanbul’da, Şam ve Trablus çöllerinde savaşlarla, mücadelelerle geçmişti. Ömründe ilk defa bir operaya gelmişti ancak gülümsedi ve son derece diplomatik bir cevapla “Olağanüstü majesteleri” dedi.

Opera sonrası Kral ve hükümetin ileri gelenlerinin kendisine gösterdikleri ilgiden hoşnut olarak Şakir Zümre’yle beraber kaldıkları otele dönüp odalarına çekildiler. Saat ilerlemiş, ortalık sessizdir. Şakir Zümre’nin kapısı çalar ve kapıyı açtığında Mustafa Kemal’i görünce hem şaşırır hem meraklanır. “Hayırdır her şey yolunda mı”?

“Yok” der Mustafa Kemal, konuşalım mı biraz”?

“Elbette”, ne oldu?”

“Şakir ben şimdi Balkan savaşında neden yenildiğimizi daha iyi anlıyorum. Biz bunları çoban bilirdik. Oysa bak operaları bile var. Yetişmiş sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri! Opera binaları bile var.” Ve ekler “ Ah” der, “bizim ülkemiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? Biz de bir gün o düzeye çıkabilecek miyiz?”

Aradan yıllar geçer. Yıl 1924.

Aylardan Haziran, Cumhuriyetimiz kurulalı 8 ay olmuş. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (henüz soyadı kanunu çıkmamış) ve bir avuç arkadaşı, birbiri ardına yapacakları devrimlerin ön hazırlığını yapmakla uğraşıyorlar. Şimdi hikayemizi ilk elden dinleyelim.

Köşk’den Başyaver Salih Bozok beni arıyor ve “Gazi”nin beni derhal görmek istediğini söylüyor. Acele ile Çankaya’ya Köşk’e gidiyorum ve çalışma odasında masası başında oturan “Gazi”nin karşısına geçiyorum. “Otur çocuk” diyor ve bana bir evrak uzatıyor. “Sesli oku çocuk” diyor.

Evrak bir mektup. Sol üst köşesinde Fransızca yazılmış, “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Genel Sekreterliği” amblemi var. Mektup tercümesi şöyle:

“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine.

Bizler dost ve kardeş S.S.C.B. olarak sizlere Cumhuriyetinizin kuruluşunun 1.nci yıl dönümünde bir armağan vermek istiyoruz. Moskova Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu’nu Beethowen’in 9. Senfonisi’ni seslendirmek üzere günü tarafınızca belirlenen bir tarihte Ankara’ya yollamak istiyoruz.

Bu armağanımızı kabul ederseniz kıvanç duyacağız.

Hürmetlerimle,

Vladimir Ilyich Lenin“

Bu mektubu okuyunca çok heyecanlandım, ve düşünmeden “Paşam, bu fırsatı kaçırmayalım” dedim. Mustafa Kemal Paşa bir an düşündü ve “Çocuk, bu konseri nerede vereceğiz? Park’ta olmaz, kapalı konser salonumuz yok’” dedi.

Bende “Paşam, müsaade ederseniz, Cebeci’deki Halkevi’nin iç mekanını bu konsere uygun düzenleyelim ve konseri orada verelim” dedim.

Paşa “Tüm sorumluluğu üstüne alıyor musun?” diye sordu. Ben de ‘evet’ deyince; Salih Bey’e döndü, “Maarif Vekilini ara, Cevat Memduh’u ona gönderelim, gerekli hazırlıklar yapılsın; 30 Ekim 1924 akşamı bu konseri Ankara’da dinlemek istediğimizi, resmi bir yazı ile Lenin’e bildirelim” dedi.

Ben eteklerim zil çalarak, ama biraz da endişeli, Köşk’ten ayrıldım. Halkevinin taş duvarları keten örtüler ile kaplandı, orkestra ve koronun yer alacağı, ahşap platform inşa edildi. Birde, girişin hemen üstüne ahşaptan merdivenle çıkılan bir “Cumhurbaşkanlığı Locası” inşa edildi.

Büyük bir heyecanla, konser gününü beklemeye başladık. 100 küsur kişiden oluşan bu orkestra ve koro elemanları, gruplara ayrılarak Ankaralıların evlerinde misafir edildi. Çünkü kalacak otel yoktu.

Biz konser gününü beklerken, Salih Bey tekrar beni aradı ve “Gazi”nin yanında konseri izleyeceğimi bana bildirdi. Konsere, tüm yabancı elçilik mensupları, tüm bakanlar ve milletvekilleri, orkestra üyelerini misafir eden Ankaralı aileler ve basın mensupları davetli idiler. Ben Gazi Paşa ile Cumhurbaşkanlığı locasına geçerken, tüm orkestra ve korosu ayağa kalktı ve bizim İstiklal Marşımızı 4 sesle söylediler. Daha sonra çok başarılı bir konser dinledik.

Konserden sonra verilen resepsiyonda, Salih Bey bana uzaktan işaret etti ve ben tekrar Gazi Paşa”nın yanına gittim.

“Çocuk, derhal pasaportunu hazırla! Fransa’ya gidiyorsun” dedi.

Ben “Paşam niçin gidiyorum?” diye sordum. “Bak çocuk” dedi, “Taşıma su ile değirmen dönmez. Sen şimdi Fransa’da gerekli müzik eğitmenlerini ikna edeceksin ve onları Ankara’ya davet edeceksin. Biz burada konservatuarı kuracağız ve eğitimli müzisyenler yetiştireceğiz!”

Bu öykünün sonrasını hepiniz biliyorsunuz.

Musiki Muallim Mektebi’nin konservatuara dönüştürülmesi, Riyaseti Cumhur Orkestrası’nın kurulması, Opera Binası’nın açılması; orkestranın çeşitli il ve ilçelerde klasik müzik konserleri vermesi ve halkımızın yavaş yavaş kulağının bu tip müziğe uyum göstermesi.

Bu gerçek öykü, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir devrime ışık tutan ve yol açan bir öyküdür. Bu öyküyü anlatan da bu hatırayı bizzat yaşamış olan rahmetli müzikolog Cevat Memduh Altar’dan başkası değildir.

“Bir Cumhuriyet Şarkısı”nı mutlaka izleyin. Veee..

Eurovision 83 de ülkemizi temsil eden ancak oylamada ” sıfır” çeken sözleri Aysel Gürel’e bestesi Buğra Uğur’a ait “Opera” şarkısını dinleyin.

İşte opera, heyecan fırtınası
Coşar ruhumda, duyarım sönmez o aşkı

Baleli aşk dolu, müzikli oyunlar
Uvertür, trio, duetto, korolar
Saraydan kız kaçırma, ölmez La Traviata

Opera, opera, opera, opera, opera
Opera, opera, opera, opera, Carmen, Aida
Opera, opera, bu gece operalarda
Tosca, Figaro, Fidelio var, coşkun aryalar

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler