Çidem Ayözger Ergüvenç
Öylesine
Yıllar önce, Anadol arabaların pek revaçta olduğu yıllarda bu arabalarda birbirine orta göbekten bindirdim; ikimiz de arabalarımızdan indik, Anadol’un şoförü bana çok kızdı. Ben de ona kızdım ama o birazcık daha haklıydı. Belki iş polise yansımadan kendisini ikna ederim umuduyla fazla bir hasarı olmadığını, anlaşabileceğimizi söylerken ayağımın altına gelmiş olan mukavva parçası gibi bir şeyi ayağımla iteklerken, “Bu da nereden gelmişse buraya” diye söylendim. Adam, “Hanımefendi ayağınızla iteklediğiniz benim arabamın kapısının parçası” demez mi?
Ev işi yapmayı genel olarak pek sevmem ama bazılarından nefret ederim. Bulaşık yıkarım, çamaşır yıkarım ama sökük, düğme falan dikmeyeyim. Hele maydanoz asla ayıklatmayın. Ütüyü de sevmem, çok titizlenirim; ben titizlendikçe yeni bir yeri ütülerken ütülemiş olduğum yer buruşur, tekrar ütülerken bu kez de başka ütülü yerler kırışır. Oysa beni mutfağa sokun, hele de bir yardımcım varsa hani bulaşığı halledecek, sebze soyacak, yıkayacak falan neler döktürürüm neler. Özellikle pasta, börek çörek, mezelikler; yapmaya doyamam. İlk yazılarımı bilen okurlarım yemek tariflerimi belki anımsıyorlardır.
Yeni evliyiz eşimin gömlek düğmesi kopmuş. Ben işe gitmek için hazırlanırken baktım oturmuş düğme dikiyor. Ben dururken ona düşmez diye elinden aldım; “senin dikebileceğini pek sanmıyorum” dedi. Oturdum itinayla diktim, sağlam olduğunu kontrol ettim. Gömleği geri verdim; yüzünde güler ağlarım bir ifade, bana gösterdi ve ben bunu nasıl ilikleyeceğim diye sordu. Haklı, düğmeyi alttan üstten dikeceğime balık ağı örer gibi çepeçevre gömleğe sabitlemişim.
Aradan yıllar geçti. İstanbul’da oturan çok yakın bir dostumuzu kaybettik. Görevlerimizi yapabilmek için hemen gittik ve bir otele yerleştik. Sabah hazırlanırken banyoda eşimin yine, bu kez yaka düğmesi koptu. Eski anımız canlandığı için gülüştükten sonra, bu sefer kendisini düş kırıklığına uğratmayacağımı söyleyerek düğmeyi aldım ve şeytanın kör taşı, düğmecik parmaklarımın arasından zıplayıp klozetin içine düştü; çok şaşırdım. Düğmeler benimle zıtlaşıyor gibi bir duyguya kapıldım. Adamcağız kendine yeni gömlek almaya gitti. Bereket versin kaldığımız otelin lobisinde bulunan bir mağazada aradığını bulmuş. Düğme dikme muhabbetimiz tatlıya bağlanmıştı. Bir daha bana düğme diktirdiğini hiç hatırlamıyorum.
Birisinin anısını paylaşacağım, sormayın kimin. Hanım yeni doğum yapmış. Bir sürü uzman doktor, asistan, hemşire falan elden geçirmiş. Hemen sonrasında eşi böbrek taşı düşürüyormuş. Doktor, muayene tahlil derken adamcağızın sıkıntısı çok; bir de üstüne kabızlık çekiyor. Hanım, “Bak ben yeni doğum yaptım, bir sürü insan beni muayene etti. Hiç çekinmedim. Hastalıkta kaçgöç olmaz. Doğumdan önce bana tüp içinde, makattan kullanılan bir laksatif uyguladılar. Bu tıbbî bir müdahale, lütfen sen de çekinme. Yüzüstü yat, ben sana uygulayacağım” diyerek eşini ikna ettikten sonra bütün bilmişliği ile tüpü yerine yerleştirmiş. Sıkıyor, sıkıyor, tüp bir türlü boşalmıyor. Adam isyanları oynarken eşine kalk üstümden diye sanki yalvarıyor. Kadın tüpü yerinden çıkarıp kontrol edince ağzındaki alüminyum kapağı çıkartmayı unuttuğunu anlıyor. Neyse ki adam çaresiz, kadın ısrarcı, gereken müdahale tamamlanıp iyi sonuç veriyor.
Oğlum sekiz, dokuz yaşlarında, yatıya küçük kızları ile gelmiş misafirlerimiz var. Herkes dışarıda; ben çocukları öğlen uykusuna yatırdım; kulağım onlarda mutfakta akşam yemeğini hazırlıyorum. Kaan’ın ısrarıyla padişahçılık oynuyorlar. Padişah savaşa gidiyor, karısı yollamak istemiyor falan. Birden tuhaf bir şeyler duydum; oğlum, “Kraliçe, kraliçe, kalk üstümden artık yarın savaşa gideceğim” diye çığırıyor. Çocuk oyunu işte! Ama ben yine de ne olur ne olmaz dedim. Gördüğünüz gibi bazen çok dikkatli de olabiliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.