Kerime Yıldız
Oyum, Gelecek Partisi ve Kılıçdaroğlu'na
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, “Bunların amacı, Erdoğan’ı, AK Parti’yi, Cumhur İttifâkı’nı göndermek.” demiş. Tebrik ediyorum! Kimya okusa birkaç elementi keşfedermiş. Yazık olmuş!
Bir seçmen Millet İttifâkı’na oy veriyorsa başka ne amacı olabilir? Bu, niye suç olsun? Bu, niye ard niyet olsun?
Bendeniz, “Seçimle gelen seçimle gider” duruşumu, 28 Şubat’da Fazîlet Partisi’ne oy vererek göstermeye başladım. Sonraki süreçte AK Parti’ye yapılan bütün baskılara karşı oldum. Oy vermeye giderken bembeyaz giyinir giderdim. Gezi eylemlerine, daha ilk günden karşı durdum. Başbakan Erdoğan, o zaman yurt dışından döndüğünde bir kısım Ak Partililer sinsi planlar yaparken, “Reis Reis!” diye ölenler klavye arkasında şehîd olurken havaalanına karşılamaya gittim. İşyerimde Erdoğan’ın hemşehrisi olan AK Partili dâire başkanı, “Bu be cesâret! Deli misin sen?” diye azarladığında kirli hesapları fark ettim. 17-25 Aralık’ta da duruşum değişmedi.
Meral Akşener demokratik hakkını kullanmak isteyince tarlada taşlamaya kalkanların karşısında tarlada bekledim. “Bu kadından bir şey çıkmaz!” diye tarladan sıvışıp MHP’ye yeniden yanaşanların hâlini hiç unutmadım. Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı adaylığı için yüz bin imzâ verenlerin kara listeye alınacağını söylediğinde ertesi sabah hemen imzâ vermeye koştum.
Aydın Ünal’ın ifâdesiyle FETÖ’den daha tehlikeli olan Pelikan örgütü Türkiye’nin son seçilmiş Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na darbe yaptığında kalemimle karşılarına dikildim. Elhamdülillah kâğıt basından silinme ve terörist iftirâsına uğrama pahâsına pelikanların, bugün artık iyice ifşâ olan ahlâksızlıklarını, ikiyüzlülüklerini ortaya döktüm. Bülent Arınç’a, “Manisalı Lawrence” deme hadsizliğini gösteren pelikancığa, “Sen kendine bak, çakma Gertrude!” diye haykırmanın bedelini ödedim. Ödülünü ise fazlasıyla aldım. Ödülüm, emeklilik hâricindeki ek gelirimden mahrum kalınca, “Benim biriktirdiğim 200 liram” var diyerek beni teselli eden ilkokul 4. sınıf öğrencisi oğlumdur. Bu sene ilk defa oy kullanacak.
Başkanlık sistemine inanmadığımdan değil, itimad edemediğimden “hayır” dedim. Bugün bu itimad edemeyişimdeki haklılığımı görünce vermediğim oy için şükrediyorum.
Yazılarımda hiçbir zaman AKP, CEHAPES, İP gibi ifâdeler kullanmadım, kullanmam. TBMM çatısı altında olan her partinin seçme seçilme özgürlüğüne inandım. TBMM’deki kısa bir görevim esnâsında Sırrı Süreyya Önder, sanki hendek kazarak Meclis lokantasına girmiş gibi tuhaf tuhaf bakan mesâi arkadaşlarımın gözü önünde yanına giderek, Düğün Dernek filmindeki gibi, “Sırrrrııııııı!” diye seslenecek kadar özgür düşünen bir insanım. Siyâseten kesinlikle muhâlifim ama onu Meclis’e gönderen T.C. vatandaşlarının tercihine, demokrasiye saygılıyım. Odama döndüğümde, hafiften kaşlarını çatarak, “Aramızda PKK’lı mı var?” edâsıyla, “Arkadaşlar, yemekhânede Sırrı Süreyya Önder’i gördüm sanki!” diyen; dilimle, “E görmediniz mi yanına gittim ya!”, gözlerimle, “çakal!” dediğimde tırsıp geri adım atan sefil zihniyet, her zaman midemi bulandırdı. Benim üzerimden prim yapıp oradaki geçici görev süresini uzatmanın planını yapan sefilin küçük hikâyesini, istediğiniz gibi büyütebilirsiniz.
15 Temmuz’da daha kimseler ortada yokken eşimle birlikte Çankaya Köşkü’nün 5. kapısı önüne gidip polis arkadaşlara, “Sizinleyiz” dediğimize, o gün orada olan polisler ve içeride kameralardan izleyen Fuat Oktay şâhittir. Fuat Oktay, sonraki günlerin birinde yanıma kadar gelip, “Bir isteğiniz var mı?” diye sorduğunda, “Siz dik durursanız biz de dururuz.” dedim.
Fakat dik durulmadı. “Bunları ihbar edin!” süreci, çok acılara sebep oldu. Kriptolar ödüllendirildi, mâsumların canı yandı. Nâmuslu kalemler, hâin oldu. Binlerce insan suçsuz yere ihrac edildi, hapse atıldı. Başörtüyü serbest bırakan AK Parti, başörtülülere, secdelilere acımadı. Canını yaktığı insanlara, seçim zamanında, “Bana oy vermezsen hâinsin!” diyecek kadar efelendi. Allah râzı gelmedi ama 28 Şubatçılara cezâ olan deprem, kendilerine rahmet oldu. AFAD’ın başındaki A harfinin “âfet” olduğunu unutacak kadar hem de.
İki gün evvel Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın seçim konuşmalarını peş peşe canlı dinledim. Onlara mı yazık bize mi yazık bilemedim. Bahçeli, iki konuşup bir öksürüyor. Yüzünde, tebessümün t’si yok. Kameralar ön sıraları gösterdiğinde insanların hâli, her şeyi açıklıyor. Alkış yok. Acı acı bakıyorlar. Erdoğan’a geçiyorum. Sahnede yürümek yok. Fazla hareket ederse konuşamayacağı belli. Bu iki liderin emekli olması, yatıp dinlenmesi lâzım. Sağlıkları iyi değil. Ama konuşamazlarsa ödü patlayan “eyvah eyvah!”çılar, ne yapıp edip konuşturuyorlar. Seyrederken beni, bir gülme aldı. Düğün Dernek filminde, düğünün selâmeti için ölüye halay çektirenler aklıma geldi. Allah korusun seçimden evvel emr-i hak vâki olsa “eyvah eyvah”çılar, belli olmasın diye aralarına alıp halay çekerek seçim sandığına gidebilirler. Zerre kadar acımıyorlar liderlerine.
Liderler hastalanır veya ölürse etrâfındaki kraldan fazla kralcıların ödü patlar. Kimi, eyvah der; kimi donar kalır. Târih, lideri ölünce intihar eden eyvahçılara bile şâhittir. Erdoğan canlı yayında rahatsızlandığında ne olduğunu, hep berâber gördük. “Eyvah eyvah!” nidâsı bir yana, Hasan Öztürk’ün hâline, acı acı baktım. Canını verecek kadar sevdiğin lider rahatsızlanınca kılını kıpırdatmadan bakmak nedir? Nasıl olur da canlı yayının selâmetini öncelersin? Şaşırdım kaldım. Karşısında muhâbir tokatlandığı hâlde kılını kıpırdatmayan Fatma Şâhin’in cansız performansı aklıma geldi. İnsan hayâtı hiçbir şeydir, oy her şeydir!
Bendeki neyin korkusuysa artık, Kılıçdaroğlu’na vereceğim oyun sebeplerini açıklamaya çalışıp kafanızı şişirdim. Acaba dönek lafı yemekten mi korkuyorum?
Evet, bir oyum Ahmet Davutoğlu’na, bir oyum Kılıçdaroğlu’na. Yalan yok, gönlümdeki Cumhurbaşkanı adayı, Ahmet Davutoğlu veya Meral Akşener’di. Akşener’e, başkanlık seçiminde; Karamollaoğlu’na, yerel seçimde oy verdim. Mâdem ki bu sefer ortak bir karar aldılar, ben de bu karara saygı duyuyorum. Cumhurbaşkanı için oyum, Kemal Kılıçdaroğlu’na. Bugüne kadar oy verdiklerimin isminin başında, sünnî sıfatını kullanmadım. Bu yüzden alevî sıfatını kullanmayı reddediyorum. Bana, hukuk versin! Bana, adâlet versin! Mezhebi, beni ilgilendirmiyor. Ama mezhepçilik yaparsa ilgilenirim.
Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun başlattığı helâlleşme sürecini, ülkem adına önemsiyorum. CHP’ye hakkımı helâl etmek diye bir derdim yok. Çünkü bugüne kadar CHP’ye oy vermedim. Yâni CHP, beni hiç kandıramadı. Ama oy verdiğim sağ partiler, hep kandırdılar. “Dâvâ dâvâ” diyen arkadaşlarım, hocalarım, aydınlar, mütefekkirler, köşe yazarları, bir hayli hayâl kırıklığına uğrattılar. Dâvânın, dînin, îmanın, iktidar pastasından bir parmak krema yalamak olduğunu hazmetmem, gerçekten çok zamânımı aldı. “İsyan ahlâkı” diyenlerin geliştirdiği susarak ve överek yalama ahlâkının, iktidar değişince hangi ahlâka dönüşeceğini biliyorum. Dizi izler gibi izliyorum. Fragmana gerek yok. Nasıl eğildikleri, nasıl eğileceklerinin teminâtı. Yasak Elma’nın senaristlerini kıskandıran bir süreç. İslâmcı iktidar ve basın, sınıfta kaldı. Yanan mı yakılan mı bilemediğimiz gazete binâlarından mağdûriyet çıkmıyor. Uyandık artık!
Kılıçdaroğlu, Kemalist CHP’lileri susturup Kemal Tâhir solculuğu yapmayı başarır mı bilemem. Başaramazsa verdiği sözleri tutmazsa ne olur? Aylar sonra yerel seçim var. Cevâbını sandıkta alır. Nokta!
Yazılarımdan rahatsız olup benimle iletişimi kesen dostlarımın(!), vereceğim oyu duyunca, “Belliydi bunun sapıtacağı!” diyeceklerinden eminim. Millet İttifâkı kazanınca AK Parti’den elde ettikleri kazanımları kaybetmemek için ne yapacaklarını da iyi bildiğimden istedikleri kadar küfredebilirler. Acımıyor artık. Duygusal sinir uçlarım, bir hayli köreldi. Dînimi onların şeyhlerinden, hocalarından değil, annemden; milliyetçiliği onlardan değil, rahmetli âbimden öğrendiğime şükrediyorum.
Eğer Millet İttifâkı kazanırsa AK Parti’ye niye oy vermediğimin çok mühim bir sebebini daha yazacağım. Korkumdan değil, gözyaşlarıma engel olamadığım hikâyedeki kişilerin başına bir şey gelmesin diye bugüne kadar yazmadım. Ömer Çelik böyle bir endişeyi takdir eder mi bilemem ama bir iyiliği yazınca o iyiliği yapanların başına bir felâket gelmesinden korkar olduk. Böyle bir korkuyu bize yaşattıkları için utanması gerekirken hâlâ parmak sallıyor? Amacımız, Cumhur İttifâkı’nı göndermekmiş. Vallâhi billâhi amacımız bu! Yâni Cumhur İttifâkı’nı sandıkta göndermek.
Biz, buna, seçim diyoruz!
Biz, buna, Cumhuriyet diyoruz!
Biz, buna, demokrasi diyoruz!
Peki Millet İttifâkı seçimi kazanamazsa ne olur?
Öncelikle yazmadığım o yazıyı, yine yazmayacağım. Sonrasından emin değilim. Ya Tekbir’in defilesinde görüşürüz veya AK Parti kadın kollarına üye olurum.
Bana da yazık!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.